Ama Ankara hakkında yeniden düşünmek isteyenlerin, özellikle de yeni verilerin ortaya çıkmasıyla yepyeni alanların açılmasının kazanımlarından heyecan duyacak olanların, Ali ve Müge Cengizkanların küratörlüğünü yaptığı sergiyi görmeleri gerekiyor. Sadece görmek de yeterli olmayacaktır. Görülenler üzerinden yeni düşünceler, yeni tartışmalar üretmek ve bunları kamusal ortamda paylaşarak, kenti anlamak, dolayısıyla kente sahip olabilmek (daha doğru bir ifadeyle, kent hakkında yeni bilgilerin oluşmasıyla, Ankara’nın niteliklerini derinden kavrayarak, yaşadığımız “yer” ile daha akılcı ve anlamlı bir beraberlik sağlayabilmek) için bu sergi, çok güçlü bir fırsat sağlıyor.
Sergiyi gezdikten sonra, Ankara’yla ilgili içsel bağlarımın bazılarında derin sarsıntılar olduğunu, bazı bağların da pekiştiğini kesinlikle söyleyebilirim. Sergi ile yaratılan zemin, iyi düzenlenmiş her ortamda olması gerektiği gibi, nesnel bir zemin. Bu zemin üzerinden eleştirel bir okuma da yapabilirsiniz ya da oldukça katı bir “bilimsel” yararcılıkla, başka veriler derleyebilirsiniz, hatta çekilmiş olan sıkıntılar
ve güçlüklerin derecesine bakarak, yürek sızısı duyabilir ve kentin kurucularıyla duygusal ve empatik bağlar da geliştirebilirsiniz.
Ali ve Müge Cengizkanların Ankara’yı ne kadar çok sevdiklerini anlamak, bu sergiyi gördükten sonra daha kolay. Burada, “bir insan bir kenti nasıl sevebilir?” sorusunu sorabiliriz. Kentler, onca karmaşıklıklarına ve barındırdıkları sonsuz sayıdaki öğeyle birlikte, aşırı genellemeci bir “sevgi” ile sevilmez sanırım. Bir kenti sevdiğini göstermenin yollarından biri, kenti önemseyerek, kendine ait niteliklerinin anlaşılması ve çözümlenebilmesi için yeni zeminlerin tartışmaya açılmasıyla olabilir belki. Cengizkanlar da tam olarak bunu yapıyorlar.
Serginin heyecan verici pek çok yönü var. Bunlardan bazılarını sayıp, bazılarını göz ardı etmenin ne tür bir haksızlık ve saygısızlık olabileceğini bildiğim halde, yine de cesaret edip, sadece bir tek boyut hakkında kısaca birkaç söz yazmakla yetineceğim. Daha kapsamlı düşünceler geliştirmek için bir gazete yazısından fazlasına gereksinim olduğu çok açık.
Şimdiye kadar, Ankara’nın Cumhuriyet dönemiyle ilgili olarak, sadece kamusal yapıların, altyapının, ya da kurumlardan bazılarının tarihi ile yetinmek durumundaydık. Sergiyle, konutla ilgili alanın bilgileri, ilk kez gün ışığına çıkmaya başlıyor. Konut bilgileri oluştukça, sınıfsal konumlar, rantın
"Kentler, onca karmaşıklıklarına ve barındırdıkları sonsuz sayıdaki öğeyle birlikte, aşırı genellemeci bir “sevgi” ile sevilmez sanırım. Bir kenti sevdiğini göstermenin yollarından biri, kenti önemseyerek, kendine ait niteliklerinin anlaşılması ve çözümlenebilmesi için yeni zeminlerin tartışmaya açılmasıyla olabilir belki. Cengizkanlar da tam olarak bunu yapıyorlar”
"Sergi, CerModern’de, Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) tarafından, ilginç ve yenilikçi bir yaklaşımla düzenlenmiş.
oluşumu ve paylaşımı, konutun ve konutların içinde yer aldığı Yenişehir’in doğa ile ilişkileri, daha da önemlisi, buradaki yeni toplumun yaşam koşulları ve kentin güneye doğru “modernleşerek” gelişmesinin, gündelik kent yaşamı bakımından anlamı, üzerinde de düşünebiliyoruz:
1930’lu yıllarda Ankara’da/Yenişehir’de/ Yenişehir’deki konutlarda, nasıl bir yaşam
vardı? Toplumsal ilişkiler nasıldı? Serginin kazandırdıklarıyla, kentin yaşam kalitesi ve kentin yaşayanlara neler sunduğu/neler vaat ettiği hakkında, daha çok düşünebiliyoruz; en azından, bazı soruları formüle etmek, bazı önermeler geliştirmek bakımından, kendimizi daha sağlam bir zemin üzerinde buluyoruz.
Gerçek bir “Ankara” ve “Ankaralı” sergisi...
Sergi, CerModern’de, Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) tarafından, ilginç ve yenilikçi bir yaklaşımla düzenlenmiş. Bu bakımdan, VEKAM’a, ayrıca Cermodern’e de, içtenlikle teşekkür etmek gerekiyor.
Yorumlar (0)