Bu üç kadının oturduğu masayı seviyorum. Yan masalarında olmayı da seviyorum. Sonra şişman
kadının okey çevirmek için gittiği iki yan masayı da seviyorum. Hepimiz kadınız çünkü bu çay bahçesinde, Asma’da, Bartın’da, Ramazan ayında. Çay içiyor, sigara tellendiriyor, sohbet ediyoruz. Birkaç erkek de yok değil ama bu buranın bir kadın mekânı olmasını değiştirmiyor. Havada kadın kokusu var. Erkekler ahşap binanın öbür tarafındalar; her zamanki sıkıcı erkek kahvesi görüntüsü.
Diğer iki kadın gidince arkası dönük olan benim masadan yana dönüyor. 68 yaşında olduğunu duymuştum onlar sohbet ederken. Kısa kollu, diz altı, önden düğmeli, çiçekli mavi bir elbise var üzerinde. Bacak bacak üstüne atınca diz üstüne doğru ufak bir frikik veriyor. "Ah açılıyor bu da" diyor toplamaya çalışıyor eteğini. Bence çok hoş duruyor diyorum. Sigarasından bir nefes çekip gülümseyerek elini çekiyor eteğinden. Dimdik oturuşu, kendine güvenli konuşuşu, sigarası, yırtmacı ile etkileyici bir kadın.
“Nerede oturuyorsunuz?” diyerek başlıyorum tekrar söze. “Bartın’da...” diyor. “Tamam da nerede?” diyorum. O zaman ayrıntılı bir tarif veriyor. “Orada” diyorum, “kocaman bir Rum konağı var, hep merak etmişimdir kimlerin oturduğunu. Üç aile birlikte otururmuş, oradan gelinleri var. Diyorum ki çok Rum yapısı var Bartın’da ama hiç haklarında, yaşamış olduklarına dair bir şey, bir anı, bir hatıra duymadım.”.
“Bizim Kasapoğlu’nda, Bartın’a çok yakın, bir eski evimiz var.” diyor.
“Üç katlı, ahşap bir ev, 120 yılı var.
Hatta 2’si de var; 122.”
“İşte” diyor, “o evin bacasını bir Rum’a yaptırmış dedem. Onları kovuyorlarmış o zaman.
Rum sabaha kadar çalışmış bacayı bitirmiş.
Sabah dedem parasını vermiş.
Sonra yola sürülmüşler."
Dedem derdi ki ‘yolda bir yerde öldürmüşler o Rum ustayı.’ Baca hala durur...”
Yorumlar (0)