Burawoy’la ilgili ilk yazıyı yeniden düşünmeye başlamadan önce, Türkiye’nin durumunu anımsamak iyi olacak: Demokratik hakların çok fazla sınırlandırılmış ve eylemli olarak olanaksız hale getirilmiş olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Kentlilerin, yaşadıkları çevreyi ve kentin gündelik yaşamdaki döngülerdeki olumsuzlukları ve çürümeyi, adaletsizliği ve ayrımcılıkları önleyebilmeleri çok ciddi çaba gerektiriyor.
Türkiye’de, demokratik hakları her defasında daraltan büyük düzen değişiklikleri, merkezi ve derin devlet, ordu ve güçlü bir sivil bürokrasi tarafından gerçekleştirilen darbelerle olmuştur. Toplumun sivil haklarını ve özgürlüklerini, örgütlü veya örgütsüz kullanabilmesine elverişli bir hukuk düzeni, hemen her defasında, yasal veya eylemli olarak daraltılmaktadır. Sonuç olarak Türkiye’de toplum büyük ölçüde, kendi iradesiyle hiçbir şey yapamayacağı, demokrasiyi gerçekten yaratamayacağı ve kullanamayacağı, özgür bir yenilenme göstermeyeceği konusunda ikna edilmiş gibidir. Nerdeyse bütünüyle teslim olmuş, etkisizleşmiş ve edilgenleşmiştir.
Eğer son paragraftaki düşünceler doğruysa, bu toplumun kentlerde yaşayan bölümü için karşı çıkışların ve sonuç olarak bu itaat düzenine direnişin oluşabilmesi için gösterilebilecek bütün çabalar, daha fazla önem kazanmaktadır. Yani, kentli toplum içinde daha çok çalışmak ve toplumun kendi gücünü görebilmesi ve onu kullanabilmesi, demokratik alanı genişletebilmesi için, daha çok çalışmak gerekecektir.
Yukarıdaki son cümledeki özne, yani daha “çok çalışması gereken” kimdir? Kim olabilir? Bu özne, (hukuk, haklar ve toplumsal gelenekler bakımından) bu kadar sınırlı/ kısıtlanmış bir alanda hangi araçları kullanarak değişim sağlayacaktır? Düşünülebilecek ilk araç, kuşkusuz siyasi partiler olacaktır. Ama Türkiye’de siyasi partilerin son 100 yıllık performansına baktığımızda, bu yanıtın ne kadar güçsüz ve zavallı kaldığını hemen görüyoruz.
Bu durumda, kentler açısından tekrar düşündüğümüzde, toplumun kendisine dönmek ve onun demokratik haklarını daha iyi tanıması ve kullanabilmesi bakımından işlevsel olabilecek diğer özneler/ sivil örgütlenmeler söz konusu olmaktadır. Ancak bu yazıda, aktif bir özne olarak sadece “sosyologların ve şehir plancıların, işlevsel ve etkili olabilme şansı ne kadardır?” sorusuna yanıt arayacağız.
Türkiye’deki sosyologların ve şehir plancılarının durumuna, mesleğin eylemli olarak uygulanmasıyla yaratabildikleri etkilere/ işlevine ve eğitimlerinin durumuna baktığımızda, pek fazla umutlu olma şansımız kalmıyor. İşte bu noktada Burawoy’un sosyoloji eğitimi ile ilgili önerileri öne çıkıyor ve şehir planlama eğitiminin durumuna da yansıyabileceğini düşündürüyor.
Burawoy, sosyologların toplumun içinde bulunmaları ve işlevlerinin toplum yararına yapılacak çalışmalar olması gerektiğini düşünüyor ve bunun için “kamu sosyolojisi” kavramını geliştiriyor. Bu nedenle de sosyolojinin ve sosyoloji eğitiminin,
- Profesyonel sosyoloji,
- Eleştirel sosyoloji,
- Politika sosyolojisi ve
- Kamu sosyolojisi,
biçiminde dört kategoriye ayrılmasını öneriyor.
Benzer bir düşünce belki, şehir planlaması etkinliği ve eğitimi bakımından da geliştirilebilir:
Türkiye’de şehir planlaması işlevinde giderek büyük bir indirgeme gerçekleşti ve bu eğitimi alanlar, gerçekte yerine getirmesi gereken işlevi yerine getiremiyor. İyi yetişmiş ve yeteri kadar beceriyle donatılmış olmakla birlikte, şehir plancıları nerdeyse, geçerli olan iş bölümü anlayışı nedeniyle, belediyelerin basit bir teknik elemanı konumuna gelmiş durumdalar; ya da meslek dışı çalışmak zorunda kalıyorlar.
Oysa gerçekten gelişmiş bir kapasiteleri var ve eğer eğitim sisteminin (müfredatın) ve eğitim yönteminin özgürlükçü ve yenilikçi biçimde tartışılması söz konusu olabilirse, belki şehir plancıları (yapay zeka ve diğer teknolojileri de kullanarak) kapasitelerini çok daha etkin ve daha doğru, ayrıca işlevsel bir biçimde kullanma şansı bulabilirler. Çünkü bir şehir plancısının birlikte çalıştığı grupla birlikte, çoklu ve çok katmanlı veriyi elleçleme, üzerinde düşünme ve akıl yürütme, çözümleme ve sentezleyebilme yetenekleri kazanabilmesi bakımından eğitiminin ( insan beyninin kapasitesiyle sınırlı olarak), yapay zekanın eğitimine yöntemsel olarak benzer olduğu söylenebilir. Ancak bu kooperatif çalışmada eksik olan çoğulcu/ katılımcı bir demokratik ortam ve birlikte geliştirilmiş kurallardır.
Şehir planlaması, salt “teknik” bir konu/ disiplin değildir. Kent toplumlarını veya farklı alt kültür gruplarını, kent bütünü ve kendi gelecekleri bağlamında, kamusal yararı artırabilmek için yapılması gerekenler/ eylemlere dair bilgilendiren ve politik strateji ya da uygulama seçenekleri birlikte üretmelerini/ tartışmalarını kolaylaştıran demokratik bir disiplin olarak da düşünülebilir.
Böyle olunca da kuşkusuz, “bu nasıl bir örgütlenme olacak, kim finanse edilecek, mevcut diğer kurumsal kent yapılarıyla (belediyeler ve merkezi yönetim ajanları/ uzantıları ve özel sektör/ sermaye-kapital temsilcileri vb.) nasıl ilişkilenecek?” vb. gibi sorular üzerinde de düşünmek gerecektir.
Şimdilik sadece, şehir planlaması eğitimi açısından düşünelim. Burawoy’un sosyolojin farklı bir biçimde bölümlenmesi öneresi gibi, şehir planlama için de farklı bölümlemeler düşünülebilir:
- Çeşitli ölçeklerde fiziki/ mekansal plan üretme eğitimi, (Bugüne kadar yapılmakta olan eğitim)
- Kentliler arasında eşitlikçi ve işbölümünün ayrıcalıklarına dayanmayı ret eden biçimde çalışmak ve onun savunuculuğunu/ avukatlığını yapma eğitimi, (Bu en yaygın olarak karşılaşılacak durum olabilir ve oldukça çok sayıda alt başlık geliştirilebilir.)
- Kentin ve bölgenin bütünü (kentsel bölge) ölçeğinde düşünerek, dünyadaki ekolojik-iklimsel -teknolojik değişimlerin ve genel toplumsal-politik değişme eğilimlerini de dikkate alan yeni ve çoğul bir alan oluşturulabilir. Böylece, kentler için genel gelecek alternatiflerinin, kamu yararları açısından anlamı, yararı ve riskleriyle birlikte kentli toplumun ve toplumdaki sınıfların özellikle emek kesimlerinin tartışmasına sunulması ve tartışmalardan kentler için toplumu ve kurumlarını dikkate alan makro (ve uzun erimli) önerilerin eğitimi sistematize edilmesi,
- Kent kültürünün (her kente özgü) zenginleşmesi ve kültürel süreçlerin kentin demokratik kültürünün gelişmesinin ve sürdürülebilirliğinin desteklenmesi. Bu arayışının (her kente özgü ve o kentin ilgilerine göre farklı sanat alanlarına/ kültürel geleneklere-zanaatlara özgü bir biçimde) geliştirilmesi ve böylece kentsel kimliğin hem korunması hem de geliştirilmesi ve sürdürülebilirliğin sağlanması-sürekli yenilenmesi alanında yapılacak eğitimi,
- Küçük grupların kentle/ mahalleyle/ sokakla/ konut çevresiyle vb. ilgili (mikro ölçekten başlayan) sorunları, katılımcı bir biçimde tartışmak, karar üretmek ve üretilen kararların uygulanmasında etkili olabilmesi olanaklarının araştırılması. Kentteki yerel demokrasiyi demokratik süreçlerin işleyişlerini, oydaşmayı ve azınlıkları dışta bırakmadan uzlaşmayı, “doğrudan demokrasi” olanaklarını, etkili ve geniş bir biçimde kullanımın desteklenmesi ve genel olarak kentsel politikalarda kentlinin katılımını/ payını ve etkililiğini artırma eğitimi.
Kentsel planlama, genellikle kamu yararı üretebilme olanağını/ becerisini yitirmiş durumdadır. Yine de, kentsel rant avcılarının yerel yönetimler üzerindeki baskısıyla iletilen talepleri teknik olarak ifade edebilme aracı olmaktan çıkabilir. Kentsel planlama gerçekten kamusal yarar üretebilir ve yukarıda önerilen doğrultuda bir gelişmeyle, kent toplumların hem yaşam olanaklarını ve biçimlerini geliştirme, hem de kentleri için daha iyi gelecekler kurabilme işlevinin, aktif ve saygın bir parçası olabilirler
Ancak böyle şeylerin olamayacağını biliyoruz. Eğitimde değişiklikler için YÖK Türkiye’nin yararına karar üreten bir kurum olmadığı için, bir gelişme bekleyemeyiz. Eğitimde değişiklikler olsa bile, daha önemlisi, sosyologların ve şehir plancılarının kentsel topumun içinde bu anlamda çalışabilmesinin örgütlenmesinin/ kurumsal yapı değişikliklerinin, bir ütopya olduğunu biliyoruz.
Neredeyse bir 1930’lar politik dünyasına yaklaşmakta olduğumuz bir dönemde “ütopyanın sırası mı?” diyebilirsiniz. Elbette değil, ama yine de daha iyi kentler, daha iyi kentsel yaşamlar ve daha yeni örgütlenmeler vb. üzerindeki gelecek bakışımızı ha-bire yenileyemezsek ve bütün çabamızı sadece sağ dalgayı göğüslemeye/ savunmaya verir ve kendimiz için gelecek hayal edemezsek/ kendi programımızı geliştiremezsek, işimiz daha da zor olmaz mı?
Yorumlar (0)