Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Anafartalar Çarşısı nedir, neyimiz olur? Bir Kentin Bilinmeyen Hazinesi Anafartalar Çarşısı

Ulus bölgesi, tam olarak bir alt-üst oluş eşiğinde. Gerçi bu proje, görevinden alınan belediye başkanının projesiydi, ancak yerine atanan başkan tarafından da devam ettirilmişti ve 31 Mart’ta belediye yönetimi değiştiğinde, bu başlatılmış ve yıkımları kısmen uygulanmış projenin ne olacağı konusunda henüz bir şey bilmiyoruz. Ankara uzunca bir süredir, plan anlayışından çok, belediye başkanının aklından geçenlere göre biçimlendiği, “planlanmak” yerine “projelendirildiği” için, bu belirsizlik hâlâ ortada sayılır.

Anafartalar Çarşısı nedir, neyimiz olur? Bir Kentin Bilinmeyen Hazinesi Anafartalar Çarşısı

Müge Ertemli’nin kitabı* da tam, olarak bu konularla, Anafartalar Çarşısı ile ilgili. 2018’in son günlerinde yayımlanmış kitapçık, bu konu hakkında hem aydınlatıcı bilgiler veriyor, hem de tartışmanın derinleşmesini sağlıyor. Ertemli’nin kitabı üç bölümden oluşuyor ve bu bölümler şu başlıkları taşıyor: - Anafartalar Çarşısı’nın Kent Dokusundaki Yeri, - Anafartalar Çarşısı’nın Mimari Özellikleri ve - Anafartalar Çarşısı Sanat Eserleri Kitap oldukça küçük hacimli olmakla birlikte, bilgilendirildiği ve tartışmaya açtığı konular, hem genel olarak, hem de Ankara için, oldukça önemli ve şimdiye kadar da, ne yazık ki yeterince dikkatlice tartışılmamış konular.

Kitabın ilk bölümünde, Ankara’nın başkent olmasıyla kentin niteliklerinin ve kimliğinin değişiminin (ya da değiştirilmesinin) /gelişiminin başlaması, Ankara’da ve buradan yayılacak halkaların genişlemesiyle Türkiye’de, “modern”in nasıl bir anlayışla kurulacağı ve modern ile batı/batılılık ve millilik/yerellik, gelenek ve muhafazakarlık arasındaki kültür politikasının biçimlenişine, kısaca değinerek geçiliyor. Ankara’da, özellikle Ulus’ta yapılacak küçük bir gezi ile hem kamusal alanlar, hem de mevcut yapıların mimarisi bakımından, kentin adeta canlı bir müze gibi, dönemler boyunca gelişmiş bütün farklı anlayışları nasıl sergilemekte olduğu, kolayca gözlemlenebilir.

 Ankara’nın, özellikle mimarlık ve diğer sanatlardaki tutumlar bakımından, neredeyse yüz yıldır devam etmekte olan bu tartışmaya, diğer kentlerden çok daha fazla ihtiyacı olduğu açıktır. Ankara’nın, Cumhuriyet dönemi ile birlikte başlayan, modernin ne olduğu ve nasıl bir modern (“muasır medeniyet”) kurulacağı ile ilgili düşünceleri kent sahnesine yansıtmasının örnekleriyle, son çeyrek yüzyılda gelişen muhafazakarlaşmanın, bu örneklere yönelik yıkım kararları, bu defa Anafartalar Çarşısı’nda somutlaşıyor. Muhafazakar/İslamcı yaklaşım da, Ankara’yı yeniden kurmak istiyor ve bunun için, mevcut dokudaki anlayışı, içerik olarak tersine çevirme uğraşında. Ancak bu, o kadar derme-çatma, acemi (ve belki her şeyden çok, yeni rant/haraç ve yağma kaynakları elde etmeyi ve ideolojik hegemonyayı amaçladığından), çıkarcı ve düzensiz ki, yapılanlar sadece kente zarar veriyor. Bu nedenle, Ertemli’nin kitabı, bu tartışmayı Anafartalar Çarşısı özelinde anımsatarak, önemli ve güncel bir zemin hazırlıyor. Kitabın ikinci bölümü, çarşının mimari özelliklerine ayrılmış.

Bu bölümde, dünyada da özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında değişen akımlar ve Cumhuriyet Dönemi mimarlığında değişen anlayışlar ile ülkede gelişmekte olan inşaat teknolojisi ve inşaat malzemelerine yansıması, bunların (Anafartalar için) cam, çelik, alüminyum kaplamalar olarak kullanılması vb. gibi konulara değiniliyor. 1950-60’lardaki modern anlayışla kitlelerin biçimlenişi ve giderek ortaya çıkan standartlaşma ve bir makine mekaniği içinde kurulan mekan ve yüzeylerdeki tekrarla ilgili soruna değiniliyor. Bu bölümde, modern ve mekanik mekanların kentlilerle karşılaşmasında, kentin kimliği ve toplumla buluşması gibi sorunlar bakımından, diğer sanatların (özellikle seramikler ve duvar resimleri vb.) işlevi zenginleştirici katkıları ile ilgili konular tartışılıyor. Üçüncü bölümde ise, neredeyse, her panonun ve sanatçısının tanıtılması ve çarşı içinin nasıl, alışverişin yanı sıra, adeta sürekli bir sanat sergisi gibi düşünülmüş olduğu ile ilgili bilgiler, yeni/ilginç düşünceler ele alınıyor. Kitabın üç bölümünde, üç farklı ölçekte (kent/ tek yapı ve sanat eseri) tartışılan konu, aslında aynı:

 Bu ölçeklerle ilgili yaklaşımdaki yenilik/ modernleşeme ve gelenek gibi konular, nasıl düşünülmüş ve somutlaşmış? Bu sorunun tam olarak yanıtlanabilmesi için, bu mekanları yaşamakta ve yaşatmakta olan toplum kesimleriyle de ilişkilenmek ve kent toplumu ile plancı-mimar-sanatçı arasındaki bakış açıları, anlayış ve öngörülen/ihtiyaç duyulan işlevlerin gerçekleşmesi arasındaki ilişkilere de bakılması, yararlı olabilirdi. Ertemli’nin kitabı, ne yazık ki, kent toplumu ile ilgili her hangi bir tartışmaya girmiyor ve bu mekanları daha çok “teknik” bir açıdan ele alıyor. Oysa benzer bir mekan olan Ulus Çarşısı için yazılmış olan “Ulus İşhanı’nın Söyledikleri” kitabı**, bu mekanı daha çok toplumun nasıl kullandığı ve işlevlendirdiği ve bu mekanda yaşamanın nasıl bir anlam taşıdığı konularını anlatıyor.

Gerçi Ertemli’nin kitabı, daha çok bir sanat tarihçisi yaklaşımı ile ele alınmış ve her kitabın yaklaşımı, elbette farklı olabilir. Ancak, “uzmanlarla-kent toplumunun birbirini (burada popülist politikacıları ve ideologları bilinçli olarak saymıyorum) ve taleplerini/ihtiyaçlarını ve güdüleyici temel kaygılarını anlamak ve kent mekanlarını bu anlayışa göre biçimlendirmek” konusundaki dersler üzerindeki tartışmalar da, çok gerekli. Ankara bu tür deneyimler bakımından çok zengin ve canlı bir kentsel-kamusal alan mirasına sahip. Kentte, çeşitli farklı anlayışla ve ideolojiye göre gerçekleştirilmiş “modern” mekanların/yapıların, bugün bize neler söylediğini yeniden tartışmak ihtiyacı, her zaman geçerli...

Ertemli’nin son sayfalarında, sanat eserlerini kapatacak biçimde, hatta onları hiçe sayarak/sanki onlar orada hiç yokmuşçasına davranan çarşı kullanışlarına ait fotoğraflar, hiç tartışmadan veriliyor ve bu, sanattoplum ilişkileri bakımından önemli bir eksiklik sayılabilir. Yukarıda kısaca değinilen konulardan, o kadar çok tartışma alanı doğuyor ve bu alanların boş bırakılmış olması, kentin yeni kamusal mekanlarının oluşumunda ve biçimlenmesinde öylesine “vahim” durumlar/sonuçlar yaratabiliyor ki, bu alanlardaki tartışmaları yapmadan geçemeyeceğimizi, giderek daha iyi anlıyoruz.

* Yukarıdaki paragraf, son paragraf olabilirdi. Ancak, Solfasol’ün tam da bu işlevi yerine getirmek için yayımlandığını ve böylesi tartışmaların, Solfasol’de de ne kadar az ve yetersiz bir biçimde yapılabildiğini bildiğim için, çuvaldızın asıl yönlendirilmesi gereken yerin, kendimiz: okuyucusu/çalışanı/vb. ile birlikte bizler, olduğuna işaret etmemek, büyük bir haksızlık olacak.

* Kitabın tam künyesi: Müge Ertemli (2018), Bir Kentin Bilinmeyen Hazinesi Anafartalar Çarşısı, Gece Akademimi, Ankara

 ** Kitabın tam künyesi: Ali Cengizkan ve Didem Kılıçkıran (2009), Yer’in Sesi Ulus İşhanı’nın Söyledikleri, Arkadaş Yayınevi, Ankara

Yazar Akın Atauz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış