Doğan Özgüden, Ant dergisinin Temmuz 1970 sayısındaki başyazısında, işçilerin “İstanbul, İzmit, Gebze, İzmir, Ankara... sokaklarında kızgın bir lav gibi” aktığını söyler. Diğer kentleri bilmem ama o günleri Ankara’da yaşayanların, Özgüden’in genellemesine katılması pek mümkün değil.
Ankara’da “sol” bir potansiyel elbette vardı, ama bu biraz “işçisiz” bir “sol”du. Türkiye’de işçi sınıfı var mı yok mu diye tartışılıyordu. Devrim kırdan kente mi, yoksa kentten kırsal alanlara doğru mu yayılacak sorusuna yanıt aranıyordu. “Bağımsız Türkiye” ve “Sosyalist Türkiye” sloganları yarıştırılıyordu.
Kısacası 15 Haziran’da İstanbul’dan gelen haberler, Ankara sol çevreleri için beklenmedik bir gelişmeydi. Bırakın gençlik kesimini, TİP yönetiminin bile olaylardan ancak 15 Haziran günü haberi olmuştu. Parti yöneticilerinden Sadun Aren anılarında, ne olduğunu öğrenmesi için Yalçın Cerit’i hemen İstanbul’a gönderdiklerini anlatır.
Ankara’da kitlesel “sol” hareketler genellikle öğrenci gençlik kesimi tarafından gerçekleştirilmiştir. O tarihlerde DİSK, Ankara’da yeni yeni örgütlenmekteydi. Zaten kentte sanayi tesisleri çok sınırlı sayıdaydı. İşçiler genellikle kamu kuruluşlarında çalışıyordu ve o işyerlerinde de Türk-İş’e bağlı sendikalar etkindi. Dolayısıyla 15-16 Haziran Ankara’sında İstanbul’a benzer bir direniş beklemek gerçekçi değildir.
Ankara’nın tanıklık ettiği tek kitlesel işçi eylemi, 1962 Mayıs’ında 5.000 inşaat işçisinin Meclis’i kuşatmasıdır (Bknz. Solfasol, Sayı:49, Mayıs 2014). Kuşkusuz o eylemde iki efsane sendikacının, Tahir Öztürk (Fukara Tahir) ile İsmet Demir’in ustalıklarının payı büyüktür. Bunu bir ara not olarak kaydedelim ve 16 Haziran’a dönelim.
İstanbul’dan gece gelen Sait, 16 Haziran sabahı ODTÜ Mimarlık Amfisi’nde bize izlenimlerini aktarıyordu. Uykusuzdu, heyecanlıydı.
Anlattıklarını sessizce dinliyorduk. İşte, işçi sınıfı somut bir biçimde varlığını göstermiş ve İstanbul’da kenti baştan aşağı saran bir eylem gerçekleştiriyordu. Biz ne yapacaktık?
Çok geçmeden kendimizi kampüsten kente giden otobüslerde bulduk. Otobüsler doğrudan İskitler’e, Sanayi Çarşısı’na götürdü bizi. Yürüyüş başlamıştı. Uzunca bir sokağa girdik. Genellikle oto tamircilerinin ve benzeri dükkânların olduğu bir sokaktı. Seçim Sokak diye ararsanız kent haritasında bulabilirsiniz. Çevik Kuvvet Polis Merkezi’ne ve Emniyet Sarayı’na çok yakındır. Yani iyi bir yere konuşlanmıştık.
Birkaç yüz kişi, belki de bin kişi kadardık sanırım. Kimler vardı aramızda? Hatırladıklarım ve bazı arkadaşlarımın hatırladıkları: ODTÜ’den Münir, Yusuf, Tuncay, Akın, Orhan, Menteş, Aydınel, Gülay, Türkan, Nuran, Aysel, Firuzan... SBF’den örneğin Baskın, İlber, Cengiz... DİSK’ten Uğur Cankoçak, PDA’dan Gün Zileli... Genellikle birbirini kıyasıya eleştiren “sol’un bütün “çizgileri” bir araya gelmişti. Bir miktar erkek ve kadın sendikalı işçi de vardı aramızda.
Arkadaşlarımız iktidar karşıtı sloganlar atıyor, bir yandan da tamirhanelerinin önüne çıkan usta, kalfa ve çırakları “İşçiler yanımıza” diye eyleme katılmaya çağırıyorlardı. Nedense “çarşı” ahalisinden kimse bu çağrıya olumlu yanıt vermiyor, şaşkın şaşkın olan biteni seyrediyorlardı. Herhalde, toplumsal konumlarını bizden daha iyi biliyorlardı; işçi değillerdi.
Gösteri başlamadan bitti diyebilirsiniz. Toplum polisi sokağın giriş çıkışlarını kapatmış, önüne geleni coplayarak arabalara dolduruyordu. Seçim Sokak sakinleri de polise yardımcı oluyordu... Menteş ufak tefekti, kaçarken, bulduğu boş bir varilin içine girmiş, saklanmıştı. Dükkânların üzerindeki evlerde oturanlar, “Memur bey bak, orada varilin içinde biri var” diyerek muhbirlik görevlerini yerine getiriyordu. Menteş varilin içine sıkışmış, kafasına coplar inip duruyordu. Fena hasar almıştı.
Polisten kaçıp kurtulanlar da olmuştu. Ertuğrul ile Ali’nin kaçışı ilginçtir. Ulus’a doğru koşuyorlar, peşlerinde mahallenin çocukları ve köpekleri... “Çarşı”daki bazı esnafın daha hoşgörülü olduğunu, dükkânlarına sığınanları bir süre misafir ettiklerini eklemeliyim.
Cumhuriyet’te yayımlanan haberde 61 öğrenci 19 işçi, toplam 70 göstericinin gözaltına alındığı yazılmış. Gözaltında polisle ilişkiler biraz daha sakinleşmişti, hatta bir grup kadın göstericinin geceyi kendi evlerinde geçirmelerine izin verilmişti.
Gözaltına alınanlar, ertesi gün Anafartalar’daki eski Adliye’de mahkemeye çıkarıldı. Dava babacan bir yargıca düşmüştü. Yargıç, polisin gerekli yasal uyarıyı yapmadan işe girişmesi nedeniyle daha baştan kararını vermiş görünüyordu.
Böyle durumlarda genellikle “Tesadüfen oradan geçiyorduk, böyle bir gösteriden haberimiz yoktu”
“Ankara’nın tanıklık ettiği tek kitlesel işçi eylemi, 1962 Mayıs’ında 5.000 inşaat işçisinin Meclisi kuşatmasıdır”
“Arkadaşlarımız iktidar karşıtı sloganlar atıyor, bir yandan da tamirhanelerinin önüne çıkan usta, kalfa ve çırakları “İşçiler yanımıza” diye eyleme katılmaya çağırıyorlardı. Nedense “çarşı” ahalisinden kimse bu çağrıya olumlu yanıt vermiyor,
şaşkın şaşkın olan biteni seyrediyorlardı”
gibi ifadeler verilir. Bu yargılamada da böyle olmuştur. Ama sıra kadın sanıklara geldiğinde, başta Gülay olmak üzere hepsi, eylemin gerçek nedenini söyler. Bunun üzerine yargıç erkeklere döner, “Erkekliğinizden utanın, bakın kızlar ne diyor” diyerek onları azarlar.
Bu arada İlber her seferinde düzeltir, ama yine de yargıç ona sürekli “Dilber” demektedir. Bir ara Ergin Hoca söz alır, yargıca “Savcıya sorar mısınız? Dayak yiyen biz olmamıza karşın acaba neden sanık sandalyesindeyiz?” der. Yargıç, “Otur yerine, burası Amerikan Mahkemesi mi? Öyle soru mu sorulur” diye yanıt verir... Eğlenceli geçtiği söylenen duruşma sonunda bütün sanıklar serbest bırakılır.
Ankara “sol”unun Sanayi Çarşısı öyküsü, İstanbul’da yaşananların yanında pek önemsenmez. Biraz tebessümle, “naif ” bir girişimdi diye geçiştirilir. Oysa hatırlanmasında yarar vardır. Zira o gün topluca, o “çarşı”da işçi bulacağını sanmanın yanılgısı yaşanmıştır. Yine de eylem, İstanbul’da direnen işçilere yönelik iyi niyetli bir destek girişimi olarak görülmelidir deriz.
Sol politikanın güvenilir adlarından Yalçın Yusufoğlu’nun yayımlanmamış anılarında, sendika çevrelerince Sanayi Çarşısı eyleminin amacına ulaşmış olarak değerlendirildiği anlatılır.
Sonuçta, işçi sınıfının DİSK örgütlülüğü içinde varlığını kanıtlaması, Ankara “sol”unda önemli bir değişikliğe neden olmuş mudur diye sorabilirsiniz. Hayır, herkes yine bildiği yoldan gitmiş, 12 Mart’a, arkasından 12 Eylül’e gelinmiştir.
Bu yazının biraz daha genişletilmişi için bknz.: (https://bianet.org/bianet/ emek/225592-15-16-haziran-in-ankara- cephesi)
Yorumlar (0)