Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Biz Şehirden Siz Köyden Dedik: İzmir’den Ankara’ya Direnişe Geldik

Biz Şehirden Siz Köyden Dedik: İzmir’den Ankara’ya Direnişe Geldik

Muğla İkizköy halkı, Yeniköy-Kemerköy termik santrallerine yakıt sağlayan linyit madeni  sahasının genişletilmesi için yok edilmek istenen Akbelen Ormanı’nı, Ekim 2019’dan bu yana  savunuyor. Bu süre boyunca şirket tarafından suları kesildi, madende çalışan köylüler işsizlik  baskısı gördü, nöbet alanlarına jandarma tarafından müdahale edildi.

Muğla'nın Milas ilçesine bağlı Akbelen Ormanı'nda, Limak Holding ve İÇTAŞ ortaklığındaki  Yeniköy-Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. tarafından yapılan maden sahasının  faaliyetlerine karşı direnen İkizköylülerin direnişi 3 Temmuz 2025’te Ankara’ya taşındı.

Bu ülkede bir ormanı korumak istiyorsan yasaya, polise, biber gazına ve yalan haberlere  karşı da direnmeyi bilmelisin. Çünkü mesele sadece ağaç değil. Mesele, Maden Yasası'nın,  sermaye lehine Anayasa’yı delip geçtiği bir düzende, köylünün, halkın yaşam hakkının  sistematik olarak gasp edilmesi.

Bir ormanı savunmaya kalktığında, yalnızca ağaca değil; yasalara, medyaya, siyasete,  sermaye düzenine karşı da konuşmuş olursun. Çünkü doğayı savunmak, sadece çevreci bir  pozisyon değil; bütünüyle politik bir itirazdır. Bir düzen eleştirisidir.

İkizköy-Akbelen Direnişi de işte tam burada duruyor: Rantçı yasaların, şirket lehine  düzenlenmiş Maden Kanunu’nun, doğayı değil sermayeyi kollayan devlet aklının karşısında  halkın kendi varlığını ortaya koyduğu yer.

Akbelen’deki ve İkizköy’deki  mücadele, sadece bir köylü isyanı değil; Türkiye’deki eko-kırım  düzenine karşı açılmış fiili bir dava. Toprak, orman, su… Bunlar metalaştırıldıkça biz de  yoksullaşıyoruz. Bu yüzden bu mücadele sadece lokal değil, tarihsel.

Kıvılcım, yalnızca elektrikle değil, iradeyle tutuşur. Biz de o iradeyle, 12 Temmuz sabahı  İzmir’den beş kişilik belgesel ekibimiz, üç kişilik organizasyon ve geri hizmet ekibimiz ile  tanıklık etmeye, kayda geçmeye, belgelerken direnmeye TBMM Cemal Süreya Parkı’na  gittik.

Köylüler ile yapılan görüşmeler ve oluşturulan direniş ilkeleri çerçevesinde Direniş Belgeseli  çekimi konusunda inisiyatif aldık.

“Biz şehirden, siz köyden” dedik.

Birleştik.

Çünkü biliyoruz ki bu memlekette ormanı korumakla toplumu uyandırmak aynı şeydir.  Ağaç da insan da birlikte kurtulur.

İzmir’den Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ekonomi Üniversitesi’nden öğrenci  topluluklarından temsilciler de bizimleydi. Çünkü bu mücadele artık sadece köylünün değil,  gençliğin, doğmamış çocukların, hepimizin meselesi.

Dört gün boyunca Cemal Süreya Parkı’nda ve de TBMM önünde çekim yaptık. Köylülerle,  vekillerle, direnişçilerle konuştuk ve röportajlarımızı aldık. Çekimlerle paralel olarak montaj  işlerini devam ettirdik.

 Bir yanda röportajları alırken, birimiz direniş mutfağına yardım etti, yemek taşıdı, birimiz  alanda temizlik ve düzen işlerine yardım etti, birimiz alana gelip mücadeleye destek verenleri  karşıladı, birimiz 16 Temmuz TBMM önü direniş eylemi için, İzmir’den eyleme gelecek araç  ve direnişçi koordinasyonunu sağladı.

16 Temmuz 2025 gününde saat 11.00 de  alanda toplanma çağrısı yapıldı. İzmir’den gelen  üniversite temsilcilerimiz ile Cemal Süreya Parkı’nda toplandık. Birkaç gün önceden  hazırladığımız pankartlarımızı alanda bulunan direnişçiler ile paylaştık. Orada bulunan kimi  direnişçi diğer direnişçilere su dağıttı, kimisi yemek dağıtarak direnişe direniş kattı.

16 Temmuz’da TBMM önündeki köylü eylemine katıldık. Sesimiz meclis duvarlarını aşar mı  bilinmez ama biz o sesi tarihe kaydettik. Ve orada basın açıklamasından sonra Cemal  Süreya Parkı’na geri döndük. Parkta İkizköy Muhtarı Nejla Işık “ Sesimizi duymuyorlar,  görmüyorlar. Biz de bu nedenle artı açlık grevine başlıyoruz. Buradan tüm Türkiye’ye  sesleniyoruz: Köylü üretmek istiyor, yaşam alanlarını savunmak istiyor. Bu yasa geri çekilsin!  Aksi halde üretim de, tarım da, köylü de biter.” diyerek açlık grevini başlattı.

16 Temmuz günü İzmir’e geri dönmeden önce mücadeleyi yurdun dört bir yanına nasıl  yayabileceğimiz hakkında ekibimiz ile toplantı gerçekleştirdik ve planlamalarımızı yaptık.

İzmir’e geri dönmek ve de haklı  mücadelemizi sürdürmek üzere yola çıktık.

Bu bir çevre haberi değil. Bu, bir uyanış çağrısı.

Çünkü mesele sadece bir ağacı kurtarmak değil, bir toplumu uyandırmaktır.

Bu daha zor, evet.

Ama geri dönüşü olmayanı tercih etmiyoruz. Bu memleketin toprağını da, halkını da,  hafızasını da uyandıracağız. Ya maden şirketleri kazanacak, ya halk kazanacak.

Biz tarafımızı çoktan seçtik. YA SİZ?

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış