Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Aylık Kısa Ankara Haberleri ve Kısa Yorumlar

Aylık Kısa Ankara Haberleri ve Kısa Yorumlar

Bilgi Kitapevini hiç görmüş müydünüz?

 Bilgi Kitapevi kapandı. Böylece, Ziya Gökalp-GMK Bulvarları yayının kuzeyinde, sadece (veya genellikle) sınav kitabı satanların (ve bir banka tarafından desteklenenlerin) dışında, başka kitapevi kalmadı. Gerçi bilgi Kitapevi de, başlangıçta (1955’te açıldığında) ders kitapları da satıyor, kitapçılığı ve kırtasiyeciliği bir arada götürüyor (kırtasiye en son döneme kadar hep güçlü bir biçimde var olmaya devam etti), daha sonraları, yayıncılık da yaparak ayakta kalmayı başarıyordu. Eski kitapçı dükkanlarında olduğu gibi, Bilgi de, bir bankonun arkasında duran tezgahtar ve onun da arkasında duran yüksek kitap rafları biçiminde düzenlenmişti başlangıçta. Almak istediğiniz kitabın adını tezgahtara söylüyordunuz, o da kitabın raftaki yerini ezbere bildiği için, kitabı bulup bankonun üzerine koyuyordu. Siz de parayı ödeyip çıkıyordunuz.

Bir dönem, (yaklaşık, 12 Mart darbesinin gücü 70’lerin ortasında kırılana kadar) Kızılay’daki en gözde kitapevlerinden biri olduğu söylenebilir. Ama son dönemlerde (bir kitapçı olarak) özellikle genç yaş kuşaklarının ilgisini hiç çekmiyordu artık. Özel müşteri grubu, belki bir avuç “eski tüfek” yaşlı Ankaralıdan ibaret, bazen de, ne kitap alacağını bilmeyen bir-kaç şaşkın müşterinin uğradığı bir kitapçıya dönüşmüş durumdaydı. Zaten Sakarya Caddesi, balıkçılar, ekmekçiler, kozmetikçiler, “fast food” satan birçok kokulu dükkan müşterisiyle ve kaldırımları ayakta döviz bozmak için işportacılık yapan “broker”larla dolu, telaşlı ve kitapla yakın-uzak bir iliksisi bulunmayan kalabalığın hızlı akışının yatağı gibiydi. Sakarya yayalaştırıldıktan ve metro ağzına bağlandıktan sonra iki düzeyli hale geldiği ve yanlardaki dükkanlar bir metreye yakın yüksekte kalmış olduğundan, arkada bir kitapçı dükkanı olduğunu algılamak ve düşünmek bile zorlaşmıştı. Çevresi, bir kitapçı dükkanı için, giderek daha elverişsiz hale gelmişti. Öyle ki, kitapçıyı gören herkesin, “burada ne kadar güzel fast food kebapçı olur” diye aklından geçireceği bir konumda kalmıştı Bilgi Kitapevi. Roma Dönemi sütunları bulundu Hürriyet Ankara’nın (24 Ekim 2014) verdiği habere göre, Ankara Valiliğinin yanı başında, Hükümet Caddesi’nde iş makinesiyle yapılan kazı sırasında ortaya çıkıveren ve “sıra halinde bir tünel boyunca uzanan sütunların üzeri, kanalizasyon boruları döşendikten sonra, toprakla kapatıldı.” Hacıbayram Tepesi’nin, Ankara’nın en eski kült tepesi olduğu, bugün bile Ankaralılar tarafından kutsal olarak kabul edildiği, Ankara’da Müslüman kadınlar ve erkekler tarafından en çok önemsenen (bu nedenle de Melih Gökçek tarafından yaldızlarla süslenen) caminin ve türbenin burada olduğu bilinen şeylerdir.

Diğer bir deyişle bu tepe, yaklaşık 3000 yıldır, bu kentin hemşerileri tarafından kesintisiz bir biçimde önemsenmiş ve kutsanmış, dini törenlerin, ritüellerin yapıldığı bir alan olarak kullanılmış ve ziyaret edilmiştir. Ankaralıların kabul ettikleri dinler ve bu dinler için yapılmış olan kutsal yapılar değişse bile, Ankaralıların bu tepeye atfettikleri kutsallık hiç değişmeden kalmıştır.

Yaklaşık 3000 yıldır kesintisiz sürdürülen bir kent geleneğidir bu. Dünyanın hangi kenti, 3000 yıllık bir tarihin içinden bugüne kadar kesintisiz gelmiş, yaşayan bir kutsallık algısını ve geleneğini önemsemez? Bu son derece nadir, özgün ve emsalsiz bir durumdur. Ankara belki en önemli tarihi kentlerden biri değildir ama yaklaşık 3000 yıldır kesintisiz sürdürdüğü bir kent tarihine sahiptir ve daha da önemlisi, kentin tepelerinden birine kentlilerin atfettikleri kutsallık anlayışı, kutsal olan değişse bile, kopmadan, bugün bile yaşatılmaktadır. Roma dönemi, hatta İslam döneminin dışındaki bütün dönemler, Müslüman belediye yöneticileri tarafından önemsiz/ gereksiz görülebilir.

 Ancak, bütün Ankaralılar da öyle mi düşünüyor? Kendi geçmişine önem veren bütün kentlilerin, bu maddi ve manevi mirasa (zaten çok fazla örselenmiş ve darmadağın edilmiş İslam öncesi kent mirasına) sahip çıkması gerekmez mi? Bu durumda, belki bir kentli tepkisi, (umutsuz olsa bile) Ankaralıların yapabilecekleri en iyi şeylerden biridir? Bir küçük kent gözlemi: Üniformaya saygı Ekim ayının son günlerinde, Demetevler istasyonundan metroya bindim. Çok kalabalık değildi ama ayakta duranlar vardı. Duraklardan birinde, vagonun kapısı açıldı ve içeriye genç, gayet atletik görünüşlü lacivert üniformalı bir polis bindi. Buraya kadar her şey normal. Ancak kapının karşısındaki sırada oturmakta olan genç bir çocuk (yaklaşık 18-20 yaşlarında) polisi görür-görmez, cin çarpmış gibi ayağa fırladı ve oturduğu yeri polise verdi. Polis o kadar gençti ki, bu yerin kendisine verilmiş olabileceği düşünmesi bile zor olmalı. Ancak, üniforma çok ciddi ve iyi dekore edilmiş bir üniformaydı. Sanırım genç çocuğu yerinden sıçratan, bu üniformaya karşı duyulan saygı, ya da korku, ya da hayranlık veya buna benzer başka bir şeydi. Polis üniformasının, bu kentin gençlerinden bazıları üzerinde bu denli güçlü bir etki yaptığını görmek, o kadar şaşırtıcı ve korkutucuydu ki, bir süre, ne düşüneceğimi bilemedim. Bu olayda, polisin korku ve kutsallık karşımı bir saygıyı hak ettiği düşünüldüğü kesin. O genç çocuk, göstermesi gereken itaat ve baş eğme konusunda nasıl bir eğitim alarak yetişti acaba? Nasıl bir deneyimi ve beklentisi var, polis üniformasına karşı acaba? Genç çocuğun üniformaya verdiği tepki, içinde yaşadığımız kültür bakımından belki yadırganacak bir olay sayılmaz. Birlikte olduğumuz insanlar, sivil veya askeri bir üniformaya her zaman, önem ve değer verdiler ve o üniforma önünde eğildiler; o üniformadan gelecek komutlara itaat etmenin, gerçekçi, bir davranış olduğu değerlendirmesini yaptılar.

Ancak, bu manzarada yine de garipsenecek şöyle ögeler yok mu? Üniformaya itaat bakımından, Bir kentli davranışı olarak, Ankara metrosunda oluyor. Üniformalı ayakta dururken, sivil bir hemşeri, oturmaya devam ederek saygısızlık etmek isteyemiyor. Bunu yapan çok genç biri; yani itaatkar olmasından çok isyankar olması beklenen çağda.

Üstelik yerini verdiği polis de çok genç biri. Yani “büyüklere saygı göstermek töresi” ile bir ilgisi yok davranışın. Bu durumda iki soru ortaya çıkıyor gibi: “Kent insanı özgürleştirir” denir. Kentlilikle birlikte gelişmesi beklenen özgürlük/ özsaygı/ kendine güven vb gibi duygular-davranışlar bakımından, hemşerilerimize ne kadar güvenebileceğiz? Ya da, bu kentte kentlileşme, özgürlük/ özsaygı vb bakımından fazla etkili değil mi?

Bu manzara, bu kentte polisin nasıl bir konumda olduğunu düşündürüyor ister-istemez. Bu derece korkutucu hale gelmiş ve egosu şişmiş olan polisler karşısında, kamusal alandaki varlığımız bakımından, ne kadar güvencedeyiz?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış