Kepenkler inmiş, orasının eskiden kitap satan bir yer olduğuna dair bir işaret bile kalmamış. Zaten bir levhası da yoktu galiba. Önündeki boşluk, Sakarya Caddesi’nin keşmekeşi içinde cep telefonuyla konuşmak isteyenler için uygun bir aralık yaratmış. Bunun gibi olayların, bir kent hayatı içinde normal sayılması gerektiğini düşünebiliriz. Öyledir de… Bizimle ilgisi ne olursa olsun, kentin bileşenleri, kent için önemli olan bazı şeyler, önce önemsizleşerek, sonra da büsbütün yitip giderek yok olurlar. Doğal olarak her şeye olduğu gibi, kentlere, onların bazı parçalarına, bileşenlerine, işlevlerine de aynı şey olabilir: Tamamen yitip- gitmek ve unutulmak.
Bilgi Kitabevi için, onun kapanması ve bu kentin sahnesinden sessizce çekilip gitmesi nedeniyle, üzülmek ya da sevinmek gerekmiyor. Ama üzerinde yine de düşünmek gerek: Ankara’da bir kitapçı dükkanı daha kapandı. (yenileri açılıyor mu ki?) Kapanan bu kitapçı dükkanı, Ankara’nın tarihinde, sanırım 60, ya da 55 yıldan beri kitap satan bir yerdi. Bilgi kitabevi, kendisini yaşatmak için gerektiğini düşündüğü ticari her önlemi yıllardır denediği halde, yine de bitti. Peki, bu ne anlama geliyor? Kendisini yenileyememiş, işlevi kalmamış ya da işlevinin değeri kalmamış, her şey gibi, o da yavaş yavaş ölmekten başka ne yapabilirdi? Bütün bu köhnemiş ve hemşerilerinin bugünkü ihtiyaçlarıyla ilgisi kalmamış her şey gibi, yaşasaydı ne olacaktı, ya da yapay teneffüsle yaşatılmaya çalışılsaydı, daha mı iyi olacaktı?
Kent böyle işlevi kalmamış, bugünün insanının yabancısı olan dükkanlarla mı dolsaydı? Ya da, dergi-kitap okuyanın zaten çok az olduğu bir ülkede, bilgisayar, internet ve marifetli telefonlardan sonra, kağıt israfına son veren teknolojiler karşısında, dünyanın bütün kentlerinde, kağıt kitapçı dükkanları nostaljisi üzerinde hala durmanın ne anlamı var? Bu soruların bir tek yanıtı olabileceğini sanmıyorum. Zaten yok da. Ancak yine de, bilgi Kitabevi’nin kapanması üzerinde durmak ve düşünmek zorundayız. “Nostaljik” olduğumuz için değil. Teknolojik gelişmelere karşı olduğumuz, ya da olunması gerektiğini düşündüğümüz için değil. Kentlerin hiç değişmeden ve donmuş gibi durmasını beğendiğimiz ya da savunduğumuz için değil. Kentsel değişimlerin hepsine karşı olduğumuz için değil. Kentlerin geleceğinin mutlaka bir plana göre belirlenmesi ve bu plan öngörmüyorsa, kitapçı dükkanlarının ölmeyeceği ve yapay da olsa yaşatılacağı bir düzen özlediğimiz için de değil. Ama yine de, Bilgi Kitabevi’nin kapanması üzerine, serinkanlı bir biçimde düşünmeliyiz.
Neden? Öncelikle kentte neler olup-bitiyor, bunları izliyor, görüyor, değerlendiriyor olma kapasitemizi korumak için. Bilgi Kitabevi’ne ne olduğunu ve neden olduğunu düşünmek, aynı zamanda biraz da Sakarya Sokağı’na ne olduğunu düşünmek gibidir. Sakarya Sokağı’na ne olduğunu ve bu sokaktaki dönüşümlerin nedenlerini - negatif ve pozitif etkilerini anlamak, biraz da Kızılay’ın yaya bölgesinde, hatta Ankara’nın hala en önemli kent merkezlerinden biri sayabileceğimiz Kızılay’a ne olduğunu ve olacağını düşünmek gibidir. Kızılay’a ne olduğunu düşünmek de, Yenişehir’in veya başka bir bakımdan Ankara’nın 1940’larla 1990 arasındaki 50 yılda oluşan çok “istisnai” (özel ve ayrı/ kural dışı nitelikteki) sosyal tarihini yaratmış olan hemşerilere, onların içinde yaşamakta veya terk etmekte oldukları mekanların başına gelenleri anlatmaya çalışmak, ya da bunları yorumlamak gibidir. Küçücük bir kitapçı dükkanın (belki de doğal olan) ölümünü, hemen böyle ölçek büyülterek ve kentin en önemli sorunlarına bağlayarak, “solcu” bir taktik izlemiyorum.
Bunları, olayın gereğinden fazla önemsenmesini istediğim için de yazmıyorum. Sadece, gideni görmek, yerine geleni görmek ve bunlar arasındaki farkları da görmek, bunlar üzerinde düşünerek, Kızılay kent merkezindeki mekansal ve toplumsal (bunun içinde ekonomik olan da, politik olan da, kültürel olan, vb de var elbette) değişmeyi, gidişatı değerlendirebilmek için ipuçları yakalamak istediğim için yazıyorum. Kentin bu biçimde değişmesi, düşünülebilecek tek değişme biçimi bu olduğundan mıdır? Kendiliğinden olarak ne oluyorsa, sadece o olabilirdi demek mi bu?
Ancak bu değerlendirmeyi, nüfusu 4,5-5 milyon olmuş, batıya doğru en azından iki koridor boyunca olağanüstü büyümüş ve aldığı göçle toplumsal yapısı (ve kentsel bilgisi/ kentleşme gelenekleri), Bilgi Kitabevi’nin kurulduğu yıllardan çok farklı hale gelmiş bir Ankara için yapmalıyız bu irdelemeyi. Bu gelişme eğilimlerinin geleceği, Ankara ve onun mekanlarının geleceği için yapmalıyız. Bilgi Kitabevi ile aramda pek çok kişisel bağ var elbette. Bu yer, benim için özel anlamlar taşıyor gerçekten. Ama bunların ne önemi var?
Geçmiş zaman güzellemesinin ne gereği var zaten? Kent sürekli olarak, her gün/ her an, hem kendiliğinden, yani hemşerilerinin bireysel iradeleri ve etkileşimi ile hem de, yöneticilerinin doğru veya aptalca (ya da çıkarcı) kararlarıyla, değişmiyor mu zaten? Bütün bu değişmeler karşısında bir birey olarak ne gücümüz/ ne etkimiz olabilir ki? Hiç. İşte, tam da bu nedenle, Bilgi Kitabevi’nin kapanmış olması üzerine düşünmek gerekir diyorum. Düşünürsek ne olacak? “Bilgi Kitabevi geri mi gelecek?” diyebilirsiniz. Elbette gelmeyecek. (Zaten, gelmesini istiyor muyuz ki?) Ama biz, birer birer ve sonra belki yakın çevremizdeki bir grup insanla birlikte, Ankara’daki değişmeleri görüyor, anlıyor, değerlendirebiliyor ve eleştirebiliyorsak, geleceğe doğru bu değişmenin yönünün ne olması gerektiği, ya da olabileceği konusunda düşüncelerimiz oluşuyorsa, bu çabadan, yeterli veya yetersiz bir güç, bir enerji doğar diye düşünüyorum İşte tam da bu nedenle Bilgi Kitabevi’nin kapandığını haber veriyor ve bu olgu üzerinde düşünmenizi öneriyorum. Sonra da, bu bölük-pörçük düşünceler üzerinde konuşalım burada, Solfasol’da ya da internet sitesinde veya toplantılarımızda.
Ve diyelim ki, Ankaralı sıradan yurttaşlar olarak, Bilgi Kitabevi’nin kapanmış olması ( sorunu şu ya da bu ölçekte ele aldığımızda), bizce şu anlamlara gelebilir ve biz bu gidişattan, şu nedenlerle endişe duyuyoruz ve alternatif olarak, kentin merkezindeki değişmelerin oluşması/ yönlendirilmesi/ etkilenmesi için yapabileceklerimizi/ yapılabilecekleri şöyle sıralıyoruz: …..
….. Yazdıklarımın bu noktasına geldiğinizde, belki şöyle düşüneceksiniz: Biz (ya da bizim gibi olan geçmişteki birçok insan/ örgüt) zaten 50 yıldır bunu yapmıyor muyuz? Evet, yapıyoruz ama bir-iki farkla: Bunu, simgesel bir bina (Yeni Sahne gibi) yıkılırken ve anlık bir tepki olarak yapıyoruz genellikle. Oysa bu öneri, sıradan bir durum için bile ve süreklileştirilmiş, mümkünse azıcık sistemlileştirilmiş olarak ve içinde bulunduğumuz mevcut (politik, ekonomik vb dahil) toplumsal durumunu dikkate alarak yapmak gereğini hatırlatmak istiyor sadece…
30 Ekim 2014
Yorumlar (0)