Yıllar sonra Kandilli verilerine göre 7.7 büyüklüğünde olduğu açıklanan Gölcük depremi üzerinden 15 yıl ve 365 gün geçti. Felakete saniyeler kala Ankara’da yeni bir deprem havası hâkim. Büyükşehir (hiç olmadığı kadar şevk ve azimle) Çalışıyor. Ankara’ya beton bariyerler döşüyor. Ankara’nın bildik yönetim anlayışının halka zulüm etmesine ve zalimin halkın hakkını arayan meslek odaları olarak ilan edilmesine saniyeler var. Belediye, 5. İdare Mahkemesi’nin Atatürk Orman Çiftliği ve bağlantı yollarını iptal etmesini gerekçe gösteriyor ve sahne alıyor. Ankaparkı ve (Kaç)Aksarayı mühürlemekten kaçınarak, beton bariyerler ile ‘sadece’ bulvarı ulaşıma kapatıyor.
Saatler 03.02’yi geçtiğinde yola ilk düşenler, “Ankara Bulvarı’nın Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası, Çevre Mühendisleri Odası, Peyzaj Mimarları Odası, Ziraat Mühendisleri Odası tarafından açılan dava sonucu 5. İdare Mahkemesi’nin verdiği karar doğrultusunda 17.08.2015 saat 03.00 itibariyle kapatılmıştır.” pankartı ile karşılaşıyor.
"Mahkeme kararını gerekçe gösteren Büyükşehir, Ankapark'ı ve Kaç/Ak Sarayı mühürlemekten kaçınarak, beton bariyerler ile ‘sadece’ Ankara Bulvarını ulaşıma kapatıyor. "
Görenler ne mi yapıyor, sabah erken saatlerde “büyük başkan takımı buraya getir” havasına uyan ve Başkanın tweet alemine (!) verdiği gazla akıllı telefonlarına sarılıyor, salyayla karışık sümüklerini telefonunun ahizelerine kusuyor. Yolu ‘mahkeme değil’, dava açarak biz kapattık ya, karşısındaki kadın ya da erkek, farketmiyor, basıyor küfürü. Öyle ki Peyzaj Mimarları Odası’nı arayan ikinci telefon arabasının camdan “tribüne” salya sümük bağırırken hapşıran kişiye telefonun diğer ucunda çok yaşa diyen sese Oda çalışanının annesine gönderme yaparak karşılık verilmesine ne demeliyiz?
Ankara’da Belediyeyi karşınıza mı aldınız dava açarak? Otomatikman suçlusunuz. Meseleyi Gökçek ve AKP diyerek geçiştirebilirsiniz. Zaten 13 senedir ülkeyi, 21 yıldır Ankara’yı yönetenler başkası ama biz Gökçek’e takmışız.
"Koruma Yüksek Kurulu’nu kararın gerekçesi yazılmadan önce, bir gece toplayıp “Yüksek İlke Kararı" çıkaranlar mı utanmalı, yoksa AOÇ’yi korumak için yüzlerce dava açan ve çoğunu kazanan biz mi?"
Ha, bir de Ankara’da yaşamayan ve Mahkemenin dayanak aldığı raporu veren bilirkişiler de kusurludur. Nasıl mı? 2007 senesinde ilk kez yapılan AOÇ Koruma Amaçlı İmar Planına Ankara’nın gelişim aksı ve Orman Çiftliğinin bütünlüğünü korumak adına dava açarken ve keşif esnasında bir söz söylemiştik. “AOÇ’yi kurulduğu günden bu yana koruyamayan, Atatürk’ün vasiyetine aykırı bir şekilde kanun gücü ile parça pinçik edenlere göz yuman, fiili durumu hukuki zemine oturtmak için kaçak binalara yasa ve yama planlarla çözüm arayanları tarih önünde utançları ile başbaşa bırakıyor, 2007 senesine kadar koruma amaçlı imar planı yapılmamasını bir utanç olarak görüyoruz. Bu Türkiye’nin yönetim anlayışının en büyük ayıbıdır.” Ancak nereden bilebilirdik bu denli pervasızlaşacaklarını ve tarihi çekirdekteki ağaçları söküp 6 günde (*) beton dökeceklerini... Gazi Tesislerini kapsayan alanda saray yapmaya engel olan alanın "tarihi sit" özelliğini bir gecede kaldıramazsınız diye açtığımız davayı kazandığımızda Topçu Kışlası’na onay vermeyen Bölge Kurulu’nun ret kararını reddi reddediyoruz diyerek karşılayan Koruma Yüksek Kurulu’nu kararın gerekçesi yazılmadan önce, bir gece toplayıp “Yüksek İlke Kararı" çıkaranlar mı utanmalı, yoksa AOÇ’yi korumak için yüzlerce dava açan ve çoğunu kazanan biz mi?
Başkanın, röportajlarında tazminat davası açacağını söylediği bilirkişilere neden bu kadar değindiğini de açıklamadan geçmeyelim. Ankara İdare Mahkemeleri artık neden Ankara’daki üniversitelerden bilirkişi seçemiyor biliyor musunuz? Anlatalım. Plan yapım sürecinde Ankara’daki üniversitelere dadanarak görüş soran Büyükşehir (vermeyenlerden 2 satır da olsa görüş yazın diye ısrarlarının sebebi sonradan ortaya çıktı), Ankara’da yaşayan bilim insanlarınca ‘taslak’ plana verilen görüş sonrasında açılan davalarda, üniversite/kürsü bağımsızlığı ve akademik özgürlüğü bir yana bırakarak bırakın o kürsüyü, o üniversiteden herhangi bir bilirkişi atanınca
ne oluyor dersiniz? Büyükşehir feryat figan basıyor itirazı
Mahkemeye. Diyor ki "planı hazırlarken olumsuz görüş beyan ettiler, bağımsız değiller, bilirkişilik yapamazlar. Ankara’daki üniversitelerden bilirkişi seçemezsin." Mahkeme ne yapsın, bu kez İstanbul’a yöneliyor, İstanbul’daki üniversitelerden bilirkişi seçiyor. Belediye ne yapıyor dersiniz. Basıyor itirazı. İstanbul’lu bilirkişi Ankara’yı nereden bilecek, İstanbul’dan bilirkişi olmaz. Ne zaman kendisine uyan bilirkişiler seçiliyor Belediye Ankara’yı İstanbul’u bırakıyor kenara, kuyruğu kıstırıyor itiraz etmiyor. Eee, ne olacak? Senin planları bilimsel olarak kim irdeleyecek?
Bitmedi, daha da beteri var. Belediye, hasbelkader Ankara’dan bilirkişi atanınca davayı kaybediyor ya, ne yapıyor biliyor musunuz? Bilirkişiler hakkında hemen suç duyurusunda bulunuyor. Daha sonra ne mi oluyor, bu bilirkişiler bir daha hiçbir Mahkemece görevlendirilmiyor. Çünkü Belediye basıyor itirazı: "Biz onlarla davalıyız, aramızda husumet var, bilirkişilik yapamazlar." Şimdi Başkan bırakmış kararı veren Mahkeme heyetini, neden Ankara Bulvarı’na görüş veren bilirkişilere dava açacağını söylüyor anladınız mı?
"Ne dediniz, hükümet kurulamadı mı, ülke seçime mi gidiyor? Anlaşıldı, Odalara saldırmanın tam zamanı!"
Son olarak çifte standart örneği olarak 5. İdare Mahkemesi’nin, açtığımız davada 2014 senesinde yürütmeyi durdurma verdiğini ve Belediye’nin bu kararı 1 yıldır uygulamadığını neden hiçbir kanal söylemiyor? Üstelik 6 ay önce AOÇ’deki MİTAŞ ve TÜRKTRAKTÖR fabrikalarının açtığı davalarda aynı planların iptal edildiğini, karar bir anda Odaların açtığı davada verilen iptal kararı ile gündeme geldiğini. Size de pis kokular gelmiyor mı?
Ne dediniz, hükümet kurulamadı mı, ülke seçime mi gidiyor? Anlaşıldı. Bu dönemde fabrikalar yerine Odalara saldırmanın tam zamanı...
(*) Külliye dediğimiz tavla desenli çatılı Kaçak binanın ruhsat tarihinin 02.10.2014, iskan tarihinin 08.10.2014 olduğunu biliyor musunuz? Bina 6 günde dikilmediyse değil Mahkeme kararı ile, ezelden beri kaçak inşa edilmiş...
konuşmaları okumaya çalışın, Instagram’daki fotolarda öyküleri arayın. Twitter ya da WeChat’de uygun dille yapılan bir yardım ricasının yeni kaynaklar ya da gönüllüler ordusu getirebileceğini anlayın.
Üçüncüsü, gazetecilik giderek daha çok bir takım sporuna dönüşüyor. Okuyucunun sorgulayabileceği ve notlar ekleyerek açımlayabileceği veritabanları,, tümleşik metin ve görseller, son dakika haberlerinin grup halinde canlı bloglar yoluyla yayınlanması eskinin “bir hikaye, bir imza” modelinden çok daha fazla katılım ve işbirliği gerektiriyor. Alıştığınızdan daha derin bir takım çalışması gerektiren her şeye gönüllü olarak katılın, hatta siz önerin. Buradaki ironi şu: Haber organizasyonları takım çalışmasını daha
çok ödüllendiriyor ama hâlâ birey olarak işe alıyorlar. Bir sonraki işyerinizde gelecekteki patronunuzu, sizin kendi başınıza değerli olduğunuza ama bu değerinizin asıl bir takımda en iyi şekilde işe yaradığına ikna etmeniz gerekebilir.
Tüm bu tavsiyelere karşı çıkan bir görüş; çok yetersiz, çok geç ve haber bürosu çalışanlarının çoğunu kurtarmaya yetersiz olmaları. Bu doğru
ama konumuzun dışında. JimBrady’nin deyimiyle gazetecilik yatırımcılığının “ısınabilmek için bir araya geldiği” döneme giriyoruz. Bazı gazeteler hayatta kalacak tabii ki, şirket birleşmeleri ya da “Chapter 11”* yoluyla, ama onlar bile küçülecek. Başlangıç
* Chapter 11: ABD iflas yasaları uyarınca finansal problemi olan şirketlerin kapanmasını önlemeye yönelik işlemler.
düzeyindeki gazetecilik şirketlerinde ve kâr amacı gütmeyen kurumlarda biraz iş olacak. Gelecek yıllar içinde, işinden olacak insan sayısına bakıldığında birçok haber bürosu çalışanı bir sonraki işlerini geleneksel anlamda gazeteye benzeyen yerlerin dışında bulacaklar.
Bir diğer itirazsa, veri, sosyal medya ve takım olarak çalışma becerisi edinme tavsiyesinin zaten söylemeye değmeyecek kadar aşikâr olduğu. Bu da doğru ama zaten tüm bu tavsiyeler bir süreden beri gayet aşikâr. Şaşırtıcı ve umut kırıcı olansa, basılı gazeteciliğin geleceğinin belirsiz olması kurgusuna inanan insanların hâlâ var olması nedeniyle, bu kadar aşikâr tavsiyelere uygun harekete geçmenin çok zaman almış olması.
Gelmekte olan değişimler hakkında konuştuğum insanların bir başka ortak tepkisi daha vardı: Gazeteciler yeni becerileri öğrenebilmeleri için işverenlerinin fırsatlar tanımasını beklememeliler. Uzun bir süre boyunca, gazetecilerin mesleki gelişimi pozisyonlarının yükselmesinin bir yan etkisiydi, gazete size yeni bir tempo verir ya da müthiş kariyer yapacak bir hikâyeyi patlatmaya yollardı. Günümüzde gazeteler hayatta kalma savaşı veriyor ve yavaşça kaybediyorken en önemli servisleri ayakta tutmak dışında kalan herhangi bir şeye ne zaman var, ne de kaynak. Eğer
bir gazetede çalışıyorsanız ve sonraki işiniz için eğitim istiyorsanız kendi başınızasınız.
Gazetelerin çöküşünde ahlaki bir boyut bulmaya çalışmak cezbedici ama hiç (?) yok. Olup biten tek şey şu: Reklam verenler gidiyor, ilk önce ilanlar sayfası, en son da insertler. İş iştir; reklam verenlerin hiçbir zaman haber bürosunu açık tutmak için destekleri olmadı. İş tarafıyla haber tarafı arasındaki bu kopukluk yararlı bir durum olarak algılanırdı, ta ki tüm sektörde yaşanan başarısızlık noktasına varıncaya kadar.
Gazetenin haber, yorum, bilgi içeren editöryel kısmıyla reklamcılığın boşanma işlemleri yavaş gidiyordu
ama yakında hızlanacağa benziyor. ProPublica’dan DickTofel’in sıkça belirttiği gibi, gazete gelirleri 2006’dan beri azalıyor ama Amerikan ekonomisi 2009’dan beri büyüyor. 1970’den beri ABD ekonomik durgunluk dönemleri arasında sadece altı kere ortalamaya ulaştı, şimdiki büyüme periyodu bu geçtiğimiz bahar aylarında altı yılın çizgisini de aştı. İstatistiksel olarak bir sonraki durgunluğa çok daha yakınız. Bir durgunluk döneminde ilk önce reklam gelirleri gider. Birçok gazete, Hemingway’in Mike Campbell’inin başına geldiği gibi önce yavaş yavaş sonra birden iflas edecek.
Gazetelerin ölümü hüzün veriyor ama gazetecilik yeteneğinin kaybolma riski bir felaket niteliğinde.
Eğer o kişilerden biri sizseniz, şimdiki işinizin üretim rutini dışında bir şeyler öğrenme zamanı geldi. Zor
ve rahatsız olacak, işvereniniz pek yardım etmeyecek, belki işe de yaramayacak, ama bir sonraki müthiş küçülmeye yaklaşıyoruz. Bunu atlatmayı istiyorsanız, her ne yaparsanız yapın hiçbir şey yapmamaktan iyidir.
Yorumlar (0)