Solfasol: Aylar önce polis tarafından evine bir baskın yapıldı? Nedenini ve o baskında neler olduğunu anlatır mısın?
Oktay İnce: 16 Ekim sabahı 10 gibi kapımız çalındı. Normalde sosyal medya operasyonu dediğimiz operasyonlar gece yarıları saat üçten dörtten sonra, insanların çevrelerine de korku verecek şekilde yapılıyor. Bu aslında Kemalpaşa’daki dosyanın gönderildiği savcının yasalara biraz uygun davranması sonucunda böyle oldu. 20 yıldır çekmiş olduğumuz her şey tutanak altına alındı, el koyarak götürdüler. Normalde yasalarda evdeki dijital malzemenin evde kopyalanması gerekiyor çünkü kopyalanmadan götürüldüklerinde artık o dijital malzemeye her türlü ekleme yapılabileceği için onların hukuki olarak bir kanıt olma vasfı kalmıyor.
Şu anda da bizden almış oldukları görüntüler kendi gözetimimizde ve bizim avukatlarımızın gözetiminde kopyalanmadığı için hukuki delil olmaktan da çıkmış durumda. Bizim için en önemli şeylerden bir tanesi de şu: Sadece suçlanan şahsa ait olan dijital malzemeyi kopyalamaları ya da hukuki olarak işlem yapmaları gerekiyordu. Fakat dosyada yer almayan, eşime, aileme ait, özel hayatımızı ilgilendiren görüntüleri de hiçbir ayrım gözetmeksizin alıp götürdüler. Bu özel yaşamın tümüyle ihlal edilmesi anlamına geliyor. Sonra benim ifademi aldılar ve serbest bıraktılar. Nedenine gelince, öncelikle sosyal medya operasyonlarının niteliğinden biraz bahsetmek istiyorum. Sosyal medya operasyonları iktidarın yargı eliyle siyasi operasyonlarının bir ayağı olarak görünüyor ve genellikle yazar çizer sanatçı takımını baskı altına almak için kullanılıyor. Bu sosyal medya operasyonlarının yargı tarafından kullanılan iki suç ayağı var. Bunlardan bir tanesi terör örgütü propagandası adı altında yürüyor diğer kanal ise cumhurbaşkanına hakaret ekseninde... Dikkat edersek hem terör örgütü propagandası hem cumhurbaşkanına hakaret suçlaması insanların düşünce ve bu düşüncelerini ifade etme özgürlüklerine yönelik olarak yapılan bir saldırı. Bu düşünce ve düşüncelerini ifade etme özgürlüğünün kullanıldığı mecralar da bildiğimiz gibi basın yayın, tv, yapılan filmler, belgeseller, sinema eserleri ve sosyal medya alanı. Yargı eliyle siyasi operasyonlar bu iki suçlama üzerinden devam ediyor. Yapılış biçimine baktığımız zaman HDP’ye seçim çalışması yapmak bile HDP’nin bir sloganını sosyal medyada paylaşmak bile onlar açısından terör örgütü propagandası sayılabiliyor.
Teröristlik ve terörist faaliyetler alanı o kadar genişletildi ki insanların muhalif olanı söyledikleri her şey bu tabirin içine sığdırılmaya başlandı. Kimlere bu sosyal medya operasyonları yapılıyor diye baktığımız zaman bunun politik gündemle çok ilgili olduğunu görüyoruz. Örneğin Afrin operasyonu sırasında içerdeki sesleri bastırabilmek için, seçim zamanında baskı altına almak istediği ve zayıflatmak istediği politik odaklara yönelik diyelim HDP’ye ve HDP’yi destekleyen çevrelere yönelik operasyonlar yapıyor. Doğrudan doğruya HDP’nin il-ilçe örgütlerine her türlü seçim çalışmasını önleyebilmek için insanların sosyal medya hesapları araştırılıyor ve bu bahaneler uydurularak insanlara gece yarıları baskın yapılıyor. Örneğin ekonomik kriz eğer hükümetin o anda en çok uğraştığı meselelerden biriyse ekonomik krize yönelik olarak hükümeti eleştirel şeyler söyleyen insanların, iktisatçıların evleri basılıyor.
En son Mustafa Sönmez’in evi basıldı. Bunlar seçiliyor. Yani şu anda hükümetin baş konusu nedir, kendisine en fazla eleştiri yöneltilen mesele nedir bu konudaki sesleri susturabilmek için onun gözüne batan sosyal medya ya da kamusal olarak etkili olduklarını düşündükleri parti, kurum ve kişilerin üzerine seçilerek gidiliyor. O insanların sosyal medya hesapları geriye dönük suç bulununcaya kadar 5-6 yıl geriye dönük olarak inceleniyor. Bunlar son iki yıl içerisinde oluşturulan siber suçlar birimi kanalıyla rapora dökülüyor. Bazıları için terör örgütü propagandasına bazıları için ise cumhurbaşkanına hakaret propagandasına yönelik veriler toplanıyor ve insanların gece yarıları patırtılı gürültülü bir şekilde herkese korku salacak şekilde evleri basılıyor ve herkese, hepiniz en ufak bir şeyde yargılanabilirsiniz izlenimi veriliyor. Şimdi bizler de video aktivistleriz alternatif haberler yapıyoruz. Ana akım medyanın görmediği yerlerdeki ezilen insanların seslerini duyurmaya çalışıyoruz, onları görüyoruz. Onların görmediği bakış açılarından hak mücadelesi verenlerin seslerini duyuruyoruz. Bu alanda da Seyr-i Sokak Video Eylem Kolektifi bir süre özellikle Yüksel Caddesi Direnişini kayıt altına alıp onun etkili hale gelmesine, görünür hale gelmesinde ön plana çıktı. Bu ön plana çıkma olayı devlet açısından, AKP hükümeti açısından göze batar hale getirdi. Sosyal medya üzerinden alternatif haber yapan bu video aktivistlere sosyal medya üzerinden operasyon düzenlediler. Geriye dönük olarak incelemeye almışlar, iki tane twit bulmuşlar Seyr-i Sokak twitter hesabından paylaşılan ve bu iki twit üzerinden terör örgütü propagandası iddiasıyla soruşturma başlatmışlar.
Kimdir bu Seyr-i Sokakçılar? Kamusal olarak ön planda Seyr-i Sokak adına canlı yayın yapan, haber yapan ve yine sosyal medya üzerinden isimleri duyulan insanlar. Terörle Mücadele Şubesi şu şu kişiler olabilir diyerek ve fotokopi bir dosya ile Ankara Savcılığına işlem yapın diye gönderiyor. Ankara Savcılığının işlemi sonrasında bizim de adresimiz Kemalpaşa’ya taşınmış olduğu için dosyamız 2018’in Haziran ayında Kemalpaşa'ya gelmiş, Haziran ayından Ekim ayına kadar hiçbir işlem yapılmamış bu dosyaya ilişkin. Ne zaman ki Seyr-i Sokak İzmir’de de yavaş yavaş sokaktaki hareketliliği, basın açıklamalarını kaydetmeye başlayıp İzmir Seyr-i Sokak olarak faaliyete geçmiş işlemsiz bekletilen dosya devreye sokulmuş.
S.: Aradan geçen zamanda el konan arşivinle ilgili ne tür girişimlerde bulundun, neler oldu?
Yapılması gereken iki şey vardı. Ya hemen sokağa çıkıp eylem yapacaktık ya da hukuki yollara başvurarak hakkımızı arayacaktık İlkin hukuki girişimlerde bulundum. Kemalpaşa Savcılığına arşivimin ve aile görüntülerimin geri verilmesine ilişkin dilekçe yazdım. Savcılık bu konuda hak verdi ve emniyete yazı yazdı ivedilikle kopyaları alınması gerekenlerin kopyalarının alınması ve orijinallerinin geri verilmesi ile ilgili. Ama bu arada Kemalpaşa Savcılığı dosyaya yetkisizlik kararı verdi ve Ankara Başsavcılığına gönderdi. Bu arada bir zaman kaybı oldu. Ankara Başsavcılığına gittim savcı ile görüşmeye. Oradan İzmir siber suçlara Kemalpaşa savcılığının yazdığı yazıya atıfla ikinci bir yazı yazıldı, daha sonra üçüncü bir yazı yazıldı. Üzerinden altı ay geçti, bu konuda hiçbir gelişme olmadı. Savcılıkların talebine rağmen İzmir İl Emniyet Müdürlüğü bürolarından birisi olan siber suçlardan herhangi bir sonuç alamadık. Bunun üzerine sesimi kamuoyuyla paylaşmaya karar verdim. İzmir Valiliğinin önünde eylem kararı aldım. “Derdimi Dinle” ana başlığı altında halka sesleniş, sesli dilekçe diyorum ben buna, yapıyorum.Bundan sonra da farklı biçimlerde arşivlerim bana geri verilinceye kadar eylemliliğim devam edecek.
S: Arşivinin içeriğini biraz anlatır mısın? Neler vardı arşivinde?
O.İ.: Öncelikle atölyenin içeriğinden söz edeyim. 2000 yılında biz “Sokağın Belleği” olmak gibi bir girişimde bulunduk. Kamerayla kayıt yapmanın çok pahalı bir şey olmaktan çıkması, her insan için mümkün olmasından itibaren 2000 yılındaki ölüm oruçları sürecinde Ankara sokaklarında F Tipi hücrelere karşı verilen mücadeleyi kaydetmeye başladık Kare Haber Video Eylem Atölyesi olarak. O günden itibaren yetişebildiğimiz kadarıyla sokaktaki hak mücadelelerini kaydetmeye başladık. Bizim başladığımız o dönem hapishanelerdeki F Tipine geçişe karşı mücadeleler vardı, Kaos GL hareketinin başlangıç günleriydi, dernekleştiği dönemdi. Onların, feminist hareketin ortaya çıktığı, güçlendiği zamanlardı. Sonra 2003’te Irak Savaş Karşıtı hareketi ve vicdani ret hareketi güçlendi. Bu hareketlerin ilk görüntüleri ve kayıtları 2000’li yılların başlangıcından itibaren bizim kameralarımız tarafından kaydedildi ve Kara Haber Video Eylem Hareketi’nin web sayfası üzerinden biz güncel olarak o kaydettiğimiz görüntüleri yayınlamaya başladık. Bunun dışında belgesel film olarak kaydedilmiş ham görüntüler de, kurgulanmış görüntüler de var. Bunlar içerisinde Sinan Köylülerinin vermiş olduğu 5-6 yıllık toprak mücadelesinin doğrudan kamera kaydıyla takip edilmesinin sonucunda çıkan Sinan Üçlemesi var. Üç belgesel film var. Ankara’da atık kağıt toplayıcılarının 10 yıllık süreçlerinin belgesele dönüşmüş ve dönüşecek olan görüntüleri var. “Ateş ve Düğün” atık kağıt işçileri üzerine yaptığımız video sergiydi örneğin, o görüntüler var. Daha sonra Haziran Gezi direnişi Ankara, Tuzluçayır, Yüksel direnişi...
Yine “Aksinden Yansı” Haziran direnişinde Ethem’in vurulduğu gün devlet tarafından görüntülenmiş ve kaydedilmiş görüntülerden oluşan bir hukuk ve imaj tartışması üzerine açtığımız bir video sergi vardı. Buna benzer sokaktaki bütün hak mücadelelerinin, bazılarının montaj aşamasına gelmiş olan çalışmaları var. Ve bütün bu anlattığımız konulara ilişkin bizim yazmış olduğumuz metinler, yapmış olduğumuz tartışmalar hepsi bu arşivin içerinde kendi aile arşivimden zaten daha önce bahsettim. Toplamı 18 harddisk ve 41 dvd olan bir arşiv.
S.: Eylem yapma noktasına nasıl geldin?
O.İ.: Sadece habercilerin değil belgeselcilerin üzerinde de çok büyük bir baskı oluşmuştu. Çünkü biz bundan 4-5 sene önce belgesellerin festivallerde gösterilmeyerek ya da gösterim yasakları ve sansürle içeriklerine müdahale edilerek, destek verilmeyerek devletin bir sansür politikasını konuşmaya başlamıştık. Bakur belgeseli ve Yeryüzü Aşkın Yüzü Olancaya Kadar olan Gezi Direnişi’ne ilişkin olan belgeselin içeriği festivallerde çok tartışılmıştı, gösterilmemişti, sansüre uğramıştı bazı belgeseller. Ama bugün bundan 5-6 yıl sonra artık belgesel filmleri açısından sansürden değil bunu yapmanın imkansız olmasından yani muhalefeti devletin politikalarını eleştiren ve karşı cepheden söz söyleyen belgesellerin yapılmasının neredeyse imkansız hale getirilmesi söz konusu. Çünkü insanlar en küçük bir sosyal medya operasyonuyla evlerinin kapısı çalınıp bütün görüntülerine el konulacağı endişesiyle belgesel yapmaya çalışıyorlar. Görüntülerini saklamaya çalışıyorlar.
Görüntülerin gündüz montajını yapıp gece bir yerlerde saklamaya çalışıyor. Bu psikolojiyle hareket ediyorlar. Belgeselciler ceza almaya başladılar. Örneğin Nû Jîn’den Dicle Anter ve Veysi Altay iki yıldan fazla ceza aldılar. Bakur Belgeselinin 2 Mayıs’ta karar duruşması var. Muhtemelen ceza alacak. Bunun dışında birçok belgeselci, belgesellerinin içeriğinden dolayı yargılanıyor. Sansürün ötesinde bu belgesel filmin yapılma koşullarının ortadan kalktığından söz edebiliriz. Bütün bunların sesli bir şekilde dile getirilmesinden yola çıkarak öncelikle İzmir Adliyesi önünde daha sonra da şimdi İzmir Valiliği önünde haftada bir gün basın açıklaması ve oturma eylemiyle insanlara seslenerek bu konuya dikkat çekmek için eylem kararı aldım.
S.: Talebin nedir? Kimden ne istiyorsun?
O.İ.: Arşivimin bütününü, orijinal haliyle geri verin, diyorum. Bunu almaya hakkınız yok, diyorum. Ama onlar kopyasını verecekler, inceleyeceğiz diyecekler. İncelemeleri sonucunda ortaya çıkacak, verecekleri ceza ya da suçlama ile ilgili hiçbir kaygım yok. Suç olmadığından eminim gibi bir şey söylemiyorum çünkü suç yaratmakta, kendi hukuklarını dinlememekte çok kararlılar. Ama eğer onlar suçlarsa biz de savunmamızı ona göre yapacağız. Yaptığımız belgesellerin, çektiğimiz görüntülerin içeriği bizim açımızdan suç değil. İnsanların haklarını ihlal etmeyecek biçimde montaj yapıyoruz zaten. O açıdan ne devletin ne de sermayenin egemenliği bizim açımızdan herhangi bir yaptırım oluşturmaz. Biz belgesellerimizi özgürlük koşullarında çekiyoruz. Eğer bunun bir bedeli varsa da öderiz ya da göze alırız.
S.: Eyleminle ilgili demokratik kamuoyundan (ya da kimden) ne bekliyorsun?
Sosyal medya üzerinden ya da basın yayın üzerinden mümkün olduğunca sesimin yaygınlaşmaya çalışmasını bekliyorum. Ben bireysel bir eylem yapıyorum. Kitleselleşelim biçiminde bir eylem çağrısı yapmıyorum insanlara. Gelin benimle birlikte eylem yapın demiyorum ama basın-yayın ve sosyal medya yoluyla sesimin yaygınlaşmasına, videoların, fotoğrafların, haberlerin daha duyulur hale gelmesine katkıda bulunabilirlerse çok sevinirim. Bir ikincisi kendi başlarına böyle bir şey geldiğinde yani sosyal medya paylaşımlarından dolayı kendilerine baskın yapıldığında; cep telefonlarına, özel arşivlerine el konduğunda, benzer bir tepki vermelerini, bu hukuksuzluğu yapanların yanlarına bırakmamalarını talep ediyorum. Böylesi bir durum yaşayan her kim varsa onlar da benzer eylemlerin aktörleri olabilirler. Eğer hep birlikte ses çıkarırsak çok açık ki devlet bu kadar pervasızca gelip bizim hem aile arşivimize hem de belgesel film yaptığımız ya da haber arşivi olarak yıllardır emek verdiğimiz görüntülere bu kadar basitçe, babasının malıymış gibi el koyamaz. Çağrım bu olabilir.
S.: Eylemin ardından sana resmî ya da sivil geri dönüş, reaksiyon var mı?
O.İ.: Devlet tarafından bana bir geri dönüş oldu. En son İzmir Valiliği önünde 16 Nisan günü eylem kararı almıştım. İzmir’e doğru geliyordum ki polis tarafından yolda Kemalpaşa Emniyeti’nden bir tebligatınız var diye arandım. Eylem sonrası oraya gittiğimde, hakkımda bir sosyal medya taraması yapıldığını öğrendim. Sosyal medya üzerinden benim olduğu iddia edilen hesaplarından cumhurbaşkanına hakaret içeren birtakım paylaşımların yapıldığını iddia eden fotokopilerle karşılaştım. Cumhurbaşkanına hakaret ettiğim ve ifade vermem gerektiği ile ilgili olarak muhtemelen bir gün önce yakalama kararı çıkarmışlar. Bunu siber suçlar yapıyor. Siber suçlar belki de doğrudan Tayyip Erdoğan’a bağlı çalışıyor, bunu bilmiyoruz.
Bununla ilgili olarak ifade vermek durumunda kaldık. Devlet kendi hukukuna kendi yasasına uymak ve filmlerimizi, arşivimizi geri vermek yerine, “Sen nasıl sesini sokakta yükseltirsin?” diyerek tıpkı diğer sosyal medya operasyonlarında yaptığı gibi insanlara baskı, muhalefetin sesini kesmek amaçlı ikinci bir sosyal medya operasyonu yapıyor. Daha önceki terör örgütü propagandası gibi bir iddia ile yapılmıştı. Bu ise cumhurbaşkanına hakaret üzerine oluşturulmuş bir dosya. Devletten aldığımız tek ses bu oldu.
Yorumlar (0)