Birkaç satırlık hikâyelerine ilk kez sendika.org,
bianet.org ve onekim.org sitelerinde rastlamıştım. 101015ankara.org sitesi biraz daha farklı. Gidenlerin ardından insan hikâyelerine yer vermişler. Başlık, Ahmet Altan’ın kaleminden, Dicle’nin ablasıyla yaptığı söyleşiden sonra yazdığı yazıdan. Dicle, 17 yaşında, güzel bir kızmış. Üzerinde Allah ve Muhammed yazan bir duvar saatinin önündeki masada yapmış sabah kahvaltılarını. İstanbul’a Siirt’ten gelmiş. En çok Ahmed Arif şiirlerini severmiş. Tuttuğu günlükte Ahmed Arif şiirleri varmış. Ablası Belçim, artık ağlamıyormuş, kardeşini emanet ettiği Abdülkadir paramparça olmuş, Cafer’in de bacağı kopmuş. Ahmet Altan’a “Biz iyi insanlarız, bizleri neden öldürüyorlar” diye sormuş. “Biz yenildik... Hem öldürdüler, hem de öldürenler yendiler” diye yakınmış.
Ne dersiniz, sizce de yenildik mi? Bunca ölümün,
bu yaşanmışlıkların ardından yenmek, yenilmek
ne ifade ediyor? Ama ya içimizde bir türlü bastıramadığımız, yoğun adaletsizlik duygusu? Bu siteyi ziyaret etmediyseniz, bir girin bakın, uzun süre ayrılamayacaksınız.
İnsan hikâyeleri var sitede. Artlarından yazılmış insan hikâyeleri. Ne çok ölüm gördük, ne çok ölüme tanığız! Yüzlerle, binlerle ifade etmeye çalışıyoruz dehşeti. Ölümlerin çokluğuyla, ölümün dehşetini göstermeye
çalışıyoruz. Sayılardan, yaşanmışlıklara yer kalmıyor ki. Sayılar, ölenlerin yüzlerini örtüp çoğalıyor, çoğalıyor...
İnatçı sendika.org ile bianet.org, ilk onlar derlemişti katliamda kaybettiklerimizin hayat hikâyelerini.
Ölenlerin birer sayı olmadığını ısrarla, inatla dile getirmişlerdi, taa en başından. “Her rakamın, bir yoldaşımız” olduğunu yazmıştı, biri. Her rakam, hayatımızda yer bırakan, birlikte yürüdüğümüz bir yoldaşımızdı. Geçip, gittiler mi peki?
Muhammed Veysel, çocuk yüzünde gülen iri gözleriyle en küçüğümüzdü. Trenler, garlar 9 yıllık yaşamında belki de en çabuk öğrendiği mekânlar olsa gerek. Babası, demiryolu çalışanı ve BTS üyesi hala. Yılmaz da makinist, o da BTS üyesiydi. Karısı Gülhan’la Adana’dan gelmişler. Gülhan öğretmenmiş. Paylaşılan fotoğraf, kuaförün önünde düğün için çektirdikleri fotoğrafları. Gülhan beyaz gelinlikle, Yılmaz damatlıkla. Yüzlerinde mahcup bir gülümseme.
Sitede hikâyeler Elif Kanlıoğlu ile başlıyor. Ekranda güleç bir genç kızın fotoğrafı var. Ercüment Akdeniz yazmış: “Elif Kanlıoğlu, yüzünde ölümsüz gülüşler açan tomurcuk”. Okumak için ilerledikçe, yazılı kısım, yavaş yavaş, güzel gülen güzel kızın fotoğrafını örtüyor. Tıpkı usulca hayatlarımızdan uzaklaştıkları gibi, fotoğrafla birlikte gülen yüzü yitip kayboluyor.
Didim’e yerleşmiş bir Laz kızıymış, Elif. Babası gibi EMEP’liymiş. Dicle’yi, Elif’i, Yılmaz’ı, Dicle’nin ablası Belçim’i, Elif’in babası Ümit’i belki de hiç görmedim. Onları çok sevdim. Seviyorum. Elif’in babası Ümit’in anlattığı gibi: “Benim kızım barış olsun, kimse ölmesin diye oradaydı. Benim kızım Lazdı. Onun yanında Kürtler öldü, Çerkesler öldü, Türkler öldü, çocuklar ve barış isteyen insanlar öldü. Yeter, artık yeter diyoruz. Ses artık duyulsun. Sesi duyan duysun, duymayan cezasını bulsun” diyoruz.
Yorumlar (0)