Suriçi bölgesi, özellikle 90’lı yıllarda zorunlu göçlerle yerlerinden edilen ailelerin yaşamlarını sürdürdükleri ve bu yüzden de göçün yarattığı sorunların fazlaca hissedildiği bir bölge. Bütün zorluklara rağmen belediye ve halkın dayanışmasıyla pek çok proje hayata geçirilmiş. Bu projelerden birisi de Hançepek Mahallesi’nde açılmış olan ‘Beyaz Kelebekler’ çamaşırhaneleri ve hemen yanında yer alan tandır evi. Beyaz Kelebeklerin ücretsiz kreş hizmeti de var, anneleri çalışırken onlar güvendeler. Tandır evinde yapılan ekmeklerle hem günlük ekmek ihtiyaçlarını karşılıyor, geri kalanını da çarşı da satabiliyorlar. İlerleyen zamanlarda öğreniyoruz ki mahallenin eski ismi Gâvur Mahallesi’ymiş. Ermeni yazar Mıgırdiç Margosyan bu mahallede doğmuş ve en güzel kitaplarından birisi de “Gâvur Mahallesi.”
Farklı mahallelerde kurulan KADEM (Kadın Destek Merkezleri)’lerin kuruluş amacı kadınların iş
sahibi olmalarına ve ekonomik bağımsızlıklarını kazanmalarına destek olmak. Bu amaçla çeşitli kurslar ve eğitimler veriliyor, kurs sonunda üretilen işler çarşıda kurulan stantlarda satışa çıkarılıyor. KADEM’lerde de ücretsiz kreşler var ve çocuklar buralarda anadilde eğitim alıyorlar.
“Anadilim Kürtçe’de ‘deng’ sestir, ‘bej’ ise sese biçim verendir, sesi söyleyendir. Sese ruh kazandıran, sesi canlı hale getirendir.
Sesi meslek edinmiş usta, mekânı ses olmuş insandır”,
der Mehmed Uzun dengbejin ne olduğunu anlatırken. Dengbejler, sevdaları, aşkları, doğayı, acıyı, gidenin ardından yakılan ağıdı ‘stran’ olarak söylerler. En fazla ziyaret edilen yerlerden biridir Dengbej Evi. Stranlar söylenirken anlamasanız da bilirsiniz çoğu ya sevdadan ya da acıdan bahseder...Mehmed Uzun’un Dengbej Bıro’su şöyle seslenir bizlere;
“SESİM, yani bu gece duyacağınız Bıro’nun sesi, unutulmuş insanların da sesi olan, unutulmuş bir insanın sesidir.”
Suriçi’nde koşarak gittiğimiz ve vaktin nasıl geçtiğini fark etmediğimiz yerlerden birisi de Davut Ökütçü Çocuk Kütüphanesi. Kütüphaneye girince onlarca çocuğu ya kitaplarının başında ödev yaparken ya
da bir kitabın başında hararetli hararetli tartışırken buluyoruz. Yeni gelen çocuklarsa direk Fırat Abi’lerinin bulunduğu odaya giderek, ödevleri hakkında bilgisayardan bilgi toplamak ve çıktı almak için sıraya giriyorlar. Evler küçük ve kalabalık olduğu için, okuldan çıkınca hemen kütüphaneye koşuyorlar. Dersler bitince ya da ara verildiğinde de Fatih Abi’leri onlara halk oyunları çalıştırıyor. Sohbetimiz ilerlediğinde olmasını istediklerini sıralarlarken çoğunun ilk dileği, kendilerine ait birer odalarının olması...
Kadın Destek Merkezleri’ni, Tandır Evi ve Çamaşırhaneleri, Sanat Evi’ni, Çocuk Kütüphanesi’ni, Dengbej Evi’ni... Buralarda tanıştığımız dostların bizlere anlattıklarını ve anlatılanların ağırlığını taşımak ve hatırlamak isterim. Buraları ziyaret etmek için daracık “küçe”lerin arasında yolumuzu bulmaya çalışırken oyunlarına ya da sohbetlerine eşlik ettiğimiz çocukları, kadınları, kapısı hafif aralık avlulardan gelen seslerin çekiciliğine kapılıp buluşma saatlerine hep geç kalışımızı... Surların üzerine çıkıp, hangisi Surp Giragos, hangisi Meryem Ana Kilisesi, hangi kubbe Hasan Paşa Hanı’na ait tahmin edebilmeyi, surların kenarına oturup Dicle Nehri ve Hevsel Bahçeleri’ni seyrederken hayal kurmayı... On gözlü köprünün kenarından Kırklar Dağı’na doğru türküler söylemeyi... Özledim.
Oralarda tanıdığımız dostlara, dertleştiğimiz gençlere, bizimle dileklerini paylaşan çocuklara ve fotoğraflarda bizlere gülümseyen o küçücük ellere “neden?” diye sorarlarsa, verecek cevabımız var mı?
(*) TGBF Atölyesi Mehmet Özer yürütücülüğünde kurulmuş ve çalışmalarına devam etmektedir.
Yorumlar (0)