Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Ceren Selmanpakoğlu ile Yeni Başlayanlar İçin Ajansal Sanat
Sanat Toplumsal Gerçekliği Yeniden Üreten Bir Kurmaca mıdır?

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Ceren Selmanpakoğlu’yla, sanatçının aynı zamanda doktora tezi de olan “Hiçliğin Özgürlüğü / Ajansal Sanat” isimli kitabı ve Cer Modern’de açtığı “Hiçliğin Özgürlüğü” sergisi üzerine sohbet ettik.

Ceren Selmanpakoğlu ile Yeni Başlayanlar İçin Ajansal Sanat
Sanat Toplumsal Gerçekliği Yeniden Üreten Bir Kurmaca mıdır?

Özgür Ceren Can: Kitabın ilk bölümünde “olmak”
yerine “kendini yapmak/seçmek” ile insanın bir kendini gerçekleştirme projesi olduğundan bahsediyorsun. Bir de özgürlüğün yarattığı bir iç daralması meselesi var. İstersen anlatmaya oralardan başla.

Ceren Selmanpakoğlu: “Oldurulmuş özne” , “kendi için

özne”, “iç daralması” ve “özgürlük” kavramlarını kuran Sartre. “Oldurulmuş özne” bilinçsizce bir takım seçimler, yapıp etmeler ve yönlendirilmelerle inşa olduğumuzu ifade ediyor. Seçimler sana ait ama bilinçli değilsin. Karakter ya da öz falan diyerek de sabitlemeye çalışıyoruz kendimizi. Bu oldurulmuş halimizle hesaplaşıp, bu halimizin birimlerini bilinçli şekilde modifiye ettiğimizde tam manasıyla değilse de kendimizi sıfırlıyoruz. Sonra insan bilinçli olarak kendini inşa etmeye başlıyor ve beyaz bir sayfaya kendini yazıyor. Buna da “kendi için özne” diyor Sartre. Burada önemli olan şu: “oldurulmuş özne” sorumluluğu devlet, aile, ahlak ve din gibi sosyal gerçekliğin kurumlarına transfer ediyor. Ama kendi için olan özne artık bilinçli olarak sorumluluğu da üstüne alıyor. Daha günlük hayata adapte edecek olursak mesela siyaset çok tipik bir örnek. Bir takım şeyler yanlış gidiyor ve biz bunun suçunu devlete, hükümete, muhalefete

vs. atıyoruz. Peki, sen neredesin? Sadece oyunu vererek sıyrıldın mı bu işten? Yok, yemezler. Kendini kandırıyorsun. Ama bu kolay tabii, sorumluluğu başkasına atar işin içinden çıkarım.

Özgür Ceren Can: Hatta komplo teorileri üretirim...

Ceren Selmanpakoğlu: Kendini bilinçli olarak inşa
eden öznenin artık bahaneler üretme lüksü yok. Bir şey oluyorsa ondan “ben sorumluyum” ve bir müdahale edilecekse o müdahalenin bir parçası olmak zorundayım noktasında bir iç daralması söz konusu oluyor. Bir
de Sartre şöyle açıklıyor: Hiçsen özgürsün ve her şey olabilirsin. Oldurulmuş özneden kendini inşa eden özneye geçişte sonsuz olanaklar alanında buluyorsun kendini ve bu seçimlerin baskısı da iç daralması yaratıyor. Bu nedenle insan özgür olmaya direnir.

Özgür Ceren Can: Hegemonyanın kültürel bir sinsi tahakküm ile yönettiğini söylüyorsun. Bu dayatma ve bombardıman altında insan bahsettiğin farkındalık düzeyine nasıl gelir? Seni ne dürttü?

Ceren Selmanpakoğlu: Ben mevcut sistemin adaletsizliği nedeniyle kendimi yok etme noktasına geldim. Çünkü bununla nasıl baş edeceğimi bilemiyordum. Ağabeyimin zoruyla NewYork’ta bir eğitim programına gittim. Üç gün sürdü ama hayatım yüz seksen derece değişti. Kişisel gelişim programı gibi bir şeydi ama felsefi alt yapısı vardı. “Olumlu düşün olumlu olsun” gibi bir şey değildi yani. Sartre’ın Varlık ve Hiçlik kitabını reçetelemişlerdi. Yıkımaşamasında öyle bir anda devreye girdi ki bu eğitim
bu yıkımı aslında ters yüz edebileceğimi, şikâyetlerim nedeniyle kendime engel koyduğumu öğrenmiş oldum. Kendini sabitlediğin pozisyonlardan dolayı değiştirme gücü bulamıyorsun kendinde. Geçmişle, sistemle, oldurulmuş halinle hesaplaştığında artık bahane üretmeyip “Ben bu konuda ne yapacağım” diyorsun.

Özgür Ceren Can: Yani kendini gerçekleştirmek için bir strateji oluşturmaya başlıyorsun.

Ceren Selmanpakoğlu: Bir travma tetikleyici olabilir ama herkesin hayatında çeşitli travmalar var. Mesele insanın değiştirmek isteyip, istemediği... Yoksa şikâyetlerle yaşıyor olmaktan ben insanların mutlu olduklarını düşünüyorum. Kolay çünkü.

Özgür Ceren Can: Peki, sanatla bu travmanın ilişkisi nasıl oldu?

Ufuk Tolga Savaş: Kurtarıcın sanat mı oldu yani? Yoksa sonra sıra sanata mı geldi? Yani önce kendini inşa ettin ve sonra sanata mı yansıdı bu durum? Yoksa başka türlü mü?

Ceren Selmanpakoğlu: Kurtarıcım Sartre, çok net... Kendimle ve toplumsal gerçekliğin kurmacalığı
ile hesaplaşmam ve sonra sanatın kurmacalığı ile hesaplaşmam ve toplumsal gerçekliği yeniden üretmeyen bir sanat peşine düşmem birbirini takip eden süreçler oldu. Sanat bu sürecin ürünü gibi oldu yani.

Özgür Ceren Can: Sen güncel sanatı “gündelikçi”, “etnografik/envanterci” ve “anlaşılmazcı” olarak üçe ayırıyorsun ve ben de buna bayılıyorum. Bir de şimdi okurlarla paylaşır mısın bunu? Var olan sanattan kendini koparıyormuş ve çok başka bir şey ortaya koyuyormuş gibi gözüküp, gündelik hayatımız da dâhil ezber ettiğimiz şeyleri bize sanat olarak pazarlayan çok acayip bir alan.

Ceren Selmanpakoğlu: Evet, seninle hemfikirim.
Sanat, toplumsal gerçekliğin kendisine hizmet eden kurumlarından biri olarak bizim tarafımızdan icat edildi. Dolaysıyla çok ulvi, metafiziksel bir boyutta çalışan
bir tarafı yok sanatın. Abartmaya gerek yok. Tabii bu ayrımlara Ranciere ve Kuspit’in de katkısı var. Ama bu üçe ayırmayı ben yaptım evet.

Özgür Ceren Can: “Gündelikçi” beni eğlendiriyor.

Ceren Selmanpakoğlu: Toplumsal gerçekliğe hizmet eden sanat en tepe noktasına “gündelikçi” sanatta geliyor. Alenen Baudrillard’ın dediği gibi mevcudu onun ikizini üreterek pazarlıyor. Ama bir yanılsama payının da olması lazım der Baudrillard. Ama gündelikçi sanat aynen kopyalıyor.

Özgür Ceren Can: Hem kopyalıyor hem de tozunu alıp bize veriyor.

Ceren Selmanpakoğlu: Stallabrass da zaten öyle der: bağımsız sermaye ana sistemken bağımsız sanat onun yaralarını onarır.

Özgür Ceren Can: “Etnografik/envanterci” dediğin sanatın yaptığı arşivlerin, belgeciliğin sanatla ilişkisini kurmak da çok zor izleyici için. Sanatsal etkinliğe ayırdığın kısıtlı vakitte sindirmene imkân olmayan miktarda bilgi yüklüyor, görsel bombardımanına tutuyor. Koca bir cilt ansiklopedi gibi karşında duran bir sergi. Sokaktaki insana yaklaşayım derken yüksek sanat diyerek eleştirdiği nesnelerden daha ürkütücü olmaya başlıyor. Ceren Selmanpakoğlu ile Yeni Başlayanlar İçin Ajansal Sanat
Sanat Toplumsal Gerçekliği Yeniden Üreten Bir Kurmaca mıdır?Ceren Selmanpakoğlu: Daha ağır bir eleştirim var benim. Eleştirdiğini zannettiği noktada; örneğin savaş sahnelerini ve işkence sahnelerini estetize ederek pazarlıyor bence. Meşrulaştırıyor... Bir de “anlaşılmazcı” sanat var. Ve bu durum yerleşti. “Güncel sanatı anlamıyorum” diye benden medet umanlara “Ben de anlamıyorum.” diyorum. Bir ürün ortaya koyuyorsan orada bir diyalog kurmak istediğini varsaymak zorundayım ben. Ama “anlaşılmazcı” sanatın anlaşılmak gibi bir niyeti yok ortada zaten. Söyleyecek sözü olduğundan da ben şüpheliyim. İzleyici ile kendi arasında müthiş bir hiyerarşi kuruyor.

Özgür Ceren Can: Sergiyi paralel etkinliklerle tamamlamak gerekliliği doğuyor herhalde sonra; konferanslar, küratörle sergi turları ile izah çabalarına giriyorlar. Sanat adına atıp tutan, ahkam kesen bir kürsü oluveriyorlar. Başlangıçta sanatsal güç odaklarına, sanat tarihi yazımına, yüksek sanat söylemlerine karşı duran söylem kendi hiyerarşisini kurmaya başlıyor.

Ceren Selmanpakoğlu: Hep de böyleydi.
Özgür Ceren Can: Sanat sürekli özgürlük ahkâmları

kesiyor ama tahakkümü seviyor yahu.

Ceren Selmanpakoğlu: Tüm o ahkâmlar yalan.

Ufuk Tolga Savaş: Yok öyle bir özgürlükçülük.

Ceren Selmanpakoğlu: Belki orada modernizmi istisna olarak görmek lazım. Bence modernizm noktayı koydu.

Ufuk Tolga Savaş: Gerçekliği bin bir şekle soktu. Ceren Selmanpakoğlu: Gerçekliği yapıbozuma uğrattı

ama yenisini ortaya koymadı. Yıktı. Ufuk Tolga Savaş: Ve öyle bıraktı...

Ceren Selmanpakoğlu: Oradaki boşluğu güncel sanata kadar gelen o bütün yelpaze bir dolgu malzemesi gibi doldurmaya çalışıyor. Her türlü malzeme ile...

Özgür Ceren Can: Ajansal sanat nedir? O ne yapıyor? Ceren Selmanpakoğlu: Toplumsal gerçekliğin kurmaca

olduğunu ajansal sanatçı bilir, kendi ile sürekli bir hesaplaşma halindedir, sorumluluğu üstüne alarak kendini bilinçli olarak kurmaya başlamıştır. Ürünü ile
bu gerçekliğin kurmacalığı ile öznenin hesaplaşmasına aracılık eder. Ancak nihai amacı bu değildir. Asıl hedefi şudur: İzleyicinin özgür olduğu halde özgürlüğüne direniyor ve sorumluluğu başkasına transfer ediyor olması ile hesaplaşmasına aracılık etmek. İzleyici ile arasında bir hiyerarşi kurmamasını sağlayan da zaten izleyicinin de özgür olması ve toplumsal gerçekliğin kurmaca olduğunu onun da biliyor olması.

Özgür Ceren Can: Sorumluluğun sanata devredilmesi konusunda ne söyleyeceksin?

Ceren Selmanpakoğlu: “Sanatın yeri bir başka”, “Sanat muhalif olur.” ya da “Sanat görünmeyeni gösterir.” gibi söylemler sorumluluğu sanata transfer etmeye hizmet eder. Oysaki öyle değildir.

Özgür Ceren Can: Şu dönemde sanatçılar üzerinde yoğun bir iktidar baskısı olduğundan şikâyet halindeler. Bu şikâyet hali de sorumluluğu iktidara transfer etmek mi? Bunlar özgürlükten kaçış stratejileri mi? Sorumluluk transferi bir özgürlükten kaçış stratejisi midir?

Ceren Selmanpakoğlu: Evet, aynen öyle. Bir şey

ekleyeceğim. Slavoj Zizek kralı kral yapanın kralın kendisinin değil, ona kral gibi davranan tebaa olduğunu söyler. Biz iktidara “bana hükmediyorsun” komutunu verdiğimiz sürece evet, hükmedecek. Evet baskı var, evet çok ciddi sonuçları olabilir bunların ama burada hükmedilmeyi seçiyoruz.

Özgür Ceren Can: Gezi olaylarına katılan sanatçılar mimlendiler. Karikatüristler her daim tehdit altında. Bireysel çıkışlar olsa da sanatçılar bir arada durup etkili bir direniş gösteremiyorlar galiba.

Ceren Selmanpakoğlu: Bence “direniş” kelimesi sorunlu bir kelime... Var etmezsen direnecek bir şey de kalmaz. Direnmekte değil, yapmak istediğimiz şeyi kurmaya başlamakta birleşmek gerekiyor.

Özgür Ceren Can: “Radikal kayıtsızlık noktası” dediğin bir nokta var ve oradan “özgür inşa etkinliği” olarak sanata geçiliyor. Bana kalırsa o noktada olmak insana inşa etme gücü de veren bir haz yaşatıyor.

Ceren Selmanpakoğlu: Katılıyorum. Radikal kayıtsızlık umursamazlık değil. Kurmacaya bir mesafeden bakmak ve onu görmek lazım... Çünkü içine girdiğinde sistem sizi kendine katmayı bir biçimde başarıyor. Ajansal sanatçı olarak radikal kayıtsızlık noktasına kendini çek, sistemin saçmalığını gör, bunun parçası olup olmak istemediğine karar ver, ne istiyorum diye sor ve bir inşa etkinliğine gir.

Özgür Ceren Can: Sen nasıl yaptın bunu, bize biraz Cer Modern’deki serginden bahseder misin? İşin kuramsal tarafına bu denli hâkimken inşa süreci tıkır tıkır işledi mi yoksa zor bir süreç miydi?

Ceren Selmanpakoğlu: Teori ve pratiği ayırdım. Teorik çalışırken atölyeye girmedim ama bir fikirler defterim vardı. Yazım kısmı bittikten sonra atölyeye girip çalışmaya başladım. Ama çalışırken de sürekli kendi bahanelerimi avlama halindeydim. Kendimle özgürlük oyunu oynadım. Sartre’ın bahsettiği iç daralmasının ben coşkuya da dönüşebileceğini gördüm. Bahanelerini yakalamanın hazzı müthiş!

Özgür Ceren Can: Sergide izleyicinin tepkisi nasıl oldu? Genç takipçilerinden ajansal sanatı kendine yöntem olarak seçmeye karar veren oldu mu acaba?

Ceren Selmanpakoğlu: Bir izlenim edindiler, kokusunu aldılar. Zamanla göreceğiz. Öğrencilerimi ajanladım. Son dönem bu özgürlüğe direnişi sorguladık, bu konuları çalıştık. Zorlandılar ama çok iyi eşlik ettiler. Bu da beni ümitlendiriyor. Ajansal sanat hem yapan hem de izleyen açısından zahmet istiyor diyebilirim.

Özgür Ceren Can: Çok keyifli bir sohbet oldu, teşekkür ederiz.

Ceren Selmanpakoğlu: Ben teşekkür ederim.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış