Ahmet İsvan cumhuriyetin ilan edildiği yıl gelmiş dünyaya. İstanbul doğumlu. Okula doğduğu kentte başlamış. Okula yürüyerek gidip gelmekten gocunmadığını belirtiyor. Okulunu da öğretmenini de çok sevdiğini yazıyor. “Kendi evimizdeydik ve evimizi çok seviyorduk, ama babam hâlâ işsizdi.”
Yıl 1933’tür. 10. yıl coşkuyla kutlanır. Babası o yıl iş bulur. Sümerbank Genel Ticaret Müdürü olur. Önce babası gidecektir Ankara’ya, gerekli hazırlıkları tamamladıktan, örneğin bir ev kiraladıktan sonra eşini ve çocuklarını aldıracaktır.
“Bir iki ay içinde ve okulların açılmasından önce babam bizi Ankara’ya aldırttı. Tam Kızılay’da, o zamanki adıyla Havuzbaşı’nda her katında iki daire olan iki katlı bir apartmanın bir dairesini tutmuştu babam. Güven Parkı tam karşımızda, Kızılay binası ve parkı çapraz karşımızdaydı. “Maarif Cemiyeti Mektebi” olarak anımsadığım ve sonradan adının değiştiğini bildiğim (TED Ankara Koleji) bir özel okula kaydedildik kardeşimle.
Okulun “bakanlar kurulu gibi” olduğu bilgisini de ekler Ahmet İsvan. Dönemin bakanlarının çocukları, yanı sıra “bakanlardan daha güçlü zamanın ünlü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın yeğeni”, general, müsteşar, Meclis Başkanı, ünlü milletvekillerinin çocukları ve/ya da yakınları
da bu okuldadır. (Ahmet İsvan: köprüler, gelip geçmeye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2015, s. 30) (Bundan sonraki alıntılar da aynı kaynaktan yapılacaktır.)
Okul anılarını aktarırken Ahmet İsvan benim kuşağımın da yaşadığı bir olguya değiniyor: “Zaten biz o yıllarda yurt bilgisi dersinde bakanlar kurulunu ezbere bilmek zorundaydık. Ali Çetinkaya’nın Bayındırlık Bakanı, Tevfik Rüştü Aras’ın Dışişleri Bakanı olduğunu bilmeden sınıf geçemezdik...”
Annesi Reha İsvan Gazi Enstitüsü’nde İngilizce öğretmeni olur. Dönemin ünlü yazarları, şairleri, felsefecileri evlerine gelmekte çeşitli konular üzerinde tartışılmaktadır. Yaşanan kimi olayları aktardıktan sonra Ahmet İsvan dönemin Ankarasına egemen coşku hakkında der ki:
“O zamanın Ankara’sı Atatürk’ün Ankara’sıydı. İstanbul Suadiye’den, Ankara’ya gelişimiz beni en çok o niteliğiyle etkiliyordu. Yeni Türkiye, yeni başkent, Atatürk, çağdaşlaşma, kalkınma, sanayileşme, cumhuriyet baloları, Sümerbank, babamım kurulan ve kurulacak olan fabrikaların heyacanını evimize getirmesi... Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın satın alınması ilkokul 4. sınıf öğrencisi olarak yüreğime zor sığan büyüklükte heyecanlardı.”
Bizim Kızılay’daki dairemiz Bulvar’ın üstünde olduğu için, Atatürk’ün her yerlere gidişlerinde koruma motosikletlerinin sesleri ile uyarılır, önümüzden geçerken de önce yolun kenarında durur selam verir, sonra konvoyun peşinde çocukça koşardık. Bu, 11 yaşındaki çocukluğumun büyük bir umudun, hayranlığın ve başarının peşinden koşuşuydu.” (s.33)
Kavaklıdere Güven Evleri 1930’lu yıllarda ortaya çıkmış:
“Sümerbank çalışanları için bir inşaat kooperatifi kuruldu ve babam bu Güven Evleri Kooperatifi’ne ortak oldu. İlkokulu bitirdiğim yıl Kavaklıdere’deki o kooperatif evimize taşındık. Taşındığımız ilk haftalar yolumuz ve elektriğimiz yoktu; yağ kandilleri yapıp koridorları aydınlattığımı ve anemin aferinini aldığımı hatırlıyorum. Birkaç hafta sonra elektriğe kavuşmuştuk. O zamanlar ayakkabının üstüne lastik giyerdik. Bir gün de evden otobüse doğru yürürken vıcık vıcık çamurda ayağımdaki lastik çıkmış ve orada bırakmaya mecbur kalmıştım.” (s.34-35)
İsvan birkaç sayfa sonra sözü yeniden Güven Evler’e taşır:
“Yeni evimizde mutluyduk. Bana ve kardeşim Mehmet’e birer bisiklet alınmıştı. Benimki Adler marka ve balon lastikli. Ona özen gösterir tertemiz tutardım. Bisikletime bir kilometre saati takmıştım; hem gittiğim hızı, hem de kat ettiğim mesafeyi gösterirdi. Bizim Güven Evleri, Kavaklıdere’de şehrin dış kıyısındaydı. Bitişik arazi kırlık alandı. Bir yaz tatilinde o kilometre saatinden yararlanarak bisikletimle çevredeki bağlık alanın, patikaların, bağ evlerinin planını çıkarttım, onu renkli boya kalemleriyle özenerek boyadım. Bu yazlık faaliyetimdi. Kışın, okul ve ödev zamanları dışında bir galenli radyo yaptım (...) Şehir merkezine seyrek, o da gerekli olduğu zaman giderdik. Örneğin, kardeşime ve bana ayakkabı almak için. Hem çok ayakkabı eskitiyorduk, hem de ayaklarımız çabuk büyüyordu. İkimiz için -ağabey olduğumdan dolayı- bana beş lira verilirdi. Ulus’a otobüsle öğrenci tenzilatıyla gider gelir, Sümerbank mağazasından babamın yararlandığı tenzilatla ikimize birer ayakkabı alır, öğrenci tenzilatıyla sinemaya gider, birer dondurma yer dönerdik. Beş lira kuruşu kuruşuna denk gelirdi. (s.38-39)
Sümerbank 1933 yılında kuruldu, iki kez el değiştirdikten sonra 2002 yılında feshedildi. Yapısı duruyorsa da Sümerbank tarihe karıştı. Öte yandan, Mehmet ve Ahmet İsvan kardeşlerin Ulus’ta gittikleri Sümerbank mağazası (ve babalarının çalıştığı yapı), bugün 2013 yılında kurulan Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi yerleşkesine dönüştürülmüş olan yapı değil. Dönüştürülmüş yapının tasarımını Alman mimar Martin Elsaesser (1884-1957) yapmıştır. 1937- 1938 yıllarında inşa edilmiştir. Yapım tarihi de kanıtlıyor ki, 1933-1939 arası, yani İsvan ailesinin Ankara’da yaşadıkları süre içinde söze konu yapı henüz yaşama katılmamıştı.
Ahmet İsvan Gazi Lisesi’nde ortaokula başlar.
“Gazi Lisesi çok iyi isim yapmış bir devlet okuluydu. Ömer ve Erdal İnönü de orada okuyordu. Okulumuz gemi biçiminde yapılmış acayip Opera binasına yakın, İller Bankası’nın arkasındaydı ve bulunduğu yerin halk arasındaki adı ‘Hergele Meydanı’, (hergele=yabani at), ‘Opera Meydanı’ olarak değiştirilmeye çalışılıyordu.”
Mimar Şevki Balmumcu (1905-1982) tasarımı Sergievi yapısı 1933-1934 yıllarında yapılmıştı ve bu sayfalarda yer alan 1934 yılında saptanmış bir görüntüsü Ahmet İsvan’ın “gemi biçiminde yapılmış” tanımını destekliyor. Yapı 1948 yılında Alman mimar Paul Bonatz (1877-1956) tasarımıyla Opera yapısına çevrildi. Yapısı dönüştürülen Balmumcu’nun olaydan sonra mimarlıktan uzak durmaya çaba gösterdiği ve bir daha Ankara’ya ayak basmadığı söylenir.
“İsvan’ın köprüler, gelip geçmeye kitabında yer alan bilgiler 1930’lar Ankarasının salt kentin coğrafyası ile ilgili değil. Dönemin kurum ve kuruluşlarını, kent yaşamını, insan ilişkilerini, yaşam coşkusu ve düş kırıklıklarını da tanımlıyor.”
Ortaokulun olaysız geçtiğini yazar Ahmet İsvan. Ne var ki: “Son sınıfın 10 Kasım’ında Atatürk öldü! Bütün ülkeyi sarsan kaybı ben okul sonrası eve dönerken akşamüstü otobüste öğrendim. Otobüste ayakta kalmıştım. Aynı mahallede oturduğumuz, anne babamın dostları, evimize gelip giden Prof. Esat Arsebük, yanındaki kişiyle konuşuyordu, ‘İyi ettiler, doğru yaptılar, saklama yoluna gitmediler, hemen açıkladılar’ dediğini duyunca korkulan
acı haberi duymuş oldum. 15 yaşındaydım. Atatürk’süz bir Türkiye düşünemiyor, herkes gibi ben de korkuyordum (...) Ertesi gün Ulus Gazetesi bizlerin içimizi daha da çok yakan çok anlamlı bir sürmanşetle çıktı. Ulus, ‘Kurtarıcını ve En Büyük Evladını Kaybettin Türk Milleti Sen Sağol’ diyordu. O manşeti hiç unutmadım.” (s. 40-41)
Ahmet İsvan 1939’un Mayıs ayında ortaokulu bitirir, ailecek İstanbul’a giderler, Robert Kolej’in hazırlık sınıfına daimi yatılı olarak kaydı yaptırılır.
“Sömestre tatilinde Ankara’ya gittim, anneme babama kavuştum. Onlar Kavaklıdere’deki kooperatif evini devretmiş, Atatürk Bulvarı üstünde, Bakanlıklar’a sapan yolun karşısında küçük bir daire kiralamışlardı. Babam kendisini adamışçasına hizmet ettiği Sümerbank’tan ayrılmış, Ankara Havagazı İdaresi’nde kısa bir dönem için geçici bir işe girmişti; Mersin’e göçmek üzere hazırlık yapıyorlardı.” (s.46)
Ahmet İsvan Robert Kolej’den mezun olduktan sonra bir kez daha Ankara’ya gelir. Tarım alanında yüksek lisans/master yapmak için saygın bir Amerikan üniversitesinden kabul belgesi beklerken, bekleyiş uzun sürebileceği için, koleji bitirdiği yılın sonbaharında yüksek lisans eğitimine başlamazsa askere alınması olasılığı dolayısıyla Ankara Yüksek Ziraat Fakültesi’ne kaydolur.
“Ne sınav ne bir şey! Ziraat Fakültesi’nin ilk sınıfı 11 ay stajla başlıyordu. Akıl alır gibi bir şey değildi bu. Ziraat hakkında hiçbir şey bilmeyen bizler 11 ay neyin stajını yapacaktık. (...) Kızları staj için Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’ne tayin ettiler; bizleri değişik devlet çiftliklerine dağıttılar. Ben Eskişehir’deki Çifteler Harası’na gönderildim. Amerika’dan gelecek kabul belgesini bekliyorum ama stajı bırakırsam askere alınırım. Üç ay kadar o anlamsız stajı yaptım. Harada yalnız kısraklar ve aygırlar vardı. Biz sabahtan akşama kadar beygir tımar ettik, onun stajını yaptık.” (s.65-66)
Sonunda Amerika’dan kabul belgesi gelirse de, İstanbul’daki askerlik şubesinde karşılaştığı sürpriz dolayısıyla epeyce korkulu bir dönem yaşar. Çünkü: “Askerlik şubesine gittiğimde, dünyanın başıma yıkıldığını gördüm. Çifteler’de başımızda bulunan asistan, benim Çifteler’den ayrıldığımı Ziraat Fakültesi’ne bildirmiş. Fakülte bu durumu askerlik şubesine yazmış!.. Şube benim tahsili terk ettiğim için askerlik kararı çıkarmış, kıtama gitmemi istiyor. Zor bela izin alarak Ankara’ya gittim, Milli Eğitim’den ‘tahsili terk etmemiştir, bizim yazımız gereği olarak, tahsile devam etmek için Ankara’ya çağrılmıştır’ diye imzalı, mühürlü yazıyı aldım, tekrar askerlik şubesine İstanbul’a döndüm.
Askerlik şubesi bu yazıyı da yetersiz buldu, bu yazıyla beni Milli Savunma Bakanlığı Personel Dairesi’ne sevk etti. Tekrar ve bu sefer Milli Savunma Bakanlığı...” (s.67)
Sonuçta, talihi yardım eder. Bakanlıkta karşılaştığı bir subay akşam 8’de gelmesini söyler. Bu subay Kara Kuvvetleri Komutanı’nın emir subayıdır. Komutan Hayrullah Fişek’in buyruğuyla sorun çözümlenir ve Ahmet İsvan Amerika’ya öğrenci olarak gidebilir.
İsvan’ın köprüler, gelip geçmeye kitabında yer alan bilgiler 1930’lar Ankarasının salt kentin coğrafyası ile ilgili değil. Dönemin kurum ve kuruluşlarını, kent yaşamını, insan ilişkilerini, yaşam coşkusu ve düş kırıklıklarını da tanımlıyor. Giderek bugün yitmiş olan döneme ilişkin resmî bir toplumsal etkinlikten bilgi edinmemizi bile sağlıyor:
“Bir hafta sonu babam bizi Türkkuşu’nun gösterilerine götürdü. O tarihlerde planör yapımında ve havada uzun kalma yarışlarında biz Sovyetler Birliği ile rakiptik. Bazen onlar bazen biz öne geçerdik. Bu konumumuzu plastik planörler yapılmaya başlayınca ilerki yıllarda kaybettik. Gösteri Atatürk Orman Çiftliği yakınında bir alanda yapılıyordu ve Atatürk’ün orada olacağı biliniyordu.” (s.34)
Ben salt Ankara’ya ilişkin satırları aktardım. Kitap bütünüyle öğretici ve yol gösterici.
Yorumlar (0)