Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Bulutsuz, Işıksız, Umutsuz Bir Ankara Yazısı

Bulutsuz, Işıksız, Umutsuz Bir Ankara Yazısı

Bazen bu şehir dahil hayatlarımızı inatla ellerimizle dilediğimiz gibi yapmaya çalıştığımızı düşünüyorum. Bu hissin daha da yoğunlaştığı günlerden geçiyoruz. Bu şehir bizim inatçı heykelimiz, bizler birer inatçı, aşktan gözü kör, mantığı yitik Pygmalion’uz sanki. Çamuru ve hamuru belli bu şehrin bir yandan ama bizim de bir şehir hayalimiz var, olanca inadımız, bildiğimiz, sevgimiz, öfkemiz, söylenmelerimizle yoğurmaya çalışıyoruz onu ve kendimizi. Tüm griliği ile bize bakıyor, ne bileyim ne güzel diye uzaktan baktığımız insanı hiç ummadığımız an bize sövüyor mesela, en kallavisinden hem de. Biz ısrarla, sabah işe giderken içinden geçtiğimiz Güvenpark’taki sığırcıklarını, birbirine gaz verip toplaşan o köpek çetesini görüp içimizden aşkımızı tazeliyoruz ona. Dışarıdan gelenin alabildiğine grilik ve çirkinlik gördüğü bu şehirde örneğin en güzel gün batımının Mevlana Bulvarı’ndan Çetin Emeç’e inen yokuşta bisiklet üstünde görülebileceğini bildiğimizdendir belki de. En sevdiğimiz, hani o trenlerin habersizce girip çıktığı o garın önünde bir arkadaş mesafesindeki dostlarımız alınıp götürüldüğünde bu diyardan acımasızca, yine bu şehir başkalarına daha kara olurken bizlere dayanışmanın sıcaklığını yaşatıyor. Havada en keskin ayrımcı sözlerin ağırlığını hissettirdiği aynı günlerde, o sözler kırbaç gibi şaklarken beynimizde, bu şehrin teyzeleri evde acıdan oturamaz olup hastane çadırına ellerinde poşetler, gözleri yaşlı gelip, hiç bir şey yapamayıp ama öyle bakarak, “yalnız değiliz bu dünyada” hissini sözsüz verebiliyor. Oysa ki aynı şehrin sokaklarında ölülerimize ortak ağlayamadığımız bir dolu nsan var, biliyoruz. Çoklar, üstelik çok. Ama yine de hiç kimsenin değilse bile o teyzelerin suskunluğunun verdiği güçle yan yana geliyoruz.

Derken çok zaman geçmeden bir bomba daha patlıyor. Ve hatta ona ne oluyor diyemeden bir tane daha. O en çok geçtiğimiz noktada binalar dişleri dökülmüş, yüzleri gözleri mosmor insanlara dönüyor. Korkup evlerimize, odalarımıza kaçsak bile o en çok geçtiğimiz durağın çağrısına dayanamayıp “son” bombanın patladığı yere gidiyoruz ( biliyorum bu çağrıyı duyan bir tek ben değilim, bu nedenle özne hep biz). İnsanlar nasıl mutsuz öyle. Bu kez sanki o perde çekilmiş gözlerimizden, bu kez “ben senin heykelin olamam” diye bağırıyor şehir. Bu kez daha büyük bir tokat gibi patlayan. Bu nedenle o sokaklar ıssız, şehir sahipsiz...

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış