Samanpazarı’ndan eski Dışişleri Bakanlığı’na inen eski Ankara mahallelerinin, çarşıya ve kaleye çıkan yolların, Cebeci dolaylarının üzerinde bıraktığı etki de öyledir. “O biçare kerpiç evlerin fakirliğini bilmekle beraber... onların arasında, bir sıtma nöbetine benzeyen ve durmadan bir şeylere, belki de fakirliğin altında tasavvur ettiğim ruh bütünlüğüne sarılmak, onunla iyice bürünmek arzusunu veren bir ürperme ile” dolaştığını söyler. Ekler:
Kaç defa Cebeci’de veya Kale’de bu evlerden birinde oturmayı düşündüm. Fakat evvelâ Ankara Lisesi’nde, sonra Gazi Terbiye Enstitüsü’nde o kadar cemiyetli bir hayatımız vardı ki, bir türlü bırakamadım. Zaten o seneler Ankara memurlarının çoğu resmi dairelerde hattâ vekâletlerde kalıyorlardı. Hakikatte şehir bir taraftan Millî Mücadele’deki sıkışık hayatına devam ediyor, bir taraftan da yeni baştan yapılıyordu.
Her tarafta bir şantiye manzarası vardı. Hiçbirinin üslûbu yanı başındakini tutmayan, çoğu mimari mecmualardan olduğu gibi nakledilmiş villalarıyla, küçük memur mahalleleriyle yeni şehrin kurulduğu devirdi bu. Tek bir sokakta Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamid Devri İstanbulu ev ve köşklerini görmek mümkündü.
Tanpınar’ın Erkek Lisesi diye andığı öğretim kurumu Ankara Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığını Samet Ağaoğlu’nun edebiyat anılarından öğrendik. O kurumda, dönemin önde gelen simaları görev yapıyor. Tanpınar’ın “cemiyetli bir hayatımız vardı ki bırakamadım” anlatımı birlikte çalıştığı kişilerin varlığından kaynaklanıyor.
Ankara memurlarının resmi dairelerde hatta vekâletlerde (bakanlık yapılarında) kalıyor olmaları yadırganmasın. Çünkü o yıllarda resmi daireler ve bakanlıklar eski, giderek onarım gereksinen konutlarda çalışıyor. Çalışanlar kiralık konut sıkıntısı yaşandığı için çalıştıkları mekânlarda geceliyorlar doğal olarak.
Yeni baştan kurulan kentteki küçük memur mahallelerinden ilki Yenişehir’de kurulur. 1924 yılının ilk yarısında kurulan Ankara Şehir Emaneti 2 milyon 86 bin lira harcayarak memurlar için 198 ev yaptırır.
Her biri 2 bin 500 liraya mal olur. Satış bedeli sekiz yıl süreli taksitlendirilir. Gelgelelim, bu evlere yoğun istek olmaz. Sonrasında Yenişehir arazisinin bir bölümü sahiplerinden satın alınır; ev yaptırmak isteyenlere metrekaresi 1 liradan satılır. Böylece “hiçbirinin üslûbu yanı başındakini tutmayan” Yenişehir konutları ortaya çıkar. Yapıların birbirine benzemezliğini Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Ankara” romanında ayrıntılı tanımlarla anlatmıştır.
Tanpınar, Ankara Kalesi’ni “çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman silâhşoruna” benzetir. Kalenin bu etkisi dolayısıyla, kenti, “destansı” ve “savaşçı” olarak görür. Kale, kimi zaman bir savaş gemisi gibi zamanın ve olayların denizinde kudretle yüzer, kimi zaman bütün ümitlerin toplandığı son sığınak olur, kimi zamansa bir kartal yuvası gibi erişilmesi olanaksız gözükür. Der ki: Etilerin, Frigyalıların, Lidyalıların, Roma ve Bizans’ın, Selçuk ve Osmanlı Türklerinin zamanlarında bu hep böyle olmuştur. Roma kartalı şarka doğru uçuşu için bu keleyi seçmiş. Bizans-Arap mücadelesinin en kanlı safhaları burada geçmiştir. Selçuk zamanında Bizans’ın Anadolu içinde son savleti2 1197 yılında burada kırılmıştır. Kılıç Arslan’ın ve Melik Danişmend’in müşterek zaferi olan bu muharebeden sonra Bizans kartalı bir daha Anadolu’da uçmaz. Yıldırım, Timurlenk’le, yani talihin zehirden acı yüzü ile yine Ankara’da karşılaşır.
Tanpınar, sıraladığı olayların en önemlisinin sonuncusu olduğunu belirtir. Sonuncu olay, Türk Ulusunun kendi yaşam haklarını yeniden kazandığı Bağımsızlık Savaşı’dır.
Ders kitaplarına değin geçmiş, elinde sigarası, sabah sabah, ağır ağır Kocatepe’ye tırmanırken gösteren fotoğraftaki Atatürk’ü, imgeleminde Ankara Kalesi
ile birleştirdiğini, bu birleştirmenin nasıl olduğunu açıklayamadığını anlatan Tanpınar, “şehrin aktüalitesi”nin yeni binalarla “Mustafa Kemal’in hayatı” olduğunu öne sürer. Yenişehir konutları çeşitliliğinin yeni elçilik yapılarıyla daha da arttığını vurgular ve:
Sovyet Sefareti modern mimarinin kendisini aradığı
bu 1920 yıllarının en atılgan tecrübelerinden biriydi ve daha ziyade büyük bir vapura benziyordu. İran Sefareti eski Sâsânî saraylarının hâtıralarından bir şark üslûbunu aramıştı. Biz birkaç arkadaş Belçika Sefareti’nin sakin ve gösterişsiz, klasik yapısını seviyorduk.
Atatürk Bulvarı üzerindeki, Tanpınar’ın büyük bir vapura benzettiği Rus Büyükelçilik yapısı 1926 yılında tamamlanır. İran Büyükelçiliği yapısının temelini 1929 yılında Başbakan İsmet İnönü atar.
Andığı büyükelçilik yapılarının yanı sıra Türk mimarlığının da kendine özgü bir “üslûp” yaratma çabası gösterdiğini belirten Tanpınar, Türk Ocağı, Etnografya Müzesi, Gazi Terbiye Enstitüsü yapılarının İstanbul’da Büyük Postahane ve Dördüncü Vakıf Hanı yapılarıyla deneyimlenen yeni bir mimarlık üslûbu arayışının Ankara’daki uzantıları olduğu görüşündedir. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde arkadaşlık ettiği Profesör Ernst Egli’nin “Cebeci’deki Musiki Muallim Mektebi ile çoğu dıştan taklit eden bu tecrübeleri ilk defa modern malzemenin imkânlarıyla birleştirmeye muvaffak olduğunu” belirtir.
Bilindiği gibi mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun (1882-1982) tasarımı Türk Ocağı yapısı, Namazgâh tepesinde. Yapımı 1927 yılında başlar, 1930 yılında tamamlanır. 1931 yılında Türk Ocakları kapatılır, yapı Halkevi Genel Merkezi olur. 1952 yılında Halkevlerinin etkinliğine son verilince de bir süre elden ele aktarılır. Sonuçta 1972 yılında Devlet Resim ve Heykel Müzesi yapılır.
Namazgâh tepesindeki öteki yapı Etnografya Müzesi’nin temeli 1925 yılında atılır. Yapı 1926 yılında tamamlanır. Tasarımcısı gene mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’dur. Atatürk’ün naaşı, Anıtkabir’e nakledilinceye, yani 1953 yılına değin, bu müzede kalır. Müzenin önünde yer alan bronzdan yapılma at üstünde Atatürk yonutunu 1927 yılında İtalyan sanatçı Pietro Canonica (1869-1959) yapar.
Bugün Gazi Üniversitesi Rektörlük yapısı olarak işlev gören Gazi Terbiye Enstitüsü’nün tasarımcısı Mimar Kemalettin Bey’dir (1870-1927). Okul, 1926 yılında Orta Muallim Mektebi olarak kurulur. 1929 yılında Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü adını alır. 1982 yılında Gazi Üniversitesi'ne bağlanır.
İstanbul’da başlatılmış bir mimarlık üslûbu arayışına örnek gösterilen yapılardan Büyük Postahane’nin yapımı1905 yılında başlar, 1909 yılında bitirilir. Tasarımcısı mimar Vedat Tek (1873-1942)’tir. 1911-1926 yıllarında yapılarak yaşama katılan Dördüncü Vakıf Hanı’nın tasarımcısı Mimar Kemalettin Bey’dir. İki mimar da Birinci Ulusal Mimarlık Akımının “önde geleni” olarak anılırlar.
Ernst Egli’nin tasarladığı Musiki Muallim Mektebi yapısı 1929 yılında tamamlanır. Tanpınar’a göre, Egli söze konu mimarlık akımını çağdaş malzemeyle birleştirip salt dış görünüş olmaktan kurtaran bir bireşime kavuşturmuştur.
Tanpınar, 1928 yılında geldiği Ankara hakkında buraya değin özetlenen izlenimlerini/değerlendirmelerini sergiledikten sonra “Ankara’nın uzun tarihi”nden 10 söz açar. Yüzyıllar boyunca “uğradığı istilâlar, üst üste yangınlar ve yağmalar”
dolayısıyla kentte geçmiş zamanların pek az yapıtının kalmış olduğunu belirler.
“Kalede ve onun eteğine serpilmiş mahallelerde Türk velileri Roma ve Bizans taşlarıyla
sarmaş dolaş yatarlar.”
Tanpınar, Greko-Romen arslanların türbesini yüzyıllardır bir nöbetçi içten bağlılığıyla beklediği için Ahi Şerafeddin Camisi’nin Arslanhane Camisi diye de anılır olduğunu vurgular. Caminin içindeki boyanmış ağaç sütünlarının Bizans ve Roma başlıkları taşıdığını ekler. Örneklediğine benzer şaşırtıcı bileşimlerle dolu kentte, en anlamlı bileşimin Augustus Tapınağı ile Hacı Bayram Camisi’nin oluşturduğu “zıtlar
toplamı” olduğuna dikkat çeker. Bilindiği gibi, Augustus Tapınağı ile Hacı Bayram Camisi yan yanadır. İki din yapısının birbirine yaslanmış olduğunu mimar Timur Özkan görüntülemiştir. “Beş Şehir” ilk kez 1946 yılında yayımlanmıştır. Tanpınar’ın ilk kez Ankara’ya geldiği 1928 yılından sonra Ankara’ya yeniden gelip gelmediğine, geldiyse hangi yıllarda geldiğine dair bilgi yok. Varsa da ben rastlamadım. Ne var, Ankara hakkındaki yazısı, Tanpınar’ın kitabının yayımlandığı yıla kadar kentte nasıl bir değişim ve gelişim yaşandığına değin bilgiler içermediğine göre, insanı yazarın daha sonra başkente konuk olmadığı yargısına vardırıyor. Nitekim, yazısında andığı yeni yapıların yaşama katıldığı tarihler de 1928’den bir iki önce, bir iki yıl sonraya rastlıyor.
1 Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962): Beş Şehir, Dergâh, 35. Basım, 2016. Ankara kitabın 13-26 sayfalarında anlatılıyor. 2 Savlet: şiddetli saldırı (TDKBTS).
Timur Erkmen’in fotoğrafı “İsim İsim Ankara” kitabımda yer aldı. Bu yazıya da aktarıyorum.
Yorumlar (0)