Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bozkırda Bir Gelincik: Gençlerbirliği

Çünkü Gençlerbirliği taraftarı olmak ve Ankaralı olmak sizlere “kendi halinde” yaşanabilecek boş sayfalar sunuyorlar. O boş sayfaları da güzel ufak hikayelerle doldurmak sizlere kalıyor.

Bozkırda Bir Gelincik: Gençlerbirliği

Atatürk Lisesi Ankara’nın en köklü okullardından biri. Yüz yılı aşkın bir süredir, binlerce mezun verdi, bu mezunların birçoğu çoğumuz tarafından bilinen isimler oldu. Ama biri hep unutuldu: Gençlerbirliği!

1923 yılında okul takımına alınmamalarına tepki gösteren bir grup öğrencinin mücadelesinin sonucudur Gençlerbirliği. Atatürk Lisesi’nin o zamanlarki adı Ankara Sultanisi... Okul takımına karşı, iktidara karşı, hegemonyaya karşı kurulur Gençlerbirliği takımı. İleride Ankara’nın ilk sivil takımı olarak anılacak olan Gençlerbirliği’nin kuruluşu, biraz romantizm baharatıyla anlatmaya çok müsaittir. Tanıl Bora’nın Gençlerbirliği tarihini roman okur gibi okumamızı sağlayan o güzel kitabı Ankara Rüzgarı’nda söylediği gibi örneğin: “Gençlerbirliği renklerini, kıtlığa, darlığa, müşkülâta borçludur buna göre; Halin yanında yer alan Karaoğlan Çarşısı’ndaki o dükkânda, kırmızı-siyahtan başka forma (veya başka anlatımlara göre öğrencilerin evde diktirecekleri kırmızı-siyah basmadan başka uygun malzeme) bulunmamasına..” Takım kurulduktan, renkler ve isim seçildikten, formalar diktirildikten sonra ilk iş Ankara Sultanisi’ni, o kapısından alınmadıkları takımı maça davet etmek olur. Şimdiki Doğumevi civarlarında boş bir arazide yapılan maçı kırmızısiyahlılar 3-0 kazanır ve Ankara Ligi 1923-1924 sezonuna kimin katılacağı da belirlenmiş olur: Gençlerbirliği..

Milli Lig’in 1959’da kurulmasından önce kazanılan ikişampiyonluk, Milli Lig’in kurulmasıyla birlikte kendi yağında kavrulan, kâh yukarılara kâh küme düşmemeye oynayan ama inatla kuruluştan getirdiği özelliklerini koruyan, sportif başarıdansa, bu okullu, disiplinli, centilmen, güçlü olanın tekerine çomak sokan kimliği devam ettirmenin daha önemli olduğu bir takımdır Gençlerbirliği. Yıllar birbirini kovalar, Gençlerbirliği küme düşer, amatör kümenin kıyısından döner, Türkiye Kupası’nı kazanır, Avrupa Kupaları’nda dünyanın en iyi takımlarını saf dışı bırakır ama bu kimliğinden taviz vermez. “Disiplin+Centilmenlik=G ençlerbirliği” pankartı hala tribünleri süsler. Zamanında Atatürk Lisesi’nden, Mülkiye’den taraftar ve oyuncu devşiren kulüp artık başlı başlına bir okuldur. Altyapıda verdiği eğitimle binlerce gence fırsatlar sunan koca bir okul.. Ama futbolun o boş arazide oynanan amatör bir oyun olmaktan çıkmasıyla birlikte başlı başına bir kültür olan Gençlerbirliği’nin ülke futbolundaki yeri sorgulanmaya başlanır kimi ağızlarda. Gerekçeler genelde aynıdır: “Taraftarı olmayan bir takımın ligde yeri ne?” ile başlayan bu gerekçeler, “futbolun ancak taraftarla güzel olduğu” gibi beylik la'arla devam eder. Bazılarına göre Gençlerbirliği ile yapmacık belediye takımları arasında bir fark yoktur. Tribünler tıklım tıklım dolmuyorsa, futbolun güzelliği yoktur. Bu arenada ancak güzellere yer vardır ve kendi takımları ile kıyaslandığında Gençlerbirliği çirkindir.

Tıpkı Ankara gibi.. Tıpkı Ankara’nın gri, denizi olmayan, içinde yaşamak için insanüstü bir çabanın gerektiği bir şehir olduğunu papağan misali tekrarlayanların ağızlarından düşürmediği çirkinlik gibi, Ankara’nın çirkinliği gibi... Öncelikle söylenmesi gereken şey sanırım, Gençlerbirliği adını, politik çıkar, ekonomik çıkar ya da sırf oğluma oyuncak olsun diye kurulmuş belediye takımlarının yanında anmayı bırak, yeltenen birinin çok acil yukarıda da bir kısmı alıntılanmış Ankara Rüzgarı: Gençlerbirliği Tarihi adlı kitabı okumaları gerektiğidir. Son yıllarda ligde başarısız sonuçlar alıyor olması, tribünleri dolduramıyor olması, 88 yıldır tırnakla kazarak oluşturulmuş, size göre küçücük ama bize göre koskocaman bir camiayı yok sayma fırsatı vermez kimseye. Gençlerbirliği, sportif başarılarını, başarısızlıklarını bir kenara bırakın, bir kültürdür. Nasıl ki elinde saz olan, kitap olan adamdan bil ki zarar gelmez derler, Gençlerbirlikli olmak da öyle bir şeydir. Elbette tamamen homojen değildir bu camia, başındaki İlhan Cavcav’dır bunun en önemli istisnası mesela.. Ama İlhan Cavcav’ın, ya da ön planda yer alan diğer bazı isimlerin Gençlerbirliği kimliğine, duruşuna ters yaptıkları onca şeye karşın bu taraftar, bu camia hala değerlerini koruyabilmektedir. Rüzgarın oğlu Zeyneller’in, Baba Tevfikler’in, Hasan Şengeller’in ve daha nicesinin ve her Gençlerbirliği taraftarının katkısıyla ortaya çıkmış bu kültürü anlamsız kılmaz bazı istisnai isimler..

Azınlık olmanın her anlamıyla zor olduğu bir ülkede, elbet Anadolu takımı taraftarı olmak da zordur. Tüm kanalların, gazetelerin sayfalarını ayırdığı, transfer haberleri “'aş haber” olarak verilen, kulüp başkanı istediği zaman ertesi gün için başbakandan randevu alabilen, hangişehirde oynarsa oynasın binlerce taraftarı tribüne çekebilen o takımları tutmuyorsanız, zaten zor bir işe kalkışmışsınız demektir. Takımınızla ilgili bir haber alabilmek için çaba harcamanız, kendi sahanızda size küfreden misafir takım taraftarına kulak tıkamanız ve genellikle haftaya moralsiz başlamanın alışkanlığına göğüs germeniz gerekir. Ama Gençlerbirliği taraftarı olmak daha da zordur. Kitleleri olan şehir takımları, 4büyük(!)lerin niceliksel tezlerine antitezler üretmeye çalışırken, aynı niceliksel tezleri Gençlerbirliği üzerine kullanırlar. Bir anlamda niceliksel anlamda az kitlelere hitap etmelerinin, tv gelirlerinden daha az gelir almaları anlamına geldiğini meşrulaştırırlar. Ama “biz büyüğüz, diğerleri de kim oluyor ki” dürtüsü o kadar içselleştirilir ki günümüz ülke futbolu çerçevesinde, empati denen şeyden pek fazla kişi nasibini alamaz. Evet, Gençlerbirliği maçlarını çok büyük kitlelere oynamaz. Bunun açıklamasını yapacak türlü türlü sebepler vardır. Mesela herhangi bir Anadolu şehri-Ankara kıyaslaması yapıldığında, o haftasonu şehirde gerçekleştirilen sosyal etkinlik sayıları arasındaki dağlar kadar fark, ya da Ankara’nın yüksek oranda göç alan bir şehir olmasından dolayı, Ankaralılık bilincine sahip kişi sayısının fazla olmaması ya da bu bilince sahip olanların çoğunun da Ankaragücü-Gençlerbirliği arasındaki belirli yapısal farklılıklardan dolayı Ankaragücü tarafını seçmiş olmaları gibi.. Ya da Türkiye’de tribüncülüğün gelişmeye başladığı dönemleri Gençlerbirliği’nin 2. ligde geçirip, Ankaragücü’nün o yıllarda bu kaynağın çoğunluğunu kendine çekmesi gibi.. Ama sorun o değil.. Az(ın)lığımızı meşru göstermeye çalışmak değil burada anlatılmaya çalışılan.. Biz, Gençlerbirliği taraftarları olarak Ankara’da, Türkiye’de azınlığız.. Bunda herkes hemfikir sanırım. Ama biz varız.. Kelle hesabıyla tribüne gelen adam saymaktansa, biz, duruşumuzla varız bu ülkede..

Çoğalınca eğer, üç-dört tane amigonun satın alınmasıyla, beş ay önce sövdüğü belediye başkanına, “büyük başkan” diye bağıran taraftarlar gibi olacaksa; çoğalınca eğer, her deplasman maçına gittiğimizde rakip taraftarların arasından 20 tane Gençlerli elimi kolumu sallayarak, hiçbir tacize maruz kalmadan geçemeyeceksem artık, ve bunun yerine taşlı sopalı kavgalar edip, şiddeti körükleyeceksek; çoğalınca eğer, deplasman otobüsünü şehir girişinde durdurup, kontrol edip, “emanet” arayan polislerin “Komiserim bunlardan bir şey çıkmaz. Bir şey bulamadık burada” derken yaşadıkları dumuru göremeyeceksem bir kez daha; varsın olsun kelle sayımız artmasın. Varsın sayımız artmasın ve Gökçek’in satın alamayacağı tribünlerimiz, tüm takım taraftarları tarafından bilinen centilmenliğimiz, deplasman otobüslerimizdeki aile ortamlarımız bizlere kalsın. Çünkü bizler biliyoruz ki, “beni bir Arap’a tercih ettiniz” diyen Gençlerbirliği teknik direktörünün yaptığı ırkçılığa tek bir ağızdan karşı durmak, tribüne gelecek 50 bin taraftardan daha değerli. Bizler biliyoruz ki, altı ay sakatlıktan sonra ilk kez çıktığı sahada gol atan oyuncumuzun döktüğü sevinç gözyaşları, satılan lisanslı ürün sayısından daha değerli. İşte tüm bu sebepler sonucunda, Gençlerbirliği taraftarı olmanın hikayesi, Ankaralı olmanın hikayesiyle çok benziyor birbirine. İktidar sahipleri tarafından görmezden gelinen, küçümsenen, gereksizlikle suçlanan iki “olmak” durumu: Gençlerbirliği taraftarı olmak ve Ankaralı olmak... Gençlerbirliği de Ankara da size öyle sürekli güzellikler sunmuyor. Her yıl şampiyonluğa oynamıyorsunuz mesela, her maç sonunda galibiyeti kutlayamıyorsunuz ya da bu olumsuzlukları milyonlarca taraftarınız sayesinde bastıramıyorsunuz. Ankara da pek farklı sayılmaz. Şehir merkezi otobana dönmüş bir şehirde yaşıyorsunuz, karşısına geçip martılara ekmek atabileceğiniz bir sahiliniz de yok zaten. Ama Gençlerbirliği ve Ankara’nın size sun(a)madığı bu güzellikler, bunları ağızlarına pelesenk etmiş kişiler, yok sayılanların hikayelerini yok etmeye yetmiyorlar. Sahada ter akıtan, tribünde destek veren her bir kişinin kendi hikayeleri olduğu gerçeğini değiştiremiyorlar. Sakarya Caddesi’nde demlenen, Kale’den bozkıra bakan, akşam üzeri Kurtuluş Parkı’nda tek başına yürüyen, AŞTİ’den hep birilerine el sallayan her bir kişinin kendi hikayeleri olduğu gerçeğini de değiştiremiyorlar. Ve en önemlisi de futbolun ve hayatın, bu ufak hikayeler sayesinde güzel olduğu gerçeğini unutturamıyorlar. Çünkü Gençlerbirliği taraftarı olmak ve Ankaralı olmak sizlere “kendi halinde” yaşanabilecek boş sayfalar sunuyorlar. O boş sayfaları da güzel ufak hikayelerle doldurmak sizlere kalıyor.

 

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış