Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Başka Kentler VALENSİYA ve FALLAS Festivali

Ankara’dan kalkıp görmeye ve yaşadıklarını anlamaya gittiğimize göre merak etmişiz. Gezmek, insanın gözlerini ve hatta tüm duyargalarını gördüğü yerin özgünlüklerini farketmeye, başka yerlerle karşılaştırmaya yönlendiriyor. İspanya her yıl tekrarlanan festivalleri ile ünlü: domates, fallas, muhtelif müzik, davul, boğa güreşi, çiçek vb temalı onlarcası turist çekmek yanısıra, benim burada bahsetmek istediğim özellikleri de barındırıyor. Valensiya İspanya’da, Akdeniz sahilinde, İzmir ile aşağı yukarı aynı enlemde yer alan bir kent. Tarihi boyunca Akdeniz kültürlerinin tümünün uğrak yeri olmuş. Bizim Ege kasaba ve şehirleri ile derin tarihsel kardeşliği var.

Başka Kentler VALENSİYA ve FALLAS Festivali

Foça bunların başında yer alıyor, Fokailer Marsilya ve Foça yanısıra Valensiya’da da yerleşmişler. Sonrasında Grek ve Roma kardeşliklerimiz de var. Yani doğa, beslenme kültürü ve yaşam tarzı olarak benzerliklerimizin çok olduğu bir kent. İspanya’da konuşulan hakim ve dolayısıyla resmi dil Kastilya dili. Valensiya’da tüm işaret tabelalarında bu dil de kullanılıyor ancak yerel dil Valensiyaca ve her tür işaretlemede ana dil mutlaka kullanılıyor. Festivalin geleneksel terimleri de Valensiyacadaki şekliyle anılıyor. Valensiyacanın, Katalan diline yakın olduğu ama tam aynısı olmadığı söyleniyor; bu da köklü bir rekabetin olduğuna işaret ediyor.

Fallas festivalinin törensel niteliği oldukça baskın, yani yılların içinden gelen kurallar çerçevesinde ve gelenekleri sürdürerek yaşanıyor. Her yıl 15-19 Mart’ta yaşanan festivalin görünen bölümünün öncesinde dışardan görünmeyen uzun hazırlıklar ve çalışmalar olduğu anlaşılıyor. Kentin nüfusu 1 milyonun altında. Burada yaklaşık 750 kadar mahalle derneği var ve bunlar Fallas festivallerinin altyapısını oluşturuyor. Kent nüfusunun %25’ini temsil eden bu örgütler, bir önceki festivalin bitiminin ardından hemen bir sonrakine hazırlıkla başlıyorlar işe.

Mahalle olarak nasıl bir tema üzerinde çalışacaklarını, bunun somut ürününün ne olacağını, üretim giderlerini hangi kaynaklarla karşılayacaklarını, dış kaynak ihtiyacı olacaksa bunun için bulacakları sponsorluk imkanlarını araştırıyor, kararlaştırıyor, final sahnesinde çok önemli rolü olacak Casal Faller (mahalle ekibini) belirliyorlar.Festival boyunca beş gün ve gece sokak partileri, şölenler, yürüyüşler, maytaplı, havai fişekli ses ve ışık oyunları, çok sayıdaki içecek ve yiyecek standlarında satışlar ve mahallelerdeki çadırlarda ziyafetler dur durak bilmeksizin gün ve gece boyunca devam ediyor. Gençler, yaşlılar, çocuklar tüm mahalleli hem kendi sokaklarında hem de kent merkezinde sürekli gösteri halinde. Sokaklarda Horchata (yaban bademinden yapılan bir yerel içecek) ve Churro (lokma tatlısı hamuruna benzer malzemeden ama çubuklar şeklinde yapılan, yine yağda kızartılıp çikolata şerbetine batırılarak yenen tatlı) satıcılarının tuttuğu köşe başları kenti kuşatmış oluyor. Hemşehriler, geçit yapan komşu mahalle ekibini alkışlıyor, dışardan gelenler yol boyu dizilerek konvoyları izliyor ve bu hal gece ve gündüz devam ediyor. Yürüyüşün ritmini sağlamak üzere her ekibin bir de bandosu oluyor; burada nefesli sazlar, yerel dilde Dolçaine olarak anılan flüt ve Tabalet olarak anılan trampetler hem kentteki ses düzeyini hem de ekiplerinin yürüyüş ritmini belirliyor. Yürüyüş kolundakiler yerel giysiler içinde oluyorlar. Festivalin belli günlerinde yerine getirilen retorik işler de var: Mart’ın 15’inde her mahallenin ürettiği Falla denen heykellerinin yerlerine dikilmesi gerekiyor. Bu sürece La Planta deniyor.

 Böylece bir yılın emeği ile üretilen heykeller görücüye çıkmış oluyor. Festivalin ilk gününden başlayarak son güne kadar her akşam, eskiden sulak alan olan ve şimdilerde kurutularak bir yeşil kuşak haline getirilmiş bölgede havai fişek gösterileri yapılıyor. Buna Els Cestells deniyor. Son gün olan 19 Mart'ta fişek gösterisinin finali ise en uzun ve şiddetlisi oluyor, bu ise La Nit del Foc olarak anılıyor. Son gün saat 19’da kentin merkez alanlarından birisi olan Porta de la Mar meydanında gösteri şahikasına erişiyor, hem ses hem görüntü olarak kenti kuşatan şiddetli patlamalarla festivalin sona yaklaştığı ilan ediliyor; şiddetli patlamalar ve duman altında kalmış kent hali izleyicilerin alkışlarıyla kutsanıyor. Final fişek gösterisinden sonra biraz gürültüden usanan kulaklar dinlenirken, fazlasıyla kirlenen hava da kendisini temizlemeye çalışıyor. Valensiyalılar akciğerlerinin isyanını duyacak durumda değiller tabii, bir yandan coşkuyla kutladıkları ve finaline yaklaştıkları Fallas, diğer yanda ölçü biçi tanımadan içilen bira ve şarap sağlığa dair hassasiyetleri köreltmiş durumda.

 Herkes mahallesine çekilip, bir yıl boyunca emek vererek ürettikleri Fallaları yok etmenin heyecanına kaptırıyor kendisini; yakacakları heykellerinin başında şenliğin finali hazırlanıyor. Mahallelerdeki yakma işi, kendi dillerinde La Crema, basit bir ateşe verme işi değil. Her mahallede bir çocuk Fallası bir de büyük Fallası olduğu düşünüldüğünde binin üzerinde heykel yakılıyor. La Crema her mahallede eş zamanlı, saat 22’de çocukların fallaları ile başlıyor ve saat 24’te büyüklerinkiyle devam ediyor.

 Yakılacak her heykelin uygun şekilde, güvenlik tehdidi oluşturmadan yanmasını sağlamak üzere, herbirinin başında iki itfaiye görevlisi duruyor; ellerinde hortum, yakma işine nezaret ediyor. Yakma için gerekli yanıcı malzeme ve ateşlemeyi sağlayacak fitil düzeneği mahallenin deneyimli ustası tarafından döşeniyor ve her tür denetimi tamamlanmadan ateşleme başlamıyor. Mahallenin süreç boyunca temsilini yapmış ve halen yerel giysileri içinde o geceyi de idrak eden genç kadın temsilcisi (fallera), erkek temsilcinin (fallero) eline verdiği ateşi fitile dokundurarak ateşliyor. Fallero o denli heykelin tümünün güvenlik içinde yanması bitene kadar ellerinde hortumları bekliyor ve ateşin tamamen sönmesine nezaret ediyor. O sırada alev alev yanan, tüm yılın emeğinin ürünü olan ve yanmakta olan heykelin önünde mahalle ahalisi fotoğraflar çekiyor, selfiler yapıyor, biralar kaldırılıyor şerefe. Son köz söndükten sonra birlikte yemek yeniyor Falla çadırında, sökülmeden önce. Sonrasında ahalinin gücü dermanı kalmış olanı Belediye Meydanındaki en büyük Fallas’ın yakılacağı gece 02’de orada olmak üzere yollara düşüyor. Son yakma töreni aynı usullerle kentin en büyük meydanında, tüm hemşehrilerin önünde gerçekleştiriliyor. Artık herkes evine dönecek, Belediye çalışanları hariç. Çünkü onlar kenti, ertesi gün normale dönecek hayatın mekanı olarak hazırlamak zorundalar. Gerçekten de yüzbinlerce insanın ölçüsüz şekilde kirlettiği kent ertesi gün, sanki geçen bir hafta boyunca hiçbir olağanüstü hal yaşanmamışcasına normale dönüyor. 17-18 Mart günlerinde tüm mahalle konvoyları kent merkezindeki koca Aziz Bakire heykeline çiçekler sunuyor ve heykeli çiçeklerle donatıyor. Bu faaliyet iki gün sürüyor. Festival boyunca yaşanan inanç temelindeki en kapsamlı eylem ve gösteri bu oluyor. Aynı günlerde kentin Kuzey istasyonu yanındaki Torres’de (boğa güreşi stadyumu) birkaç seans güreş gösterisi yapılıyor.

 Dışardakiler de tribünlerdekilerin tezahüratlarından hem matadorun performansını hem de boğanın halini tahminen izleyebiliyor. Bunca tantana, gürültü, hava kirliliği, uykusuz gecelere dayanamayan Valensiyalılar da yok değil. Onlar da festivale birkaç gün kala kenti terk ediyor, başka yerlerde tatillerini yapıp, festival bittiğinde geri dönüyor; böylece festival kirliliğinden kendilerini korumuş oluyor. Festivale dair itirazların merkezinde kirlilik ve gürültü yatsa da, festivalin körüklediği tüketim fetişi, inanç referanslı retorikler, pazarlama alanına dönmüş meydanlar kimi Valensiyalıyı içine çekmiyor. Yakın zamanlara kadar evdeki eskiler ve atıkların yakılmasıyla yaşanan festival artık teknolojik ürünlerle oluşturulan heykellerin yakılmasına dönüşmüş durumda. Günümüzde polistiren kullanılıyor, bunu sağlayan bir endüstri var, sağlayıcılar ortaya dökülüyor, yarı/tamprofesyonel tasarımcılar, heykelciler festivallerin yarış arenasına dökülüyor. Yanma sonucu çıkan emisyonlar itirazlara neden oluyor. Fallas’ın uzun bir geçmişi var:

En az beşyüz yıldan beri süregeldiği söyleniyor. Orta çağlarda marangozların işliklerini aydınlatmak için kullandıkları ahşap kandilleri, marangozhane atık ve kırpıntılarını, baharın gelmesi ve günlerin uzamasıyla birlikte, bir yığın haline getirip yakmalarını festivalin köklerinden sayan anlatılar var. Kilisenin, İsa’nın marangoz babası Joseph’in anılmasıyla Fallas’ın birleştirilmesi yönünde baskı oluşturduğu ve buradan çıkarak Saint Joseph anmalarının Fallas’ın kaynağını oluşturduğunu ileri süren anlatılar da var. Ateşi harlamak için evlerden eski halı ve kilimlerin ateşe atılması, festivalin parçası haline geliyor. Pagan kültürlerin, nesneleri yakarak baharı karşılama törenleri, dünyada birçok yerde olduğu gibi, İspanya’nın muhtelif yörelerinde de görülüyor. Zaman içinde heykellerdeki figürlerin, tanınan kişiliklere atıfla oluşturulduğu ve onlara yönelik hiciv ve eleştiri içerdiği görülüyor. Festival sonunda, sözkonusu figürlerin yakılarak, hicvin sonlandırılması toplumsal eleştiri enerjisini boşaltmaya yaradığı ileri sürülüyor.

Geçmişte yaşamış kişilerin ve yaşanmış öykülerin yakılarak ortadan kaldırılmasının sağlayacağı manevi baskıdan kurtulmak ve unutma pratiği festivali oluşturan öğeler arasında yer alıyor. Doğu kültürlerinde baharın karşılanması, doğanın uyanması, yeni bir yaşamın gelmesi anlamlarını içeren Newroz ve diğer bahar festivalleri de benzer tarihselliğe ve geleneklere sahip, muhtemelen. 1936-39 arasında süren iç savaş sırasında ve sonrasında faşist yönetim sürecinde festival figürlerinin aktüel, politik kimlikleri ve onlara yönelik hicivci yaklaşımlar baskılanıyor.

 Franko rejimi festivalin özgün ve özerk yapısını baskılamaya çalışsa da tarihsel geçmişi faşizm karşısında da toplumsal sahiplikle devam ediyor. Şenlik havası dışarıdan giden bizleri fazlasıyla içine çekiyor ve öykündürüyor. Başeğmeyen eleştirel yanı hayranlık uyandırıyor. Piyasaya kaptırılmış kolunun olması hüzün ve acı veriyor. Sahi bizim kentin, Ankara’nın, bizim yaşadığımız mahallenin, Ayrancı’nın, Fallas’ı neden yok sorusu insanın aklını kemiriyor. Daha kötü kemiren ise şu soru oluyor: peki hadi bakalım bulun kendinize bir festival ve yapın, herşey benden diyen bir güç olsa, tüm Ayrancılılar, tüm Ankaralılar biz nasıl bir festival yapmak, onu nasıl örgütlemek, onu nasıl kutlamak isteriz? Biz neyi kurarız, neyi yakarız? 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış