Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Acaba Kibirli Duvarlara Değil de Milyonlarca Belleğe mi Yazsak?

Graffitiyi güzel yapanlardan biri de budur. Orada ne kadar zaman kalacağını kimse bilemez. Ephēmerón (εφημερόν) “bir günlük ömrü olan mayıs böceği” anlamına gelirmiş. Graffiti kelimesiyse en eski çabalarımıza, yazmaya, çizmeye, iz bırakmaya işaret ediyor. Kırılgan bir böceğin zarifliğiyle sonsuza kadar dikilmek isteyen duvarın kibrinin karşıtlığı. Keşke mümkün olsa da sözlerimiz havada asılı kalsa, çizgi romanlardaki konuşma balonları gibi. Keşke graffitiler de hiç silinmese, hep orada kalsalar...

Acaba Kibirli Duvarlara Değil de Milyonlarca Belleğe mi Yazsak?

Bir süredir Solfasol email grubundaki yazışmalarda üç konuda “imge”ve onun neden olduklarını konuşuyoruz.

Önce, Kuğulu Park’ta, Gezi’den başlayarak üzerinde biriken graffitilerle tanınan duvar tartışma konusu oldu. AsiKeçi’nin “Ankara’nın Ölüdoğası”etkinlikleri sırasında Avareler’in performansı gergin tartışmaların, protestoların, tehditlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Buradaki durum, özellikle sosyal medyada çok tanınan bir mekandaki bir yüzey üzerinde yer alan imgelerin aniden başka imgelerle örtülmesi.

Sonra, Ankara’daki Suriyeli mültecilerin fotoğraflarını yayınlanmanın sakıncaları olup olmadığı tartışıldı. Burada da söz konusu olan fotografik imgelerin temsiliyeti, fotoğrafla kişisel mahremiyete zarar verilip verilmediğiydi.

En son olarak da HDP propaganda videosunda Solfasol’ün imgesinin yer almasının etiği üzerine tartışıyoruz.

Kuğulu Park’taki duvarın üzerindeki imgeler yığını hiçbir zaman sonlanmış, bütünlüğe ulaşmış değildi. Zaten olamaz da. Berivan’ın da dediği gibi zaman içinde üst üste katmanlar halinde binen imgelerin fotoğraflanarak sosyal medyada paylaşımlarından ortaya“fragmente”bir imgeler yığınıyla temsil edilen duvar imgesi çıktı. O duvarla herhangi bir biçimde hemhal olmuş herkesin hem kendine ait belleği, hem de sosyal medyada diğerlerinin ürettiği imgelerle oluşturduğu bir “bellek bricolage”. Bunların hepsi internetin, spesifik olarak sosyal medyanın sayesinde oldu. Yani gerçek fiziksel mekanda yer alan bir duvarın üzerini örten o bir milimetreden az boya tabakaları değil söz konusu olan.

Benim için, Avareler’in performansının ürettiği imgenin bu bağlamda önemi çok yok. Asıl çok önemli olan yaptıkları performansın söylediği.
Kuğulu’daki o duvar Ankara’da Gezi’den geriye izi kalan hemen hemen biricik kamusal alan parçası. Birkaç metrekare yüzey. O yüzey üzerinde önceleri birbiriyle konuşan, bir araya gelirken bir bütünü oluşturan graffitiler vardı. Tabii ki öylece kalmadı ve üzerine yenileri binmeye başladı. Yani, Gezi’de ve hemen sonrasında insanların kafalarında takılı kalan o anın fotoları çoktan gitti. İnsanlar otoriteden kurtarılmış alan olarak belledikleri o biricik yere yine, defalarca gidip bir şeyler yazmaya çizmeye devam ettiler.

Acaba hiç kimse düşünmüş müdür,“Koskoca Ankara’da, neden sadece bu yüzey üzerinde bir şeyler söylemeye hakkım var?”diye.“Gene dönüp dolaşıp aynı yerde, şu yüzeyde boş kalan bir yer arıyorum, bulamazsam da kendimce değersiz olduğunu düşündüğümün üzerine yazıp çiziyorum” demiş midir?

İşte Avareler’in performansı da tam bunlara işaret ediyor. Siyah gibi örtücü olduğu kadar sembolik anlamlı, sert bir renkle tümünün üzerini kapatıp yeni bir“tabula rasa”açıyor.“Ama
o duvar herkesin sözünü söylediği bir mozaikti!” diyenlerin kafalarında dolaştırdıkları“hatıra foto”larını bir kenara koyup tekrar bakmasını istiyor.

Mozaik denilen o çok parçalı görsele yakından baktığınızda her bir parçasının kendi başına var olduğunu, uzaklaşıp da yeniden baktığınızda da yepyeni bir şey söylerken bir arada olmalarının nedenini görürsünüz. Kuğulu’nun duvarı mozaik olmaktan çoktan çıkmıştı. Ne var ki gelen ilk tepkiler o yüzeyin kutsiyetini korumaya yönelik çığlıklar ve tehditler oldu. Önüne geçip slogan attıkları o duvara boyanmadan hemen önce gelip baktıklarında ne göreceklerdi acaba? O yüzeydeki renkleri, lekeleri, izleri, harfleri mi, yoksa kafalarında taşıdıkları fotoları mı?

Suriyeli göçmenlerin fotolarının da işte bu kafalardaki fotolarla mücadele etmek gibi çetin bir görevi var bence. Stereotipler, karikatürler, ötekileştirmenin araçları olan imgeleri sarsmak için gene imgelere başvuruyoruz. Ankaralıları yerinden

kaldırıp göçmenlerin yanına götüremeyeceğimiz için göçmenleri, içinde bulundukları durumu, yüz ifadelerine çıkan duygularını bir kare içine doldurup imge olarak taşıyoruz.

Fotoları çeken Can’ın söylediği bir şey o fotolardaki imgelerin de yapamayacağı bir etki yaptı: “Ayakkabımı çıkarıp da gecekonduya girdiğimde çorabımın ıslandığını hissettim. Yere serdikleri örtü, kilim gibi şeyler de topraktan gelen rutubeti kesemiyordu.”

HDP videosunda Solfasol’ün imgesinin olduğunu Alper söylemeseydi sanırım çoğumuzun ya haberi olmayacaktı, ya da çok daha sonra ilk fark edenin yaymasıyla olacaktı. Ama her nasıl olursa olsun bu videodaki“punctum”anı Solfasolcüler için bu oldu.

Acaba Ankaralının her gün uyuşuk gözlerle baktığı Ankara natürmordunda bir punctum anını da biz mi yapsak? Suriyeli göçmenlerin fotolarını binaların cephelerini kaplayacak büyüklükte projeksiyonla yansıtsak. On dakika burada, beş dakika şurada... Kentin her büyük cepheli binasında...

Ne dersiniz?

Bu düşüncelerden hareketle, sosyoloji, mimari üzerinden tartışılmakta olan birçok konuya da kafa patlatmak gerekir.

Kamusal alan nedir? Neresidir? Bu alanda ne yapılabilir, ne yapılmamalıdır?
Bunları da tartışmamız gerekir, tabii.

Herkes istediği anda, istediği biçimde kamusal alanda bir şeyler söylemeli midir?
Kendi sesi, sözü bir başkasınınkini bastırmalı mıdır? Kamusal alanda bırakılan iz kalıcı mı olmalıdır?

Kalıcılık fiziksel alana anıtsal bir şeyi saplamak mıdır?

Medya kamusal alanı ne kadar kapsamaktadır, kapsamalı mıdır? Oldukça demokratik olarak görülen sosyal medya konvansiyonel medyaya üstün gelmiş midir?

Herkesin söz hakkı var mıdır?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış