Tamam, tüm dünyada sendikal hareketler, 1989 Sonbaharında “duvar”ın yıkılmasından bu yana hızla geriledi, güçsüzleşti hem ekonomik, hem politik etkisini yitirdi. İşçi sınıfı hareketinin doğum yeri Almanya’da bile “Batı” ve “Doğu” Almanyaların birleşmesinden daha büyük, daha güçlü bir sendikal hareket doğmadı; tersine “duvar öncesi”ne göre sendikaların üye sayısı küçüldü, sermaye karşısında sendikaların etkisi büyük ölçüde cılızlaştı. Avrupa’nın geri kalan ülkelerinde durum daha farklı değil, hatta kimilerinde daha da kötü. Ama yine de sendikal hareketin bugün Türkiye’de ulaştığı (“düştüğü” desek daha doğru olacak) durumla karşılaştırmak zor.
1952’de grev hakkı olmadığı için etkisiz işçi sendikaları bir araya gelerek Türk-İş’i kurdular. Kuruluşundan kısa süre sonra, 1955’de kurulan Amerikan AFL-CIO sendika federasyonunu rol modeli olarak benimsedi. Bu “model” sendikal literatürde “sarı sendikacılık” diye anılır.
Türkiye sendikal hareketinde dönüm noktası o yüzden Türk-İş’in kuruluşu değil, 1967’de DİSK’in kuruluşu oldu. 1961’de kurulan TİP’in Aybar, Boran, Aren ve Sargın’ın katılımıyla kazandığı ivme Türkiye solunda “sıçrama” diye nitelenebilecek bir canlanma yaratırken, sendikal hareket de bundan etkilendi ve DİSK’in kuruluşu sadece bir sendikal örgütlenme değil, aynı zamanda sosyalizm vurgusundan beslenen bir işçi hareketi doğurdu.
1968’de Derby Lastik işgali ile başlayan fabrika işgalleri ve grevler dizisi sendika seçme özgürlüğü gibi haklı ve masum bir talepten ibaretti. Ancak iktidar ve işveren sendikaları Türk- İş’ten kopup DİSK çatısı altında örgütlenmek isteyen işçilerin önderlerini işten atarak, bir Türk- İş sendikası ile işçilerin bilgisi ve haberi olmayan toplu sözleşmeler dayatarak gerginliği tırmandırdı ve Avrupa’daki işçi hareketinin bile parmak ısırdığı işçi eylemleri patladı: Derb Lastik, Haymak, Unilever, Sungurlar, Türk Demir Döküm, Gıslaved, Alpagut Linyit direnişleri bugün bile kaynaklara bakmadan ezbere sayabildiğim(iz) eylemlerdi.
İşçi hareketindeki “tırmanış” değil “patlama” terimi ile açıklanabilecek bu eylemli uyanış 15- 16 Haziran Büyük İşçi Yürüyüşü ile doruğa çıktı. Dev boyutlu bir direnişti ve iktidar DİSK sendikalarını yetkisiz kılmak amacıyla hazırladığı yasayı çıkaramadı. Ancak iktidar ve sermaye pes etmemiş, sadece caydırıcı adımı ertelemişti. Bir yıl bile geçmeden o caydırıcı adım 12 Mart 1971 darbesi ile geldi. Darbenin elebaşılarından olan genelkurmay başkanı Memduh Tağmaç darbe gerekçesini çok doğru açıkladı: Toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı.
Bu teşhis büyük ölçüde doğruydu. Sermaye ve siyasal iktidarlar işçi hareketini dizginleyemiyorlardı ve dizginleyemediler. 70’li yıllar da Türkiye işçi sınıfının sendikal hareketinin dik durduğu yıllar oldu. O dönemde de pek çok grev ve direnişe tanık olundu. Uyanışın siyasal sonucu ise 1976, 1977 ve 1978 yıllarındaki 1 Mayıs kutlamaları oldu.
“70’li yıllar da Türkiye işçi sınıfının sendikal hareketinin dik durduğu yıllar oldu. O dönemde de pek çok grev ve direnişe tanık olundu. Uyanışın siyasal sonucu ise 1976, 1977 ve 1978 yıllarındaki 1 Mayıs kutlamaları oldu”
İşçi hareketindeki bu direniş ruhunun ve Türkiye sosyalist hareketi ile bütünleşme yönelimlerinin önünü kesmek ancak 12 Eylül darbesi ile mümkün oldu. 12 Eylül’ü izleyen yıllarda dünyada esen “neoliberalizm”rüzgarları Türkiye’de Turgut Özal önderliğinde “fırtına” şiddetinde esti.
Darbe sadece sosyalist hareketi değil aynı zamanda sendikal hareketi de vurmuştu. DİSK işlevsiz hale geldi ve kayyımların elinde kaldı. DİSK yöneticileri siyasi göçmen olarak yurtdışına çıkmışlardı ve dönmeleri ancak 1990’larda mümkün oldu. Ama bu arada Türkiye’de sendikal hareket iyiden iyiye etkisizleşmişti. O yıllarda sayılabilecek neredeyse tek eylem 1991’deki Zonguldak kömür işçilerinin büyük yürüyüşü oldu.
***
Şimdi 2020’deyiz. 15-16 Haziran Büyük İşçi Yürüyüşü’nün 50. yılındayız. Son on yılda (yoksa on beş hatta yirmi mi deseydim) ciddiye alınır ve sonuç elde etmiş bir işçi eylemi hatırlayanınız var mı? Bırakın eylemi, asgari ücret tespiti sırasında bile ağırlık koymuş ve sonucu etkileyebilmiş bir sendikal tutum hatırlıyor muyuz?
DİSK Genel Merkezinin (özellikle Arzu Çerkezoğlu’nun belirgin katkısıyla) sendikal ve siyasal bağlamdaki değerli çıkışları dışında DİSK sendikalarının büyük çoğunluğundaki sessizliğin, suskunluğun ve eylemsizliğin bir açıklaması olmalı. DİSK’e bağlı sendikaların üye sayılarındaki yürek yakan düşüşün bir açıklaması olmalı.
Güvenilir kamuoyu araştırmalarının işçilerin yoğun oturduğu bölgelerde AKP ve hatta yer yer de MHP oylarındaki artışı ortaya koymaları üstünde ciddi ve uzun düşünülmesi gereken bir gerçeği ortaya koyuyor.
15 – 26 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ni 50. yılında anmak evet, ama nasıl? Sanırım içten ama içten de olsa içi boş övünmelerle değil, 50 yıl sonra Türkiye işçi sınıfının ekonomik (sendikal) ve siyasal örgütlenmesindeki durumu çözümlemek, üstünde alabildiğine cesur tartışmak olsa gerek.
Kabahatin hepsi sende diyemem kardeşim ama kabahatin çoğu da sende...
Yorumlar (0)