Taşına bakıldığında çeşitli sebeplerle ama en çok da taşların yoğunluğuyla gözlerin dolmasına sebebiyet veren, kapalı giyinilmesini seven, kötü niyetli bir suskunlukla gri lacivert bir havayı edebimizle solumamıza ancak müsaade eden, şikâyet edenden şikayetçi olan, kişi başına düşen müdürlük, başkanlık, yöneticilik gibi unvanlar sıralamasında ‘gelişmişliği şüpheli ülkeler endeksinde’ bizi gururla temsi eden, eş, dost ve akrabalar arasında en çok kimi seversiniz sorusuna ‘mütedeyyin dayımı’ şeklinde cevap verilmesini salık veren ve dayısı olmayanları kadrolu ayılarına havale eden, altın olmasa bile en az gümüş değerindeki hazine arazilerini Brest-Litovskvari dağıtan, turizme katkısı bakanlığıyla sınırlı, eğitime evet diyen ancak eğitilenlere başını sokacak yer verme konusunda çok da gönüllü olmayan, kentsel dönüşümü ucuz toplu konutlara sıkışmış, içinden boğaz geçen selefine inat içinden geçen tüm akarsuları betonlarla kapatmış, trafiksizliğiyle övünen ancak trafiğe katlanıp gidilesi, görülesi ve tüm sıkıntılarından arınmak için pazarı bekleyen onca insanına çoğu memuruna hayli öğretmenine ve kimi işçisine manzarayı çok görmesinden dolayı bacası tıkalı şömineli balkonlarında çiçek yetiştiren ve yetişen üç domatesin ahvaliyle ilgilenmekten ötürü evinden çıkmayan, tam da o pazar günleri gazete alan ama onu geçici yer döşemesi için kullanan, kitap alışverişini hep o geç gelen arkadaşını beklediği kitapçının önünden, sırf o geç geldiği için ve sırf kapağını beğendiğinden ötürü yapan ve o kapak çok da özenildiğinden değil ama sakin ve tozlu bir köşede unutulduğu için kırışmamış, yüzü taksit ödemekten kırışmış, ceketi her sabah önünü iliklediği yerden kırışmış ve kırıştırdığı karnesi için oğlunu azarlamış, perdelerini kırıştırdığı için misafir salonunun penceresinin karısı tarafından azarlanmış ama karısına hiç kırışmayan evlilik cüzdanı dışında tesadüfen mimiklerini kırıştıran bir gülücük dahi vermemiş insanların kentidir.
Ankara, jakoben dönüşümün getirdiği zihni yarılmayla ‘yemen türküsünün’ nasıl okunacağını tartışan ve önemli bir kısmın da Muş’ta karar kıldığı ve Yemen’de savaşmış dede gerçekliğini coğrafi haritalarda ovaları yüksek dağlarla değiştirip unutan; bu sayede yurtta sulh olmadan cihana da hiç sıra gelmeyeceğinden ötürü resmi bir uyuşukluğun kendini her milli bayramda tekrar ettiği; seçimlerin arada bir teklediği, seçimi kaybedenlerin nadiren pes ettiği; örgütlenmenin bir zamanlar sessizce örgütlenenlerce yasak edildiği sonra da üretmeden kazananlarla kazanmadan üretenlerin sınıfsal bölünmeyi ancak teşkil edebildiği ve imtiyazsız sınıfsız bir kitle olma hali ve hayalinin ancak alışveriş merkezlerinin yüksek ışıklı alçak koridorlarında gezerken cüzdanda belki asgarisi ödenebilmiş bir kaç kredi kartıyla sınırlanabildiği; asgari müştereklerin, askeri iştiraklerle uyuşmaması sonucu tank paletinden aşınmış caddelerin kendini çok yağmurlu gecelerin sabahlarında halen belli edebildiği; hem plansız hem de pilavsız geçen yılların ardından pilavsızlığa ve plansızlığa aşina olunan; bir zamanlar vatandaştan önce uyanıp plajlara koşan bir ecdadın evlatlarının, ki eskiler onu bile esirgediğinden, iktidara geldiğinde halk ekmekle yoksulluk mücadelesi verdiği ve bu sayede plajlara pek de gidilmediği; deniz hasretininse ‘biri hariç’ İstanbul’da çekilen dizilerden ve boyuna bakılmaksızın tutulmuş az taze balıkla giderebildiği; tarihi yaşatmanın tarihi AVeMeleştirmek diye bellendiği sırf da bu yüzden tarihselliğin çok görüldüğü kimsesiz restorasyonlara açılmayacak perdelerin sipariş edildiği; eleştirilmenin en büyük korku olup da diğer korkulara yer kalmasın diye mezarlıkların nizamileştirildiği uzak tepelerin kentidir Ankara. Kısaca, ey soluk ışıklarıyla ve sabah soğuğuyla hacminden muzdarip kasaba üçkâğıtçılığı kokan otobüs garında endişeli gözlerle toplu taşım sendromu yaşayıp taksi bekleyen genç arkadaş, yakın mesafeli uzak yolculuğuna hoşgeldin!
Yorumlar (0)