Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Direnişin Atölye Hali Beliz Güçbilmez ile Tersine Mühendislik: Yazmak için Okumak

"Genel “küskünlüğün” dışında daha objektif bir yerden daha geniş kitlelerle karşılaşmanın mümkün olduğunu gördükçe alternatif eğitim kanalları üzerine önce mecburen sonra artan bir coşkuyla düşünmeye başlıyorsunuz"

Direnişin Atölye Hali Beliz Güçbilmez ile Tersine Mühendislik: Yazmak için Okumak

Zişan Kürüm- Akademisyenlerinin yargılandığı davadan beraat ettiniz. Süreç tamamlanmamış olsa dahi geçmiş olsun diyelim. Buna ilişkin söylemek istediklerinizle başlayalım mı, başınıza ne geldi, neler oldu bu süreçte?

Beliz Güçbilmez: Teşekkür ederim. Ortada bir suç olmadığını biliyorduk elbette, ama sürecin tamamlanması açısından elbette önemli bir aşama AYM’nin “ihlal” kararına bağlı olarak
gelen beraatlar. “Başımıza gelenler” aslında memleketin başına gelenler bir yandan da. İlk günlerde basbayağı bizim üzerimizden sınadıkları “gözdağı”, üniversiteleri daha da susturmaya, denetim altında tutmaya yönelik bir işlev kazandı. Benim için asıl kaygılandırıcı görünen yanı bu meselenin. Bundan sonrası OHAL Komisyonu’nun kararına bağlı. Bir de bize özel bir durum var işe dönüşlerde: Üniversitelerden KHK ile atılanların, göreve iade kararı alındıktan sonra bile “zinhar” kendi üniversitelerine dönemeyeceğine ve üç büyük şehirdeki üniversitelerde çalışamayacağına ilişkin bir madde içeren KHK geçerli halihazırda. Üstelik hemen her gün yönetim aygıtı “beraatlar”ın, göreve dönmek açısından tek başına bir şey ifade etmeyeceğini deklare edip duruyor. Bu ifadelerin kendisinin, ne denli keyfi bir ortamda bulunduğumuzun göz ardı edilemeyecek bir emaresi olduğu ortada zaten. Epeydir yaptığımız gibi, “bekleyip, göreceğiz.”

Z.K.: Üniversiteden ayrılmak zorunda bırakılanların bir kısmı içine kapandı, bir kısmı bambaşka işler yaptı ama sizin gibi bir kısmı da üniversitede yaptığı işi kampüs dışına taşıdı. Ve bunun sonrasında siz de “Tersine Mühendislik” atölyelerine başladınız. Nasıl gelişti bu fikir?

 

"Unutmak ve unutmamak iki şahane mekanizma ve hep birlikte çalışıyorlar; zihinsel sağlığımızı korumak için"

 

B.G.: Basit bir biçimde zorunluluktan doğdu. Hem sözünü ettiğiniz türden bir içe kapanmanın uzun vadede dehşetli bir yalnızlaşmaya ve bunalıma yol açacağını görmek hem de dışarda talep edilen bir alanda bunca yıl çalışmış olmak koşulları birleşince ortaya atölye fikri çıktı. Benim uzmanlık alanım tiyatro elbette. “Tersine Mühendislik: Yazmak için Okumak” atölyelerinde ise çok daha genel bir yerden kurmacalar üzerine çalışıyoruz. Yol boyunca da sahiden bu atölyeye özgü kendine ait pedagojisi ve terminolojisi olan bir okuma metoduna dönüştü. Çünkü atölyeye gelen insanların, sadece “tabii yazarsın, aslansın” gibi yüreklendirmelerden, üç beş yazı temrininden daha somut bir şeyle oradan ayrılması gerektiğine inanıyorum. Ve atölye kompakt bir biçimde bunu sağlıyor artık. İnsan yirmi küsur sene bir alanda okuyup yazıp biriktirince, bunların heba olmasına gönlü razı olmuyor. Yani sırf bir sıkıyönetim zamanına denk geldik diye -ne biri tabii, neredeyse hiç çıkmadık- birikimin sessizce gömülmesine izin vermeye benim bile hakkım yok. Üstümde emeği olan, bilgisini devralarak kendi bildiklerime kattığım o büyük emanete haksızlık olarak görürüm ben bunu.

Z.K.: Bu atölyelerin üniversitede verdiğiniz derslerden ayrılan ne gibi noktaları var? Bu süreçten siz ne öğrendiniz?

B.G.: Biliyor olabileceğiniz gibi, benim yirmi yıla yakın çalıştığım bölüm, özel yetenek sınavı ile her yıl iki anasanat bir anabilim dalına toplam yirmi öğrenci kabul eden bir bölümdü. Pek çok aşamada elemelerle ilerleyen bu giriş sınavları, bölüme o sene alınacak öğrencileri bir bakıma bir “sınıf ” haline getiriyordu. Sorulara birbirine benzer yanıtlar vermiş, donanımını birbirine yakın kabul edebileceğimiz öğrencilerden oluşmuş, bütünüyle homojen olması imkansızsa da heterojenlik oranı “seyreltilmiş” ve belli bir “ortalamaya” yerleşmiş bir sınıf. Bu da bir sınıfta ders anlatmaya başladığınızda sınav süresince bir fikir edindiğiniz bir ortalamaya doğru ders anlatmak demekti. Ancak dışarda yapmaya başladığım Tersine Mühendislik atölyelerinde sözcüğün bu anlamıyla bir “sınıf ” fikrinden söz etmek olanaksızdı tabii. Bütünüyle rastlantısal, bambaşka donanım, ilgi ve hedeflerle bir araya gelen yetişkinler. Aralarında kurmaca kitapları basılmış olanlar da var, terziler de, emekli bankacılar ve üniversite öğrencileri de, lise mezunları da, doktoralı edebiyat akademisyenleri de... 16 yaşında katılımcılarım da oldu, 68 yaşında katılımcılarım da oldu.

 Aynı mekânda yan yana ders dinlediler. Süreçte bu saydığım katılımcı profillerinin hepsinin de aynı öğrenme heyecanı ile derslerden zevk aldıklarını gördükçe, çok tuhaf bir şey olmaya başladığını fark ettim. Bunu yapmayı nasıl öğrendiğimi tam olarak bilmiyorum sahiden, ama bunu bu atölyeler sırasında öğrendiğime eminim.

Bir de elbette üniversite öğrencisi, hayatının en önemli dönemeçlerinden birini yaşıyor oluyor, yaş itibarıyla. Keşfedecek pek çok şey var o yaşta. Dolayısıyla onun için doğal olarak en önemli

şey dinlediği ders değil. Üniversite, hayat, aşk, cinsellik, siyaset her şey o yaşlarda başka türlü deneyimleniyor, öncelikler de neredeyse her hafta değişiyor. Yani öğrencinin haylazlık hakkı var. Derse geldiğinde de her zaman tam olarak derste olmayabiliyor. Ama yetişkinler, neden orada olduklarını gayet iyi biliyorlar, ne istediklerini de. Bu da birlikte geçirdiğimiz zamanı müthiş verimli kılıyor. Derslerdeki odaklanmaya bazen ben bile inanamıyorum. Anlatılanları, soluk almadan dinlediklerini, yıllar sonra harıl harıl not aldıklarını görünce müthiş iyi hissediyorum kendimi.

,

İnsan yirmi küsur sene bir alanda okuyup yazıp biriktirince, bunların heba olmasına gönlü razı olmuyor. Yani sırf bir sıkıyönetim zamanına denk geldik diye -ne biri tabii, neredeyse

hiç çıkmadık- birikimin sessizce gömülmesine izin vermeye benim bile hakkım yok. Üstümde emeği olan, bilgisini devralarak kendi bildiklerime kattığım o büyük emanete haksızlık olarak görürüm ben bunu"

 

Z.K.: Üniversiteye bakışınızı değiştirdi mi bu dersler?

B.G.: Tek başına dersler değilse de bütün bu süreç elbette bakışımı değiştirdi. Genel “küskünlüğün” dışında daha objektif bir yerden daha geniş kitlelerle karşılaşmanın mümkün olduğunu gördükçe alternatif eğitim kanalları üzerine önce mecburen sonra artan bir coşkuyla düşünmeye başlıyorsunuz. Eğitim dışında başka pek çok bürokratik işin de yürütüldüğü üniversite bölümlerinde zamanınızın tamamını eğitime harcayamamanızın karşısında, sadece verdiğiniz eğitimle ilgilendiğiniz serbest zamanlar. Dersinizi karşınızdakilerin ihtiyacından başka hiçbir koşulun şekillendirmediği, sınavsız, zorunluksuz bir öğrenme modeli. “Daha ne olsun,” diyorum bazen.

Z.K.: Hangi şehirlerde atölye çalışmaları yaptınız? Bundan sonraki en yakın atölyeniz ne zaman?

B.G.: Ankara, İstanbul, Eskişehir, İzmir, Bergama, Gümüşlük ve Sokakağzı. Ankara’da son birkaç seferdir Mülkiyeliler Birliği’nde yapıyoruz atölyeleri. İstanbul’da da genellikle eski öğrencilerimin, arkadaşlarımın açtıkları tiyatro sahnelerini kullanıyoruz. En yoğun bu iki şehirde yaptım bugüne kadar. En yakın atölye de 2020’nin ilk atölyesi olarak Ankara’da 16 Ocak’ta başlayacak.

Z.K.: Bundan sonra yaptığınız atölyeler nereye doğru gidiyor, planınız ne?

B.G.: Bu atölye şu anda üç aşamalı. İlk önce Tersine Mühendislik: Yazmak için Okumak, ikincisi devam niteliğinde “Hikâyeler Nereden Geliyor?” atölyesi. Bu ilk iki aşama teorik aşamalar, ilk atölyede bu atölyeye özgü okuma metodunu ve geliştirdiğimiz metodun terminolojisini ikinci atölyede novellalar, filmler ve oyunlar üzerinde sınıyor, bir yandan da kurmacaların kaynağı olarak mitolojinin nasıl sonsuz bir kaynak olduğunu, demek ki bütün hikâyelerin birbirinden yapıldığını, özgün hikâye diye bir şey olamayacağını konuşuyoruz. İlk atölyede sadece derste okuduğumuz öyküler üzerinden anlatıyorum metodu. Her bir öykü birbirine eklenecek teorik çerçevenin halkalarını oluşturmak için bahane aslında. Bu iki atölyeye katılanlarla son olarak dar uygulama grupları oluşturuyoruz. O atölye de “Artık Yazıyoruz!” adını taşıyor. Adı üstünde nihayet yazıyoruz hep birlikte, tek tek herkesin projesi üzerinde çalışarak. İki atölyede teorik olarak enine boyuna tartışılmış metodu, kendi öykü kurma deneyimimizde sınıyoruz böylece. Bu model yavaş yavaş oturdu ve olgunlaştı. Şimdilik bir süre daha fazla değişiklik yapmadan bunu tekrar tekrar sınamak istiyorum. Böylece üretmiş olduğum metodun da defalarca

yeni yeni insanlar üzerinde nasıl çalıştığını görme şansım olacak. Özellikle bu kısmı beni çok heyecanlandırıyor. Çünkü bu atölye sayesinde artık benim için daha önce bu kompaktlıkta göremediğim ve kuramadığım bir metot oluştu. Bundan sonrasına ilişkin heves de bu ancak; olabildiğince çok sayıda meraklısına metodu anlatmak.

Z.K.: Üniversiteden uzaklaştırılanların beraat kararlarından sonra geri dönüşü tartışılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

"Çok acılar, çok kayıplar yaşandı.

Bir kısmını geri getirmek olanaksız. İnsanlar hayatlarını, sağlıklarını, gelecek fikirlerini kaybettiler. Bu kayıplara sebep olanlar, buna suskun kalanlar düşünsün dönüşümüzü. Ben şimdiden bunu düşünmek istemiyorum. Onların bunu düşünüp durduğunu hayal etmek şimdilik daha eğlenceli.

B.G.: Bilmiyorum. Unutmak ve unutmamak iki şahane mekanizma ve hep birlikte çalışıyorlar; zihinsel sağlığımızı korumak için. Gitgide unutuyorum üniversitede çalışan Beliz’i. Ve pek çok şeyi de unutmuyorum. Geri dönmemiz hukuken şart ve hakkımız elbette. Ama bir yandan da beklerken yıllar geçiyor ve “öylece beklemek” diye bir şey yok. Hiçbirimiz okuldan atıldığımızı öğrendiğimiz gecedeki biz değiliz. Bir gün dönersek, döneceğimiz yer, atıldığımız yer değil tam olarak. Çok acılar, çok kayıplar yaşandı. Bir kısmını geri getirmek olanaksız. İnsanlar hayatlarını, sağlıklarını, gelecek fikirlerini kaybettiler. Bu kayıplara sebep olanlar, buna suskun kalanlar düşünsün dönüşümüzü. Ben şimdiden bunu düşünmek istemiyorum. Onların bunu düşünüp durduğunu hayal etmek şimdilik daha eğlenceli.

 

 

Söyleşi Zişan Kürüm

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış