Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara’nın Umut Tazeleyen Mekanları Mütevazı bir Ankara Mekânı: ÇARŞI

Aşağı Ayrancı’da, Ali Dede Sokak’la Güvenlik Caddesi’nin kesiştiği yerde ÇARŞI adında unlu mamuller ve ev yemekleri satan küçük bir dükkân/kafe var. Meğer 6 yıl olmuş açılalı ama ben geçen gün tesadüfen keşfettim. Tam Solfasol’lük bir yer. Alışveriş yapmak için girdiğim bu dükkânda kendimi tutamayıp, dükkânın sahibi olduğunu tahmin ettiğim, sonradan adaşım olduğunu öğrendiğim sorumluyla düşüncemi paylaşıyor, “Solfasol’lük bir yer burası” diyorum. Solfasol’e aşinaymış.

Ankara’nın Umut Tazeleyen Mekanları Mütevazı bir Ankara Mekânı: ÇARŞI

 

Önceleri satılsın diye bırakılıyormuş gazete; sonra ne olduysa unutulmuş. O akşam arkadaşlara haber verince yine bırakmaya başlıyorlar gazeteyi. Ben de ÇARŞI’yı anlatan bu yazıya girişmek üzere bayramın ilk günü görüşmeye gidiyorum. ÇARŞI’nın sahibi Semiha Sunalı “sektör“e dışardan gelmiş: İki yıl ODTÜ’de Kimya Öğretmenliği Bölümü’nde okumuş, Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun olmuş, borsada 7-8 yıl çalışmış, sonra bu işe soyunmuş. “Birşeyler yapmam gerekiyordu” diyor. Borsa dışında yapacak bir iş ararken, unlu mamuller işiyle uğraşan bir arkadaşı “butik bir yer” açmasını önermiş. “Daha önce hamur bile yoğurmamıştım; ben ne anlarım unlu mamullerden!” diyor. Bir ay arkadaşının yanında staj yaptıktan sonra ÇARŞI’yı açmış, işi yaparak öğrenmiş.

ÇARŞI adı Beşiktaş’tan geliyor. “Ben Beşiktaşlıyım,“ diyor gururla. Arada Beşiktaş maçlarını izlemek için İstanbul’a gidermiş. Sırf o yüzden Digitürk de almış. Bazı arkadaşları, özellikle solcular, bu futbol merakını eleştirirlermiş ama Gezi’den sonra futbol çevresindeki dayanışma ruhunun daha iyi anlaşıldığnı söylüyor. Dükkanın logosu, tıpı tıpına aynı olmamakla birlikte, Beşiktaş taraftar ÇARŞI’nın logosunu hatırlatıyor. Yazı karakteri biraz farklı, harfler üst üste binmiyor. A siyah, diğer harfler kırmızı. Biraz tepki gelebilir endişesiyle, biraz da kapsayıcı olması amacıyla, “anarşist” amblemi olan A’yı kullanmamış, “tam aynı olmasın” demiş. Ama ilk bakışta çağrıştırıyor. ÇARŞI adı işlevsel bir anlam da taşıyor: “Burası Ayrancı’nın merkezi tam.

Burayı tuttuğumda berber vardı, manav, balıkçı vardı.” Yani, tam da çarşı içinde diye ÇARŞI adı uygun düşmüş. ÇARŞI’da dört kişi çalışıyor. Yemekleri Semiha Hanım kendisi ve bir yardımcısı yapıyor. Zeytinyağlılar, mezeler, kurabiye çeşitleri, su böreği, ıspanaklı börek “her zaman çıkan şeyler”. Gözleme de çıkıyor “normal zamanlarda” ama benim ziyaretim bayrama denk geldiği için o gün yok. Semiha Hanım, “bizim dereotlu, peynirli poğaçamız meşhur”, diyor, “bir de baklava—gül baklavası— beğeniliyor”. ÇARŞI’yı keşfettiğim gün çalışan, benim dükkânın sahibi zannettiğim, adaşım Emine Hanım, gündüzleri 10:00-17:00 arası çalışıyor. Semiha Hanım, “çok benimsedi burayı, onun için de iyi oluyor, vakit geçiriyor” diyor, herhangi bir “eleman” gibi olmadığını, “anne-kız ilişkisi” içinde olduklarını söylüyor. Emine Hanım’ın birkaç mezesi var. Bazen, istenirse, onları yapıyor. Meze dışında yemek yapmıyor. ÇARŞI’nın dördüncü çalışanı Sabiha. Bir gün önce geldiğimde onunla da tanışmıştım. Tezgahta, satış işiyle uğraşıyor.

Güler yüzlü bir genç Sabiha, üniversite öğrencisi, kimya mühendisliğinde okuyor, yarızamanlı çalışıyor. Semiha Hanım’ın dediğine göre, “Aynı zamanda ona da okul gibi oluyor burası”. Semiha Hanım ÇARŞI’yı açarken yalnızca bir iş, bir kazanç kaynağı edinmek istememiş. “Mahallelinin kendi yeri gibi hissetmesini istedim, sohbet edilecek biryer olsun istedim. Benim isteğimin de ötesine geçti” diyor. ÇARŞI’yı açtığında iki masa varmış, sonra masalar dörtlemiş. Masalar az olduğu için, “mecburen”, birbirini tanımayan müşteriler de birlikte oturmuş: “Buraya gelen herkes burda tanıştı. Ondan sonra dostluklar başladı.” ÇARŞI, 6 yıldır hizmet verdiği köşede müdavimler edinmiş, toplantılara ev sahipliği yapmış.

 “Şahin Yenişehirlioğlu vardır, felsefeci, Mümtaz İdil, başka akademisyenler var. Güzel sohbetler oluyor. Genç üniversite öğrencileri geliyor.” Konuşmamız süresince başka isimler de geçiyor. Mesela, seyrek de olsa, Emine Ülker Tarhan geliyormuş. “Şahin Hoca geldiği zaman felsefe sohbetleri oluyor. Sanat, felsefe, günlük siyaset... Herşeyden konuşuluyor.” Derken, yan masada oturan birine sesleniyor Semiha Hanım bizi tanıştırmak için. Ferhat Dorkip. Bilkent’te aynı fakültede çalışmışız.

Hatırlıyoruz birbirimizi. Dünya küçük. “Herkesi bir araya getiren Semiha oldu” diyor Ferhat. Müdavimler arasında ortak bir dil oluşmış, ortak espriler kurmuşlar, ortak bir kültür. Bir gün Nihat Genç “eşek yerine koydular bizi” dediğinde, Şahin Hoca “eşek yerine koysalar yine iyi” demiş ve aralarında bir “Eşekler Zaviyesi” oluşturmuşlar. Semiha hanım “Herkes fenomen burda” diyor, “Normal zamanda bir araya gelmeyecek insanlar... Herkes başlı başına, kendi alanında ... Herkes biraz egosunu törpülüyor, bir arada olabiliyor”. Diğer masadaki iki gence sesleniyorlar, “Haydi gençler, siz de gelin, beraber oturalım”. “Mahallemizin gençleri“ diye tanıştırıyor Semiha hanım: Burak, Ankara Ziraat’te, tarım makinaları mühendisliğinde öğrenci; Mehmet, Gazi’de Lojistik okuyor. Mahallede herhangi birinin bilgisayarında bir problem olursa yetişiyormuş Mehmet.

“Zaten Semiha Abla’yla öyle tanıştık” diyor. “Burda hiyerarşi yok” diyor Ferhat ve ekliyor, “Sahtekârlık yok, hiçbirşey yok. ÇARŞI’ya gelmek, yaşamak lazım.” Biz Semiha Hanımla konuşmayı sürdürürken o gençlere anılarını anlatıyor –Servet Tanilli hocası olmuş—, gençler dinliyor. Esprili, samimi bir ortam. Bünyamin adında bir hayali karakter yaratmışlar, ondan söz ediyorlar. Bünyamin’den uydurma alıntılar yapıyorlar, gülüşüyorlar. Arada kulağıma çalınıyor konuşmalar: “Türklerin iki lafı vardır, birisi ‘icat çıkartma’, diğeri ‘farketmez abi’...” ÇARŞI, Semiha Hanım’ın öngördüğü gibi mahallenin bir uğrak yeri olmakla kalmamış, ortak etkinliklere de merkez olmuş. Bir kere, artık Solfasol sayılarının da yer aldığı duvardaki küçük kitaplığa okunsun diye kitaplar bırakmış müşteriler. Aralarında polisiye de var, felsefe kitabı da, vitamin rehberi de.

Karşı duvarda,  ‘’Ankara’nın Bir Sözlü Tarihi’’ diye adlandırabileceğim bir kalıcı sergi bulunuyor. “Fransız bir müşterimiz vardı, enstalasyonlar yapan. Buraya da yapalım mı? dedi. Ankara’da beş kafeye yapmış, birisi de biz.” Thierry Payet’nin 2013’de, 27 Nisan - 21 Mayıs arasında yürüttüğü ve ÇARŞI da dahil çeşitli mekânlarda tartıştığı ‘’Ankara’’ başlıklı enstalasyon projesinde, ‘’Yabancı bir sanatçı Ankara’yı insanlarla temasları sonucu insanlara ve tarihlerine bağlı yerlerden, hareketle keşfediyor’’.

Geçen yıl ÇARŞI ‘da yapılmış olan bu çalışma kafenin sabit dekoruna dönüşmüş. Aktivist etkinliklere de önayak olmuş ÇARŞI. 2009 sonlarında başlayıp 2010 Şubat’ına kadar süren Tekel İşçi Eylemi sırasında mahalle sakinleri iki kere ÇARŞI’da toplanıp sabaha kadar 5000 poğaça yaparak işçilere destek olmuş. Kadın-erkek, hamuru yoğurmaktan poğaçaları paketlemeye kadar işbirliği içinde çalışmışlar.

Bu dayanışmayı gururla, “Çok heyecan verici bir olaydı” diye hatırlıyor Semiha Hanım. Konuştukça ortak tanıdıklar çıkıyor. Ulus Baker ile arkadaşmış, mesela ve onun aracılığıyla tanıştığı Ünal Nalbantoğlu da gelirmiş ÇARŞI’ya. Son dönemlerinde, artık evden çıkamadığı zamanlarda, özel yapılmış ekmeğini Semiha Hanım gönderir ya da kendi götürürmüş. Sizli bizli konuşmayı bırakıp birbirimize adımızla seslenip sen demeye başlıyoruz; ayrılırken tokalaşmakla yetinmiyoruz, kucaklaşıyoruz. ÇARŞI’dan bir dostluk daha doğuyor.

Elbette “kâr amacı güden” bir işletme ÇARŞI, ama sıcak, amatörce çalıştırılan ve Solfasol ekibinden Tanju Gündüzalp’in dediği gibi, insana “Çok özel, güzel, başka bir dünya mümkün” dedirten bir mekân, ortam ve insanlar.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış