Sahra o cumartesi sabahı elinde telefonu balkonda oturuyordu. Kahvaltısını yapmış, çayını yudumlarken, hemen sosyal medya hesaplarını açtı. Bakalım bugün kimler ne fotoğraflar paylaşmışlardı. Kendi arkadaşları, tanıdıkları dışında ünlü kişileri de takip ediyordu. Tanınmışları takip etmek, onların hayatlarını izlemek, nerelere gittiklerini, neler yaptıklarını incelemek sanki kendisini onlara ve o dünyaya yakınlaştırıyordu. Fotoğraflarına bakınca onların bir parçası oluyor, adeta onlarla tanışıyordu. Ünlülerin dünyanın farklı güzel yerlerinde, her seferinde bambaşka pahalı kıyafetlerle, sevgilileriyle, eşleriyle, arkadaşlarıyla, yalnız veya çocuklarıyla koyduğu fotoğrafları incelemek onun için artık bir görev gibiydi. Onların neler yaptıklarını merak ediyor, onları izlemeden edemiyordu. Onlara baktıkça sanki o hayatları yaşıyordu. Tabii bir de gerçekten tanıdığı insanlar vardı. Akrabaları, arkadaşları, komşuları... Onların da neler yaptığını, nerelere gittiğini bilmek istiyordu. Kim daha çok seyahat ediyor, kim nerelere gidip, neler yiyip içiyor, neler giyip kuşanıyor bilmek herkes gibi hakkıydı. Akıllı telefonundan uygulamaya girdi. Yukarıdan aşağıya doğru inerek hesabına düşmüş olan paylaşımları incelemeye başladı.
Sahra haberleri pek takip etmezdi. Bazen üstünkörü şöyle bir göz gezdirir, kimi zaman da sosyal medya paylaşımlarından bakar veya sağdan soldan önemli gelişmeleri duyardı ama genellikle uzun uzadıya detayları incelemezdi. Her gün birbirine benzeyen tonlarca saçmalığı okumaya gerek duymazdı. Her medya kuruluşunun kendi görüşünü empoze ettiği çarpık bilgi aktarım sisteminin bir parçası olmaktansa, hiç ilgilenmemek belki de daha iyiydi. Manipüle edilmek ve bilgisizlik arasında, bilgisiz kalmak işine geliyordu. Aslında her gün yeni bir haber olamazdı. Bu sadece basın sektörünün ticari sebeplerle yarattığı bir algı yönetimi, sanal gerçeklikti. Modern yaşantıda herkes her gün haberlere bakmak zorunda kalır, yoksa dünyadan kopar, iş hayatında gündemi takip etmediği için geri kalırdı. Doğrusu olaylara bir tarih kitabı gibi bakıldığında günlük gelişmeler ne kadar da detay, ufak ve önemsiz kalırdı. Dünyanın genel gidişatı yüzyılda ancak değişirdi. Sanki bir uydu teleskopundan bakar gibi dünya sistemine ve insanın yaşadığı ülkeye genel bir bakış geliştirecek kadar bilgi yeterliydi. Üstelik her gün dünyada yaşanan vahşet haberlerini değiştiremedikten, bunlara engel olamadıktan sonra tekrar tekrar okumanın insanın moralini bozmaktan başka ne faydası vardı. Tüm bunlara rağmen medya modern dünyanın günlük yaşantısının vazgeçilmez bir parçasıydı. Tıpkı para gibi, ekonomi gibi, borsa gibi, devlet gibi, kurumlar, firmalar ve zaman gibi insanı kuşatan ama aslında somut bir gerçekliği olmadan onları yönetip, esir eden sistemin bir parçası.
Sahra hesaplarından aşağı doğru inerken son üç senedir görmediği arkadaşının geçen seneden kalma bir paylaşımını gördü. Kocası ile Bali’ye gitmişlerdi. Arkada çarşaf gibi deniz, yukarıda parlayan güneş, kadının püsküllü eteği, incecik vücudu ve yakışıklı kocasıyla birlikte boyunlarında otantik Uzakdoğu çiçekleri, bir reklam filminden fırlamış gibiydiler. Resmin altına da, Bir #tbt de benden gelsin. Kocişimle geçen seneki Bali gezimiz. Aşk tazelemece yazıyordu. Sahra, “Şuna bak, dünkü sümüklü Baliler’de cirit atsın, biz burada aynı koltukta oturalım,” diye iç geçirdi.
“Para gibi, ekonomi gibi, borsa gibi, devlet gibi, kurumlar, firmalar ve zaman gibi insanı kuşatan ama aslında somut bir gerçekliği olmadan onları yönetip, esir eden sistemin bir parçası.”
Hikayenin şarkısı için Geçen seneki Bali resmini paylaşınca o günden beri ne kadar çok kilo aldığını fark etmişti. Artık o bikinisine sığmıyor, hatta kıyafetlerinin çoğu ona olmuyordu. Son bir senedir işleri çok kötü gitmişti. Eşiyle birlikte firmalarla boğuşuyor, bir türlü borçlarını ödeyip işin içinden çıkamıyorlardı. İşler zorlaştıkça daha çok yemek yemeye ve böylece kendini rahatlatmaya çalışmıştı. Anlık bir keyif veren yemekler, çözüm olmadıkları gibi ona kilo olarak geri dönmüşlerdi. Tabii bu kilolu haliyle fotoğraflarını uzun süredir sosyal medyaya koymuyordu. Çiçek, böcek, eski fotoğraflar idare ediyordu. Böylece herkes onu hâlâ o incecik haliyle Bali’de hayal ediyor; o da onların kendisini kafalarında böyle canlandırdığını düşündükçe mutlu oluyordu. İşlerinin geldiği son noktada değil Bali’ye, aynı ülkede başka şehre bile gitmelerine imkan yoktu. Bu düşüncelerle bir gofret açıp kahvesiyle beraber yiyerek kendini Bali’de hayal etti.
Kadınlar sosyal medya hesaplarındaki dünyalarında kah sevinip, kah hüzünlenirken ülkelerinin genç askerleri dünyanın başka bir köşesindeki savaşa alet olmuş, hükümetlerinin kararıyla düşman askerlerle çatışıyorlardı. Zorunlu vatani görevlerini yapmak için gittikleri yerlerde yetenekli, güçlü, cesur ve mert olanlar yükselir; memleketlerini korumaya savaşa gönderilirdi. Ağır koşullarda disipline edilen bu gençler, demir gibi iradeleriyle açlığa, soğuğa, sıcağa, işkenceye dayanıklı hale gelirlerdi. İnsandan çok bir robot haline gelmiş bu askerler, öldürmeye veya ölmeye programlanırlardı. Dünya üzerindeki siyasiler birer çocuk gibi paylaşamadıkları topraklar,
enerji kaynakları ve bazen de sadece güç için birbirlerine savaş açıyor, bunları elde edebilmek adına genç askerlerin canlarını feda ediyorlardı. Bin yıllardır bitmeyen kavgalar, şekil değiştirip devam ediyordu. Hepsinin kökeninde de insanın açgözlülüğü vardı. İnsan modernleşiyor, şehirler ve metropoller kuruyor, Mars’a gitme planları yapıyor, medeniyet ve bilim gelişiyor ama savaşlar bitmiyor, sömürü sadece şekil değiştiriyordu.
Sahra hesabındaki paylaşımları gözden geçirmeye devam ediyordu. Yaşıtı olan bir uzak akrabası kocası ile evliliklerinin on beşinci yılını kutlamak için yaptıkları Yunan adalarındaki bir partiyle
son bulan tekne gezisinden bir sürü fotoğraf paylaşmıştı. Kadın gelinliğe benzeyen siyah kabarık bir elbise giymişti. Fakat gecenin sonuna doğru pırıltılı payetli dar bir elbiseyle partiye devam etmişti. Teknede caz triosu eşliğinde zarif bir kokteyl ile başlayan kutlama, Yunan adalarına varınca sahilde devam etmiş, ünlü DJ’in teknedeki performansıyla son bulmuştu. Gecenin sonunda kıyafetleriyle denize atlayanların resimleri de vardı. Bu kadın oldum olası gösterişi ve partileri çok severdi. Hiçbir daveti kaçırmaz, her daim eğlenmek isterdi. Ona göre hayat eğlenebildiğin, zevk aldığın anların toplamından ibaretti. Hephayal ettiği gibi sosyeteden birini tavlamış, sonunda onunla evlenmeyi başarmış ve düşlediği sosyetik ve bol partili hayata kavuşmuştu. Tabii
ki on beşinci evlilik yıldönümü de bundan
aşağı olamazdı. Sahra, “Vay canına, millete bak! Milletteki paraya bak!” diye düşünerek resimlere bakmaya devam etti.
Sarhoş olanların, teknede sızanların fotoğraflarını koymamaya özen göstererek seçti sosyal medyaya koyacağı resimleri. Aralarında sosyetenin
de olduğu misafirlerle bozuşmak istediği en
son şeydi. Parti hemen hemen istediği gibi geçmişti. Müzik güzeldi, misafirler özenli ve kibardı. İçlerinde ülkenin en ünlü, en çok adı geçen sosyetikleri de vardı. Kutlama basında da yer almıştı. Yemekler gayet başarılıydı. Deniz ürünlerinden oluşan kokteyl menüsü hem lezzetli, hem de doyurucuydu. Misafirler caz triosuna bayılmışlardı. Mikonos’taki parti tek kelimeyle muhteşemdi. Misafirler ve ev sahipleri çılgınca dans etmiş, yüksek müzik, dansçı kızlar ve kokteyllerin etkisiyle kendilerinden geçmişlerdi. Tekrar tekneye bindiklerinde, anlaştıkları DJ çalmaya devam etmiş, bu sırada kaptan da
onları tekrar geldikleri limana götürmek için yola koyulmuştu. Buraya kadar, tekneye binene kadar her şey olağanüstüydü. Ta ki o sürtük ile kocasını teknenin aşağı kamarasında basana kadar. Zaten caz triosunun bu solisti o kadar güzel, o kadar alımlı, o kadar cilveliydi ki, partideki bütün erkekler ona hayran kalmış, fırsatını bulanlar asılmıştı. Sorun şarkıcının bu gece ve onun kocasıyla birlikte olmasıydı. Kadın kocasının bu tür kaçamaklarına alışkındı ama bari bu gece olmasaydı...
Kadınlar parti resimlerine bakarken dünyanın başka bir köşesindeki ülkede on iki yaşında bir kız ailesinin rızasıyla okuldan alınıp kırk yaşındaki bir adamın üçüncü karısı olarak evlendirildi. Kız tül duvağının arkasından mahcup ve korkak bakışlarla etrafta olan bitene bakarken, belindeki kırmızı kemer onun namusunu simgeliyordu. Davullar çalınıyor, altınlar takılıyor, sanki mutlu bir şey oluyormuş gibi insanlar birbirlerini tebrik edip gülüyorlardı. Sonra bir koyun getirilip
gelin ve damadın önünde kesildi. Akan kandan birer damla evlenen çiftin alınlarına nokta gibi
Kitap : Paranormal Metropol Yazar : Simay Özlü Diniz Yayınevi : Gece Kitaplığı Basım Tarihi : 2019
“Kız tül duvağının arkasından mahcup ve korkak bakışlarla etrafta olan bitene bakarken, belindeki kırmızı kemer onun namusunu simgeliyordu.”
konuldu. Kurbanın kanı on iki yaşındaki çocuk gelinin önünden akarken küçük kız kana bakıp kalmıştı. Sonra birileri koyunu alıp mutfağa ayıklayıp, pişirmeye götürdü. Çok geçmeden taze koyun eti bütün misafirlere ikram edildi. Aşiret lideri olan gelinin babasının akrabaları ve diğer davetliler için üç gün üç gece sürecek bir tören yapılıyordu. Binlerce kişi farklı köylerden ve şehirlerden gelip geline ve damada bir sürü altın takacak, üç gün boyunca onlarca hayvan kurban edilecekti. Merasimden sonra gelin, murat anlamı taşıyan beyaz bir ata bindirildi. Başında duvağı, belinde kırmızı kemeri, gelinliğinde, kollarında ve boynunda bir sürü altın olan küçük kız atın üzerinde misafirler arasında gezdirilirken, herkes onu çılgınca çalan davul ve zurna eşliğinde selamladı.
Sahra’nın sosyal medya hesabında takip ettiği ünlülerden biri de ülkenin en zengin adamlarından biriyle üçüncü evliliğini yapmış olan olgun ve güzel mankendi. Çekici ve havalı kadın, geçkince yaşta gelen bebeği için yaptığı ‘Baby shower’ fotoğraflarını paylaşmıştı. Şehrin en büyük otelinde yapılan organizasyona ülkenin meşhur şarkıcılarından biri katılmıştı. Bütün misafirler tuvaletlerle, takım elbiselerle gelmişlerdi. “Vaay be! Biz bir yemeğe bile çıkamıyoruz. Millet amma sansasyon yapıyor...” diye düşündü Sahra.
Baby shower’da cinsiyet sürprizi de yapılmıştı. Bebeğin cinsiyeti sadece doktor ve anne adayının en yakını tarafından biliniyordu. Pastayı kesince içinden çıkacak renge göre cinsiyeti açıklanacaktı. Herkes çeşitli hediyeler getirmiş, takılar takmıştı. Müzik eşliğinde yemek yemiş, eğlenmişlerdi. Sonunda büyük bir törenle yapılacak pasta kesimi vakti geldi. Anne ve baba adayı ve tüm davetliler heyecan içindeydi. Pasta kesilip içinden pembe renkli krema çıkınca, otel tarafından iki cins için de hazırlanmış olanlarından pembe renkteki konfetiler havaya fırlatıldı, pembe ışıklar açıldı, o bir kız şarkıları çalındı, ekranlarda kız bebek resimleri dönmeye başladı. Kız olursa hangi
isim, erkek olursa hangi isim olacağı önceden kararlaştırıldığı için salonda lazerle hazırlanmış ışıklı Sera ismi gösterisi yapıldı. İkinci bir pastada ise Seni Bekliyoruz Sera yazılıydı. Bir pasta kesim töreni daha oldu. Bundan sonra şarkıcı sesini iyice yükseltip ritimli, hızlı parçalar çalmaya başladı.
Her müzikte gümbür gümbür titriyordu salon. Bir ara anne adayını da sahneye alıp dans ettirdiler. Hamile kadın epeyce yorulmuştu. Aslında bütün bu tantanayı kayınvalidesi istediği için yapmıştı. Haftalardır bu kutlamanın organizasyonu için uğraşıyorlardı. Hem bebek hazırlıkları, hem iş, hem organizasyon derken hali kalmamıştı. Günün sonunda ayakta durmaktan ve bütün davetlilerle ilgilenmekten o kadar yoruldu ki karnı sancımaya başladı. Neyse ki misafirlerin hemen hepsi gitmişti. Kocası hemen onu hastaneye yetiştirdi. Doktor anne adayını kontrol ettikten sonra yorgunluk ve heyecandan rahminin yapay sancıyla kasılmaya başladığını, hamileliğinin bundan sonraki kısmını yatakta yatarak geçirmesi gerektiğini, yoksa bebeğin hayatının tehlikeye gireceğini söyledi.
Kadınlar fotoğrafların dünyasında vakit geçirirken, ülkenin bir ucunda cinnet geçiren bir adam bira şişesini kırarak karısının karnına saplamıştı. Aylardır maaşını alamıyordu. Borç için bekleyenler kapısında birikmişti. Her gün biri gelip kapısını zorluyor, adamı mahalleye rezil ediyordu. Patron bugün yarın diyerek adamı oyalıyordu. Dört çocuğundan ikisi hastaydı ancak ne doğru düzgün yiyecek, ne de ilaç alabiliyordu. Karısı mahcup, sürekli evde oradan oraya koşturuyor, ona maaşını ne zaman alacağını soruyordu. Adam patronuna maaşı konusunda ısrarcı olamıyordu. Artık akşamları bira içmeye başlamıştı. İçki içmek çözüm olmadığı gibi onlara fazladan bir maliyet getirmişti. Artık yemek yerine bira ve içki alıyorlardı. Markete, manava, kasaba, mahalledeki herkese borçlanmışlardı. Karısı istifa edip başka bir iş bulmasını söylüyordu ama adam işi bırakırsa aylardır çalışmasının karşılığını alamayacağını, iş bulmanın kolay olmadığını, bugün patrona gidip parasını toplu almasının kesin olduğunu anlatıyordu. Her gün aralarında aynı konuşma geçiyor ama hiçbir şey değişmiyordu. Adam içki içtiğinden beri daha mutsuz, daha asabi olmuştu. Bu çıkmaz içinde karısını tartaklamaya, şiddet uygulamaya başlamıştı. Adamı çok severek evlendiği halde karısının dayanacak gücü kalmamıştı. Kadın bir gün tüm planlarını yapıp çocukları akrabalarına bırakarak, adamla vedalaşmak için evde onu bekledi. Kocası eve gelince ona artık böyle yaşayamayacağını, bir akrabasında kalacağını, eğer kendisini toparlar, içkiyi bırakır ve yeni bir
iş bulursa tekrar eski düzenlerine döneceklerini söyledi. Ardından kadın evden çıkmak isteyince adam cinnet geçirip elindeki bira şişesini kırarak kadının karnına sapladı.
Sahra’nın eski sınıf arkadaşlarının bir tanesi şöyle paylaşmıştı: Doğru ya da yanlış diye bir şey yok, sadece popüler fikirler var.- Twelve Monkeys (1995) Ne demekti şimdi bu? Bu kız iyice delirmişti zaten. Şehirden kaçmış, ormanlık bir dağa yerleşmiş, hayvanlarla konuşmaya başlamıştı. Şimdi de bu. Zaten sürekli bağ, bahçe, ağaç, çiçek, böcek, hayvanat fotoğrafları paylaşıp duruyordu. Onu takip etmekten vazgeçmeyi düşündü Sahra ama ayıp olurdu. Belki diğer sınıfarkadaşları da onu görür, kınarlardı. Ne varsa bu kadının paylaşımlarında, bazıları bayılıyorlardı. Bir sürü beğeninin yanı sıra hayran hayran yorumlar yazıyorlardı. - Ah, ne kadar cesurdu! -Ah, keşke onlar da şehri terk edebilselerdi. - Doğada bulunmak başlı başına bir terapiydi. - Oraya gelirlerse onlara da doğada yürüyüş, kamp ve yoga yaptırır mıydı? - Şehirden kaçmayı nasıl başarmıştı? - Onlara da bu konuda tavsiye verir miydi? Ve bunun gibi tonlarca saçmalık. Nesi vardı ki şehir hayatının? Kıskançlıklarından, hasetlerinden, şehirde özendikleri insanlar
gibi olamadıklarından bu kadına övgüler yağdırıyorlardı. Kedinin uzanamadığı ciğer misali... Yoksa kim bu modern hayatın konforunu bırakıp, vahşi yaşama, ilkelliğe dönmek isterdi? Doğayla ve hayvanla mücadelede yerleşik düzen ve şehirleşme insanın en büyük devrimiydi. İnsanoğlu bu rahatı kolay kolay bırakmazdı.
Sahra fotoğrafların içinde kayboluyor, baktıkça bakıyordu. Gördüğü resimler hakkında hayaller kuruyor, o dünyalara özeniyordu. Düşünceler birbirini kovalıyordu. Kendi gerçekliğinden uzaklaşıyor, bu fotoğrafların sanal dünyasında anlam buluyordu. Resimlere baktıkça bir duygu selinden diğerine akıyor, akıntılı bir şelale gibi dans ediyordu. Tam o sırada The Cranberries’den Zombie şarkısı çalmaya başladı. Sahra fotoğrafları incelerken dünyanın iki dev ülkesi arasındaki gerilim ve kaynak paylaşmazlığı sebebiyle, üçüncü bir başka memlekette savaş çıktı. Kadının yaşadığı ülke de bu süper güçlerden birinin yandaşı olduğu için, vatanının cesur ve kahraman askerleri savaş çıkan bölgeye gitmek zorunda kaldılar. Bilmedikleri arazide zorluklar içinde savaşırken bir mayın patladı. En önde giden, en kahraman asker ölürken, onun bir arkasındakinin kolu koptu. Bütün bunlar yaşanırken, evinde oturan Sahra’nın yüreği, birden evladını kaybetmiş bir ana çok uzaklardan acı haberi almışçasına, yanmaya başladı. Bu ıstırapla dağılan kadının gözlerinden yaşlar boşandı. Arkasından Sahra’nın kolu bir mayın patlamasında yaralanmış gibi parçalanarak bedeninden ayrıldı. Kadın hâlâ bir yandan resimlere bakarken, ülkesinin başbakanı iki büyük devlet arasında yaşanan gerginlik ve çıkan savaş hakkında yorumlar yaptı. Bu açıklamanın ardından, Sahra’nın ülkesinin parası bir anda iki misli değer kaybetti. Bir saat içinde gelişen olaylar yüzünden artık aynı ürünleri iki katına alabiliyorlardı. Sahra’nın üzerinde, birkaç ay önce çok para vererek yurt dışından siparişle getirdiği tişört vardı. İki misline çıkan fiyatıyla kadının tenini kaşındırmaya, yakmaya ve onu rahatsız etmeye başladı. Sahra tüm bunlara rağmen başkalarının fotoğraflarına bakmaya devam ediyordu. O resimleri incelerken on iki yaşındaki gelin, gerdek gecesinde adamın ondan ne istediğini anladığında camdan kaçmaya çalışırken adam tarafından yumruklandı ve ardından tecavüze uğradı. O sırada Sahra’nın sağ gözü bir yumruk yemiş gibi şişti ve rahmi sancımaya başladı. Kadın yanan yüreği, kopmuş kolu, üzerini yakan tişörtü, şişmiş gözü ve sancıyan rahmiyle resimleri gözetlemeye devam etti. O fotoğraflara bakarken parasızlık, adaletsizlik ve hukuksuzluktan cinnet geçiren adam, içtiği bira şişesini kırıp çok sevdiği fedakar karısının karnına sapladı. Tutuklanıp, gazetelerin 3. sayfa haberlerini süslediğinde gözlerinden yaşlar akıyor, “Çok pişmanım!” diyerek ağlıyordu. Sahra koltuğunda oturup hâlâ resimlere göz gezdirirken aniden karnına bir sancı saplandı. Ağrısını bastırmak istercesine ellerini karnına götürdü. Avuçlarını açıp baktığında ellerinin ve gövdesinin kan içinde olduğunu gördü. Kadın şaşkın karnına bakarken, kesiklerinden akan kan tüm bedenine, oradan da yerlere sızıyordu.
Sahra fotoğrafların içinde kayboluyor, baktıkça bakıyordu. Gördüğü resimler hakkında hayal kuruyor, o dünyalara özeniyordu. Düşünceler birbirini kovalıyordu. Kendi gerçekliğinden uzaklaşıyor, bu fotoğrafların sanal dünyasında anlam buluyordu. Resimlere baktıkça bir duygu selinden diğerine akıyor, akıntılı bir şelale gibi dans ediyordu. Tam o sırada kapı çaldı. Sahra kapıyı açtığında alt komşunun sabah kahvesine geldiğini gördü. Sahra onu içeri buyur etti.
İki kadın gülüşerek balkona geçtiklerinde, sosyal medyada arkadaşlarının ve ünlülerin paylaşımlarını konuşmaya başlamışlardı bile.
Dünyada bir tane dahi çocuk mutsuz olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur.
Albert Einstein (1879 - 1955)
Yorumlar (0)