Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Artık Hiçbi’ şii Eskisi Gibi Olmayacak! Sil Gözyaşlarını! / MEK’AN Özgür Ceren Can

Şamil Yılmaz’ın yazdığı, Cansu Yumuşak’ın yönettiği ve Ahmet Melih Yılmaz’ın oynadığı “Artık Hiçbi’ şii Eskisi Gibi Olmayacak! Sil Gözyaşlarını!” oyununu, Mek’an Sahne’deki son suarelerinden birinde izledim. Oyunu izlemeden önce kısa tanıtım metninde oyunun Gezi Direnişi’ni bir sokak çocuğunun gözünden anlattığını okudum. Aklıma Erdem Akan’nın “Gezi’nin bizzat kendisi bir sanat eseri. Onunla ilgili, onun üzerinden tekrar bir şey yapmaya çalışmak, Mona Lisa’ya bıyık ekleyerek sanat eseri üretmeye benzer!” sözleri geldi hemen. O akşam bıyıklı bir iş mi izleyecektim yoksa?

Artık Hiçbi’ şii Eskisi Gibi Olmayacak! Sil Gözyaşlarını! / MEK’AN Özgür Ceren Can

“Gezi Direnişi’ni bir sokak çocuğunun gözünden anlatmak” : Bunca katmanlı bir oyunu tanımlamak için
ne kadar kifayetsiz bir ifadeymiş meğer! Oyun bir Gezi Direnişi reprodüksiyonu değil. Belki de bir insanlık drenajı... Her şeyden önce diğer işlerinde de göze çarpan bir becerisi var Şamil Yılmaz’ın: başkalarının yalınkat izlenim kolajları ile bir örnekleştirdiği “ötekiler”, onun kalemiyle hayat sıvıları ile ıslanan ışıltılı antikahramanlara dönüşüyor.

“Artık Hiçbi’ şii Eskisi Gibi Olmayacak! Sil Gözyaşlarını!” oyunu sürerken bir sokak çocuğunun gözlerinden yalnız direnişin değil, kentin tüm sakinlerini eşitleyen sokağın ruhunun dehlizlerini de keşfe çıkıyorsunuz. Hikâyedeki Avzer/Mustafa, annesinin üç yaşında yetiştirme yurduna bıraktığı bir çocuk. Büyüdüğünde yurttan kaçıp sokaklarda yaşamaya başlıyor. Sakarya’da o zamanlar tadilatta olan belediye binasında yatıp kalkarken bir sabah uyanıp Gezi Direnişi’nin kaynattığı bir Kızılay’la karşılaşıyor. Yönetmen Cansu Yumuşak sahnede tek bir sandalye ve bir içimlik tütün ile oldukça yalın bir atmosfer yaratmış. O boş alan sanki seyirciye kendi direnişi ile hesaplaşması için bırakılmış. Ahmet Melih Yılmaz’ın oyun gücü görünmez bir ok gibi daha ilk andan bedeninize saplandığından, oyun süresince Ankara’nın üzerinde yaralı bir kuş gibi düşe kalka uçuyorsunuz. Avzer anlattıkça şehir kanatlarınızın altında kuzguni bir mahlûkata dönüşüyor. O ağzını öfkeyle açtığında içinden fışkıran ve uysallaştığında teninin gözeneklerinden ince ince sızan efsun etrafınızı sarıyor. Oyunun yazarı Şamil Yılmaz’ın ilkin yaralayıp

sonra sağaltan bir ezgisi olan, tılsımlı hikâyesini alelade bir klavyenin tuşlarına vura vura yazdığına inanmam mümkün değil...

İki sene önce “Gezi ruhu” diye bir kavram girdi dağarcığımıza ve “Haziran” sözcüğünün anlamı genişledi. Değiştik, dönüştük. Toplu taşım araçlarında önüne bakan insanlarken birbirimizin gözlerine bakmaya başladık. Kim bu insanlar diye sorduk? Ve o gün sokaktakiler kimdi? Bizi birbirimizden ayıran kırmızı ince hatları kim çiziyor? Direniş duvara çarptı ama şimdi ne olacak?

“Sesin çarpar duvara, büyür geri gelir sana...”

İşte Mek’an Sahne “Artık Hiçbi’ şii Eskisi Gibi Olmayacak! Sil Gözyaşlarını!” oyunuyla bu soruları, altunî toz zerrecikleri ile boşluğa yazıyor. Üfleyip uzaklaştırmak ya da derin derin solumak kararı sizlere kalmış...

Artık Mek’an Eski Yerinde Olmayacak! Takip et! (@ mekansahne)

Bir yıl süreyle Konur 2 Sokak’ta ikamet etmiş olan Mek’an Sahne Ankara’da Farabi Sahnesi’ne
(Farabi Sokak, No:17/A ), İstanbul’da ise Kadıköy Theatron’ a taşınıyor. Mek’an Sahne’den Pelin Temur ile sahneden sahneye nakliyat üzerine konuştuk:

Özgür Ceren Can: Sanatçıların yönetiminde işleyen sanat mekânlarının ömrünün pek uzun olmaması aslında sıkça rastlanan bir durum. Sistemin içinde alternatif bir duruş sergilemenin zorlukları ile birlikte kişisel çatışmaların da bu tip biraradalıkları sona erdirdiğini görüyoruz. Mek’an Sahne’nin kendi yerini kapatarak başka bir platformun çatısı altında yoluna devam etme kararının da benzer sebepleri var mı?

Pelin Temur: Aslında her şey iyi gidiyordu ve bir kırgınlıkla ayrılmıyoruz buradan. Seyircimiz de vardı. Merkezde olduğumuz için yeni seyircimiz de oldu. Yani seyirci sahip çıktı aslında. Ama burada hem yazıp hem yönetip hem de oynayan insanlar olarak Mek’an’ın işletmesi ile ilgilenmemiz gerekince kendi işlerimize

vaktimiz kalmamaya başladı. Daha çok üretebilmek için Mek’an Sahne’yi kapatma kararı aldık. Ankara’da alternatif diyebileceğimiz bir sahne zaten var: Farabi Sahnesi. Onlarla konuştuk, memnuniyetle kabul ettiler. Artık oyunlarımızı Farabi Sahnesi’nde oynayacağız. Eski oyunlar devam edecek. Yeni oyunlar da çalışmaya başladık, onlar çıkacak. Ahmet Melih Yılmaz İstanbul’a gidiyor. Orada yine ağırlıklı olarak Kadıköy Theatron’da oynayacak oyunları, buraya da gelecek.

Ceren: Mek’an ekibine yeni isimler eklenecek mi bu süreçte?

Pelin: Şimdiden net bir şey söylemek zor. Yeni oyunların kadrosunda yeni oyuncularla var elbette. Ama kim
ne kadar vakit ayırmak ister şimdiden kestiremiyoruz. Kendiliğinden gelişen bir süreç biraz. Ama uzun vadede muhakkak olacaktır. Kapalı bir ekip değiliz.

Ceren: Burada ağırlıklı olarak kendi oyunlarınızı oynadınız. Bu durumda bir değişiklik olacak mı?

Pelin: Olmayacak herhalde. Klasikleri uyarlıyoruz zaten, burada Bernarda Alba’nın Evi’ni uyarlamıştık. Şimdi Macbeth’i çalışmaya başladık. Ben uyarladım yine, Ahmet Melih Yılmaz yönetecek. Hikâyeyi üç cadının ağzından anlatacağız. Otel oyunlarının ikincisi çıkacak. Şamil Yılmaz yazıyor yine. Bu kez pavyonda çalışan iki insanın, Seher

ve Ali’nin, hikâyesini anlatıyoruz. Yine Şamil’in ve benim başka oyunlarımız olacak.

Ceren: Mek’an Sahne’nin tiyatro üslubu daha çok oyunculuk ve hikâye üzerine olduğundan kendi mekânınızdan ayrılmak ve başka mekânlara uyum sağlamak konusunda ne düşünüyorsunuz?

Pelin: Bir bavulla birçok oyunumuzu istediğimiz yere taşıyoruz. Kadınlar Aşlar Şarkılar bir bavulla istediği yere gider. Avzer’in (Artık Hiçbi’ şii Eskisi Gibi Olmayacak! Sil Gözyaşlarını!) bavula bile ihtiyacı yok sırt çantası ile gider. Oyun atmosferini yaratacak asgari koşullar varsa bizim için yeterli oluyor.

Ceren: Sponsorluk arayışına neden girmediniz?
Pelin: Çok o tip bağlantıları kurabilecek insanlar değiliz, peşine de düşmedik açıkçası.
Ceren: Biraz içine mi kapanık bu Mek’an Sahne?

Pelin: Bilmiyorum. Aslında işin özü şu bu tip bağlantıları kuracak vaktimiz yok. Önceliğimiz de oyun izlemek, okumak ve yazmak üzerine.

Ceren: Gelecekte tekrar kendi mekânınız olabilir mi? Pelin: Ekibe bir işletmeci dâhil olup bizim yerimize o işleri yürütürse neden olmasın?

Ceren: Üzüldünüz mü? Burada çiçek ekip çay demliyordunuz, burası evinizdi.

Pelin: Elbette. Her gün toplanıp vakit geçirdiğimiz
yerdi. Burada çiçek ekmeyi, çay demlemeyi, yer silmeyi seviyorduk. Hele bir elektrik süpürgemiz vardı... Mutlaka özleyeceğiz ve arayacağız ama doğru kararı verdiğimizi düşünüyoruz. Zaten hepimiz yakın arkadaşız, yine birlikteyiz. Herkes elinden gelen her şeyi yaptı. Bir yıl boyunca denedik. Bize göre olmadığına karar verdik.

Ceren: Kendi mekânınız olmayınca genç tiyatrocularla ilişkiniz de bir aksama olacak mı sence?

Pelin: Sanmıyorum. Oyunlar devam ettiği sürece ilişkimiz de devam eder. Mesela Cansu şu an Mek’an Sahne’nin en önemli çalışanlarından biri. İlk olarak EskiYeni’de gelmişti oyuna. Merve ile aynı şekilde oyunlarda tanıştık. Engin’i okuldan tanıyorduk. Kapıyı çalıp gelenler de oldu elbette ama mekân değişince düşecek kadar yoğun bir geliş gidiş olmadı o anlamda zaten. Asıl bağlantı hep oyunlarla kuruluyor. Kurduğumuz dili kendine yakın hisseden insanlar bir şekilde bizi buluyor. İzlemek ya da birlikte üretmek için.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış