Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ankara ve Bellek Söyleşileri

"Adım Yavuz İşcen, Ankara ile ilgiliyim"

Ankara ve Bellek Söyleşileri

Zişan: Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?

Yavuz İşçen: Adım Yavuz İşçen Ankara ile ilgiliyim, tabii bunda Ankara’da doğup büyümemin etkisi de var, çok anı biriktirmekle de çok bağlantılı. Bizim orada Ankara’nın derelerinde sapanla kuş avlamamızdan tutun da hani her şeyini biliyoruz.

Tansu Açık: Ne zaman başladın Ankara’yı çalışmaya peki?

 Yavuz İşçen: Ben hemen hemen 83’te başladım Ankara’yı çalışmaya, fakat çok amatör, hâlâ da amatör tabi ama kitap, belge toplama üzerinden bir yandan da gezip nerde ne varmış falan, o sırada fotoğraf makinası almıştım. Hepsini fotoğraflama, belgeleme…. Öncesinde sohbet ederken Klemens Kilisesi’nden bahsetmiştik mesela, onunla ilgili ilginç bir anı; Klemens Kilisesi’ne gittim o sıra Adliye’nin arkasında, 9. yüzyılda yapılmış, 1450’li yıllarda camiye çevriliyor.

 En önemlisi 1916 yangınında yok oluyor. Bunun üzerine bugün Adliye’nin olduğu yere taşıyorlar camiyi, kilise ise yıkık vaziyette duruyor. Neyse işte ben o yıkılan kiliseyi görmeye gittim. Fakat orada bir duvar var, o duvarı tırmanıp arkasına bakmak gerekiyor. Tam duvara tırmanırken iki polis çıktı beni yakaladı, “Burada kilise var” dedim, notlarımı gösterdim. “Gel bakalım” deyip beni Adliye’ye götürdüler, oradaki komisere, görevliye “Ben araştırmacıyım, Adliye ile işim yok, arkadaki binayı görmek istiyorum.” dedim. “Peki git ama buraya da öyle girilmez ki” dedi. Ben de “Başka nerden gireyim, başka yol yok ki, bir yer gösterin oradan gireyim.” dedim. Bu da o dönem öyle bir anımdır. Ağırlıklı olarak on beş yıldır daha ciddi çalışmaya başladım. Biraz işlerimin azalması, emekliliğin de etkisi oldu.

Tansu Açık: Mahallenden mi başladın, Bahçeli’den mi başladın?

Yavuz İşçen: Yok hayır Bahçeli’den başlamadım. Ama hep Bahçeli 7.Cadde üzerine yazmak istiyorum. Ben biliyorsun, Kürt Muzo nerdeydi, kim kimle kavga etti, hepsini bilirim. Çünkü epey orada yaşadım. Mesela şimdi gittiğim zaman bir ay sonra aynı dükkanı göremiyorsun, sirkülasyon çok ki ben sessiz sakin, eski dönem Bahçeli’sini, o caddeyi yazmak istiyorum. Hatta bizim kuşakta, o dönemi yaşayan birileriyle yazmak istiyorum. Örneğin Gümüş Sineması’nı, evet Çarşı Durağında İş Bankası, Yapı Kredi, balıkçılar falan var ya, oranın en üst katı sinemaydı. Aslında teras katında açık hava sineması, en alt katında da Gümüş Pastanesi vardı.

Bunlar güzel bilgiler, onun karşısında köşede postane var şimdi, eskiden orada meyhane vardı. İsminin ne olduğunu bir türlü bulamadım, birisi bir aile fotoğrafı paylaşmış, Karadeniz Lokantası diyor. Ama Ankara’da Karadeniz Lokantası çok yer değiştirdi oraya da uğradı mı bilmiyorum. Bahçelievler’le ilgili çok anı var ama benim Ankara’ya ilgim Bahçeli ile başlamadı. Genel olarak cami, kilise ve özellikle Roma dönemi Ankara’sı ile ilgiliyim.

Tansu Açık: Dışkapı’ya Hurda Pazarı’na para toplamaya giderdin.

Yavuz İşcen: O zaman ben Roma sikkeleri topluyordum. Hatta senle Tansu Agustus Tapınağı’ndaki turistlere o sikkeleri göstermiştik. Rehberleri de İngilizce turistlere bu sikkeler sahte olabilir demişti, sen de karşı çıkmıştın. Fakat rehber pek inanmamıştı, sanki iki çocuk gelip turistlere sikke satmaya çalışıyor gibi görmüştü, yani öyle bir halimiz vardı. Sonra iyice sistemli Ankara arşivi oluşturmaya başladım. Ondan sonra işte emekli maaşlarına kadar alınabiliyorsa, tüm maaşı oraya yatırıp bir sürü şey aldım, özellikle eski haritalar, çok işime yarıyor, eski 40’lı yıllardaki telefon rehberleri...

O kadar çok bilgi çıkıyor ki size anlatamam. Bu telefon rehberleri senede bir çıkardı, kişilerin olduğu bir rehber vardı, bir de firmaların, iş yerlerinin olduğu bir rehber vardı. Oradan o kadar çok şey çıkıyor ki size anlatamam. Mesela bir iş yeri arıyorsun, nerde? Kimse bilmiyor ama orada adresi var.

 Tansu Açık: Biz bunları bir sürü belge varmışçasına konuşuyoruz halbuki ortak görsel bellekte büyük eksik gedikler var. Bu eksikliği gidermede örneğin sizin Facebook’daki Ankara’nın Fotoğraf Ansiklopedisi sayfanız çok çok değerli veriler ortaya koyuyorsunuz. Ankara’da görsel belleğinin en az olduğu yıllar ne zamanlar?

Yavuz İşçen: Şu dönem net bir şekilde boşluk var diyebileceğimiz bir dönem yok açıkçası ama dediğin gibi 60’lı, 70’li yıllar arasında azalma var. Mesela Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 30’lu, 40’lı yıllarda fotoğraf anlamında bence daha fazla belge var. Tarık Edip gibi o dönemin kırtasiyeleri bir takım kartpostallar bastırmışlar, bir takım fotoğrafçılar gelmiş. Bu fotoğrafların çoğu kartpostal olarak bastırılmış. Bunlar olduğu için bir arşiv oluşmuş, bir de Cumhuriyet yeni kurulduğu için büyük bir propaganda aracı olarak kullanılıyor. İşte çok süslü, gürbüz sarışın çocuklar okullarda, halbuki o dönemde Ankara’da sefalet var birçok okulda. İşin o yönü ayrı, bize birçok fotoğraf albümü bıraktı. O bakımdan olumlu yönü var.

60’lı, 70’li yıllarda fotoğraf makineleri çoğaldı. Fakat bu kadar sistematik bir arşiv yok. Onun yerine aile arşivleri var. Aile arşivlerine de ne kadar ulaşılabilir, onu bilmiyorum.

Tansu Açık: İstersen daha sonra kitaplarına geçeriz, şimdi biraz gezilere geçelim. Ankara’da pek çok gezi yapılıyor, sen de yapıyorsun. Bu belleği oluşturmak için çok önemli, evet gezilerden konuşalım biraz.

 Yavuz İşçen: Gezilere ilk kez 3-4 sene önce Yahudi Mahallesi’ni gezdirerek başladım. Senle de zaten gezdik. Bu daha çok arkadaş çevresiyle yaptığımız bir şeydi. Eryaman’da Halkevi şubesi var, onlarla gezdik. Daha sonra sanki benden başka kimse bilmiyormuş gibi bu Yahudi Mahallesi üzerime yapıştı. Bir şey olunca birileri “Yahudi Mahallesini gezdirir misin?” diyor ben de “Yok, hayır” diyemiyorum. Mimarlar Odası ile de 4 veya 5 kere farklı gruplarla, farklı tarihlerde Yahudi Mahallesi’ni gezdik.

Bu arada da Yahudi Mahallesi kalmadı biliyor musunuz? Yani senle Tansu 4 sene önce gezdiğimiz ile şimdi ki Yahudi Mahallesi arasında çok belirgin farklar var. O dönemden bu döneme benim bildiğim en az on tane ev yıkıldı. Zaten yakıp yakıp otoparka çeviriyorlardı. Şimdi iyice belirgin hale geldi. Gerçekten Yahudi Mahallesi göz göre göre yok oluyor, geriye bir şey kalmayacak. İyi ki Yahudi Mahallesi’ni anlatan Hermana belgeseli çekildi. Fakat şöyle bir eleştiri yapabilirim. Her şeyi laylaylom gibi gösteriyorlar. Hayat öyle bir şey değil. Yani Yahudiler neden Ankara’dan ayrıldılar? Uzun zaman Yahudiler bir korku içinde yaşadılar. Soyadı Kanunu çıktığında korktular, İstanbul’dakiler, Edirne’dekiler sürgün edilince korktular. İkinci Dünya Savaşı yıllarında korktular. Sonra tabii İsrail Devleti kurulunca gittiler. Bu toplumda hep korku içinde yaşadılar. Ama belgesel bize şöyle veriyor; Dario Moreno dinlerdik, güzel yaşadık, komşuluk ilişkilerimiz iyiydi. Aslında öyle belki ama…

Tansu Açık: Öyle olabilir ama üst ses bu korkuyu anlatmalı. Ama yani benim annem de mesela geçmişi hep güzel anlatır.

Akın Atauz: Aslında Beki Bahar’ın kitabı da öyle sanki kremalı pasta gibi bir hayatı var. Yavuz İşçen: Beki Bahar’ın yine değindiği noktalar var. Hissediyorsunuz satır aralarından ama açık açık yazmıyor.

 Akın Atauz: Ben ilk okuduğumda çok kızdım, sizin dediğiniz gibi, laylaylom muydu diye. Sonra ikinci kez okudum ve gördüm ki çok dikkatli, olağanüstü dikkatli söylemiş olduğu şeyler var.

Yavuz İşçen: Ama gerçekten belgesel de öyle gitmiş. Hep kötü eleştiri olmasın elbette yapılan çok önemli bir şey. Fakat bir eleştirim daha var, belgeselde bahsedilen çeşmelerin bazılarında da yanlışlıklar var. Bunu da belgesel sonrası söyleşilerin birinde dile getirmiştim. Erman Tamur da koordinatlarını vererek dile getirmişti. Daha sonra bu konuda bir düzeltme olmadığını görmem benim için bir eksidir. Fakat dediğim gibi belgeselin artılarını da es geçmeyelim tabii ki.

 Tansu Açık: Kitaplarına geçelim mi? Benim ilk önce soracağım şu, olağanüstü güzellikteki “Ne, Nerdeydi, Nereye gitti?” kitabı, sonra bu yayımladığın üç kitap… Nerden temin edilebilir?

Yavuz İşçen: Altıntuğlu Kuyumculuk’a gidip isteyenlere, ücretsiz olarak dağıtılıyor. Tansu Açık: Yeri Neredeydi? Yavuz İşçen: Çıkrıkçılar Yokuşu’nda Anafartalar Caddesi’nin başında yeri. Cadde Anafartalar, Ankara’nın Mahalle Çeşmeleri, Ankara’da Cami ve Mescitler kitapları beraber çıktı.

Akın Atauz: Ankara’da Gayrimüslimler, kiliseler, sinagoglar, manastırlardan biraz konuşalım.

 Yavuz İşçen: Ermeniler, Rumlar, Yahudiler Ankara’ya nasıl, neden geldiler? Hangi mahallelerde oturdukları, nüfusları neydi? Kiliseleri, okulları neredeydi? Ben mekanlara daha çok önem veriyorum. Mesela İdadi Okulu Ankara’nın neresindeydi? O mahalleyi saptayabilmek, bu konuda da en önemli kaynağım 1924 Osmanlıca Ankara Haritası’dır. Tansu Açık: Bu kitaplar hakkında başka neler söylemek istersin? Yavuz İşçen: Bu Anafartalar Caddesi kitabı tamamen talep üzerine yazıldı. Oradaki kuyumcuları tanıyorum, daha doğrusu Orhan Altıntuğlu’yu tanıyorum, MAD’dan arkadaşımdır.

Tansu Açık: Aaaa onu da söyleyelim, bir ara Ankara Mağara Araştırmaları Derneği Başkanı’ydı Yavuz, ben de bu sayede mağaralara gittim.

Yavuz İşçen: Neyse işte biz Anafartalar kuyumcuları olarak “Anafartalar’ı anlatan bir kitapçık hazırlamak istiyoruz, sen Ankara ile uğraşıyorsun sen yazabilir misin?” diye sordular, “Yazarım” dedim. Sene 2015 yılıydı, onlar “Daha çok 6 sayfalık broşür tarzında olsun, çok fazla basalım, herkese dağıtalım” dediler. Kitabın orijinali 300 sayfalık olacaktı. Ben onu hazırladım, duruyor öyle, baktık maliyeti epey yüksek, biz bunun sayfasını düşürelim dedik. 80 sayfaya düşürdüm ve böyle yayımlandı. Sonuçta kuyumcular için çok güzel bir kitap oldu. Diğer yazdığım kitapları da biliyorlardı ve “Basalım” dediler. Ben onlara ilk önce “Tekkeler, Zaviyeler ve Çeşmeler” kitabını önermiştim. Dini bütün bazı vatandaşlar “Camiler kitabı olsun” dediler. Ben de “İyi tamam ilk camileri yapalım” dedim. Diğer kitabı sonraya bıraktık.

 Akın Atauz: “Okullar” kitabında, gayrimüslim okullar da var mı?

 Yavuz İşçen: Var, hepsi var. 19. yüzyılda Müslüman okullarından çok Rum ve Ermeni okulları vardı. Yabancı dil eğitimleriyle makbul okullardı. Hatta zengin Türk ailelerinin de tercih ettikleri okullardı. Bir de tabii Osmanlı’da yabancı okul statüsünde de okullar vardı. Bu yabancı okullarda daha çok misyonerlik işleri yapılıyordu. Özellikle Osmanlı’nın son döneminde gayrimüslim ve yabancı okullara epey baskı var. 1913 Balkan Savaşları ve 1924 Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan sonra epeyce kapandılar.

Tansu Açık: Bu proje kapsamında ve bu proje dışında kaç kitap basılmaya hazırlanıyor?

 Yavuz İşçen: Bu proje kapsamında 6 kitap yazdım, bunun 2 kitabı yayımlandı. Basılmak için hazır olan diğer kitaplarım; “Cumhuriyet Öncesi Mezarlar, Yatırlar, Türbeler” diğeri “Osmanlı Dönemi’nde Ankara’da Tekkeler, Zaviyeler, Dergahlar, Medreseler ve Okullar”, üçüncü kitabım “Osmanlı Dönemi’nde Ankara’da Hanlar, Hamamlar, Oteller” ve en sonuncu hazır olan kitabım “Cumhuriyet öncesi Ankara’da Dereler, Köprüler, Değirmenler”. Bir de bu proje dışında ‘’Ankara’da Gayrimüslimler’’ kitabı var. Ankara’daki cami onarımlarına, restorasyonlarına gelecek olursak, ben tek tek hepsini gezdim, fotoğrafladım. 104 tane Osmanlı ve Selçuklu Dönemi camii var. Benim gördüğüm şu; Hamamönü ve çevresi gibi gibi Akın Bey siz daha iyi bilirsiniz ama yani çok kötü yaptılar, yani restorasyon değil o yapılan şeyler. Fakat camilere baktım, daha özenilmiş, daha iyi. Mesela adam mihrabı yağlı boyayla boyamış. Altında işlemeler var, ahşap kısımlarında çok güzel işlemeler var. Hatta Nakkaş Mustafa eseri gibi bilinen insanların yapmış oldukları şeyleri, teker teker yine yağlı boyayla boyamışlar. Bu benim için çok şaşırtıcı, hiç beklemiyordum böyle bir şey.

Akın Atauz: Biraz gelişti galiba ama en kötü restorasyonu galiba Hacı Bayram’da yaptılar. Orada süslemeye yönelik çok fazla yaldız kullandılar, oraları mahvettiler. Fakat oranla daha küçük işlerde bence de daha titizler, çünkü maliyet daha düşük, bir de yapan adam biraz da bu konulara meraklıysa daha titiz düzgün işler çıkıyor.

 Yavuz İşçen: Mesela Kayabaşı semtinde Kayabaşı Camii var. Mihrabında 29 tane 14.-15. yüzyıllardan kalma İznik yapısı çini tabak eser var. Ankara’da tektir. Müzelerde bile göremeyeceğiniz eser burada, bazılarını çalıyorlar hatta.

 Bir ilginç anımı daha anlatmak istiyorum, ben uzun süre Kapadokya üstüne 10 kitap yazdım. Kapadokya’da seramikçilerin hepsini tanıyorum. İznik çinisi seramiği yapıyorlardı. Ben adım gibi bildiğim seramikleri görünce anladım ve sordum ilk anda adama “Bunlar nedir?” diye, seramikçi de “Biri sipariş verdi, onun için yapıyorum” dedi. Bunlar ne yapıyorlar biliyor musunuz? Mihraplar bakıma gidiyor, orijinalini söküyorlar, Kapadokya’da yaptırdıkları seramikleri oraya monte ediyorlar. Hiç kimse anlamaz, uzman olmak gerekli, ben orada bizzat şahit olduğum için biliyorum.

Tansu Açık: Siz şimdi Filateli ve Efemera Derneği çerçevesinde neler yapıyorsunuz?

Yavuz İşçen: Ben daha çok işime yarayacak kitap, dergi yani yazarken bilgi üretebileceğim şeyler topluyorum. Fakat bu yeni kurulan bir dernek.

Tansu Açık: Sen o dernekte nasıl sekreter oldun, seçimle mi?

Yavuz İşçen: Yok zorla oldum. Bu dernekte çok sıkı adamlar var ve ellerinde çok sıkı malzeme var. Gördüm dudağım uçukladı. Yani filateli deyince ben sadece pul koleksiyonculuğu zannediyordum. Yani sadece kız arkadaşına “Gel pul koleksiyonumu göstereyim” deyince işe yarıyor zannediyordum. (Gülüyor) Meğer filateli çok geniş bir kavrammış, her türlü zarf, damga gibi şeyler ve bu malzemelerden ne bilgiler çıkar, size anlatamam. Bu konuda korkunç bir arşivleri var. Derneğimizin tam adında maalesef “Efemera” yok. Çünkü Dernekler Masası Türkçe’de “efemera” kelimesi yok diye çıkarttılar. İtiraz ettik, “İzmir Efemera Derneği var, onlar kullanabiliyor, biz niye kullanamıyoruz” diye. Ben de espri yaptım: “Efemera, ‘efe’ ve ‘mera’, iki kelimenin birleşiminden oluşuyor, efe ve meracılık”. Fakat TDK’nın sözlüğünde yok diye kabul ettiremedik.

 Bu yüzden derneğimizin tam adı Başkent Filateli, Koleksiyon ve Kent Araştırmaları Derneği oldu. Daha yeni kurulduk, dernekteki insanların çoğu yurtdışı sergilerine sıklıkla katılıyorlar. Gerçekten bu insanlarla iyi ilişkilerde olmak da yarar var, böyle tarihi kitaplar yazarken kaynak, arşiv bakımından size, bana epey yararları var. Örneğin şu cami fotoğrafını bana oradan Necati Kazancı verdi.

Akın Atauz: VEKAM’da da kartpostal arşivi var, değil mi?

 Yavuz İşçen: Evet epey para verip güzel bir arşiv kurmuşlar. Fakat kartpostalların üzerindeki yerlerin, mekanların çoğunun ismini yanlış girmişler. Mekanların adlarını düzeltsinler diye iletişime geçince bile düzeltmiyorlar. Belirgin yanlışlar var. Öyle olunca da insan oradan bir şey kullanmaya tereddüt ediyor.

 Akın Atauz, Tansu Açık, Zişan Kürüm, Behiye Erinç Taş: Çok teşekkür ederiz bu güzel röportaj için.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış