O gün nasıl bir arbede anlatamam. Nasıl bir koşuşturmaca. Bizden çok devlet var etrafta. Kesif bir koku burnum. Gözlerim yarı açık. Kulağımda o kadar çok ses var ki kendi sesim duyulmaz halde. Gaz kapsülleri. Adımı seslendi biri. “Ethem” dedi. Düştüm de yere "buyur," diyemedim. Aşırı grip olduğumdan gittiğim hastanenin acilindeki sedyeye oturup nöbetçi doktorun gelmesini bekledim. Vücudumun her yeri kırılıyor, kemiklerim sızlıyordu. Odaya ilk önce hemşire girdi. "Neydi şikayetiniz?" Ateşim ölçüldü, tansiyonuma bakıldı. Hemşire, üzerinde tıbbi alet edavatların olduğu sehbaya yüzü dönük, elindeki vizite kağıdına bilgilerimi yazarken yaşımı, önceden geçirdiğim bir rahatsızlığı, ameliyat olup olmadığımı, herhangi bir ilaca alerjimi ve modern tıbbın biz hastalara mecbur sorusunu sordu. Bu soru evvelden yoktu. Evvelden olmayan sorular şimdi cevapsız kalanlara hükümran oldu. "Ağrınıza 10 üzerinden bir puan verecek olsanız, kaç verirdiniz? " İçimden neler geçti neler: "8 işinizi görür mü, 3 desem, biz 5'in altına bakmıyoruz gibi bir cevap alır mıyım, 7 acaba tam olarak neye tekabül ediyor. Ağrıma neden puan vereceğimi anlayamadım ama, 8 dedim. Her hastanın iyi olmadığını bir şekilde karşı tarafa izah etmesinin sayısal karşılığı olsa olsa bu sayı olur diye mi bilemedim ama, 8 dedim.
Hayatımıza giren bir takım şeylere puan vermemiz ha bu dünya takviminde istenir hale geldi; beğensek beğenmesek, üzülsek, gitsek, kalsak, tanışsak, resmetsek, duyursak, duysak, acı çeksek, v.b.b (ve bolca benzeri) mutlaka puansal bir karşılığı olmalı dendi. Ey ademden olma havvadan doğma insan evladı, yediğin elmaya kaç puan veriyorsun, tuttuğun yaprağa kaç? Seni hiçbir soruya mahal vermeden varacağın yere kavuşturan bu yol/iz bilene, yağmuruna yakalanmayacağın, güneşinde kavrulmayacağın, aybaşına zamanlı kavuşup evladına tez elden sarılacağın, buket buket fotoğraflı Mevlana alıntılarına kendinden sevgi seli kattığın o paylaşımlara beğeniler tıkladığın bu uygulamalarımıza verdiğin puanlar gibi şurada çektiğin acına mı puan vermeyeceksin? Şu an yanıbaşımda duran, gripten muzdarip hastaya da sordurdun ya bana "ağrınıza 10 üzerinden kaç", 8 dedi de ben 10 yazdım ya, ey dünya, beni hemşiresi ettiğin bu sağlıklı halini ne çok beğendim. Ağrısına 10 yazdıran hastanın yanına gelip, evet neyiniz vardı, diye sordum sordum da aklım bir polis memuru tarafından başından vurulup ağır yaralanan ve 14 gündür komada yoğun bakımda yatan hastadaydı. Doktordum, acillerim vardı. Bu puanlamayla girdiğim tıbbiye eğitimim de 8 sene puanlamayla geçti. Sayılardan, şekillerden, nöbetlerden, kitaplardan sakın kaldırmayın başınızı, söz zaten bulacaktır sizi dendi. "Fenalaştı" diye bir ses girdi acilden içeri. Sarısülük, sarısıcak bir haber geldi. Kendini Çorum'un bir köyüne kapatmış emekli bir öğretmenden olma, Ankara'da gariban bir anadan doğma Ethem'e o gün bu dünya puanını verdi.
Şikayetin ney amca, dedi hemşire kız. Yav ben hatırlamıyorum kızım, unutuyorum, aklım bir gidip bir geliyor, dün ne yedim, bugün ne oldu, hafızam nerede, bilmiyorum. Bir köyde doğdum, ne dedilerse dedikleri oldum. Asayişe selam Allah'a kelam ettim. Bu yaşıma kadar işime, işimi veren devletime hürmet ettim. Bizden olanı olmayanı söylediler, sınırımı çizdim. Büyükse elinden öptüm, küçükse gözünden. Hiç isyan etmedim, bizim için isyan edenlere gönül veremedim. Korktum bolca. Korkmaz Ali İsmail keşke sen de korkmasan, kalbini kurutacak bu heyûla devir eski şehirini unutmasan, dedi birileri... Bana iyi gelecek bir puan versen diyorum, 10 üzerinden kızım, kaç verirdin?
Arada küçücük giden, haziranda ölmek kolay, koltuğunun altında Berkin, eve varamamış ekmek anısına.
Yorumlar (0)