Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu: Sermaye Odaklı Değil, Hak Temelli Politikalar Uygulanmalı

Bütün dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını en çok işçi sınıfını etkiliyor. Türkiye’de de sadece DİSK’e üye, sendikalı işçilerde görülen Covid-19 pozitif oranı ülke genelinin üç katı. Biz de bu süreci yakından takip eden DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nu Solfasol TV’ye konuk ettik. İşçilerin durumunu, iş verenlerin işçiler üzerinde uyguladığı acımasız politikaları, işçilere sunulan koşulları konuştuk. Çerkezoğlu, yaptığımız söyleşide çok önemli bir durumun altını çizerek vurguladı: “Zorunlu olmayan iş yerlerinin en az 14 gün süreyle işlerini askıya almaları ve çalışmak zorunda kalan sağlık çalışanları, temizlik işçileri gibi işçilere azami önlemlerin alınması gerekiyor.” Söyleşimize Çerkezoğlu’na teşekkür ederek başlıyoruz... Devamı için buyurun...

DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu: Sermaye Odaklı Değil, Hak Temelli Politikalar Uygulanmalı

Çok Ciddi Bir Sınıf Ayrımcılığı Var ve Bu Asla Kabul Edilemez

Ceren İskit: Birçok işçinin korona günlerinde büyük zorluklarla yüzleştiğini görüyoruz.
Bize biraz bu konudan bahsedebilir misiniz? Arzu Çerkezoğlu:
Şunu ifade etmek isterim yaşadığımız süreç çok zorlu bir süreç. Bütün dünyayı büyük bir etkiye alan bir salgın hastalıkla, bir virüs salgınıyla, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) pandemi ilan ettiği bir süreçle karşı karşıyayız. Tabii öncelikle bu süreç bütün çalışanların, yurttaşların, bütün insanların yaşamını doğrudan tehdit eden ve çok fazla sayıda yurttaşın hayatını kaybetmesine yol açan, binlerce insanı günlerce hastanelerde kalmakla, sağlığını kaybetmekle yüz yüze bırakan bir süreç. Fakat bu kadar büyük bir pandemi sürecinin kuşkusuz önce sağlıkla ilgili çok ciddi sorunları ve sonuçları var. Aynı zamanda bu kadar büyük bir pandemi süreci, çok ciddi toplumsal tahribatlar ortaya çıkarmanın koşullarını da yarattı. O nedenle biz ilk günden itibaren hem bütün işçilerin, emekçilerin bu yaşanan pandemi sürecinde sağlığının korunması için yapılması gerekenleri, iş yerlerinden başlayarak ifade ettik. Hem de yaşanacak olan bu krizle birlikte bunun çok ciddi ekonomik sonuçları olacağı, bütün dünyada da Türkiye’de de çok ciddi bir toplumsal tahribatın önünü açacağı çok açık. Dolayısıyla, bu süreçte özellikle çalışanlar açısından, işçiler, emekçiler, işsizler açısından olası bütün bu toplumsal tahribatları ortadan kaldıracak, bunları en aza indirecek birtakım adımların atılması gerektiğini ifade ettik. Salgında beş haftayı geride bıraktık. Eğer salgın açısından konuşacaksak ilk vaka 11 Mart’ta tespit edildi.

Şu an altıncı haftadayız hala vaka sayılarında artışlar devam ediyor. Her gün onlarca insanımız ne yazık ki hayatını kaybediyor. Hükümet, ülkeyi yönetenler birtakım önlemler alıyor. Çeşitli ‘evde kal’ çağrıları, tecrit, izolasyon yönünde birtakım adımlar atılıyor ama temel bakış açısı ‘çarklar dönecek’ söyleminde karakterize olan, yani üretimin devam etmesi gerektiği biçimindeki bir yaklaşımdan kaynaklı bütün bu önemler, evde kal çağrıları başta olmak üzere, çalışanlar, işçiler ayrı tutularak hayata geçiriliyor. Bugün açısından bakıldığında bu salgın sürecinin başından itibaren ülkeyi yönetenlerin temel politikası işçileri, emekçileri, bu ülkenin tüm değerlerini üretenleri gören, salgına karşı koruyan bir politika ne yazık ki hayata geçirilmiyor. Tam tersine biraz önce de ifade ettiğim gibi üretim devam edecek, çarklar dönecek anlayışı egemen. Bu açıdan alınan bütün önlemlerden -ki bu önlemlerin yeterli oluşu, doğru olup olmadığı, doğru zamanda atılıp atılmadığı, bunlar hep çok tartışmalı ama alınan bütün önlemlerden- işçi sınıfı, emekçiler, çalışanlar ayrı tutuluyor. Burada Covid-19’la mücadele açısından çok ciddi bir sınıf ayrımcılığı var ve bu asla kabul edilebilir bir durum değil. Artık bu salgınla mücadelede izolasyonun, teması en aza indirmenin, karantinanın, evde kalmanın şart olduğunu bütün dünya biliyor. Hepimiz artık öğrendik. Bilim bunu söylüyor. Akıl bunu söylüyor ama ısrarla ülkeyi yönetenler, bir taraftan evde kal çağrıları yapılıyor ama diğer taraftan çalışanlar hariç anlayışıyla. Örneğin, 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirildi. 24 saat sonra dendi ki; 18-20 yaş arasında çalışanlar bu karardan muaf. Yine hafta sonları sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Bunu anlamak mümkün değil. 

“20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirildi. 24 saat sonra dendi ki; 18-20 yaş arasında çalışanlar bu karardan muaf.”

Yani bu virüs sadece hafta sonları mı bulaşıyor? Hiçbir bilimsel tarafı yok. Cumartesi-pazar izolasyonu en aza indirmek için sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor ama pazartesi çalışmaya devam edilsin diye bu yasak kaldırılıyor. Kaldı ki cumartesi sokağa çıkma yasağında bile fabrika sahipleri, iktidardan, hükümetten, valiliklerden gerekli izinleri alarak fabrikanın çalışmasını sağlıyorlar. Aslında bütün önlemler işçileri, emekçileri koruyan önlemler olmaktan çok uzak. Aynı şekilde güncel atılan bu adımların ötesinde daha kısa, orta ve uzun vadede ortaya çıkacak tahribatları, işsizlik, işten çıkarmalar başta olmak üzere çözecek birtakım adımların atılması gerektiğini ilk günden itibaren söylüyoruz.

Biraz sonra bunları ayrıntılarıyla konuşabiliriz ama iktidarın bütün politikaları hem salgınla mücadele sürecinde güncel ve günlük olarak yapılan politikalar açısından hem de daha orta ve uzun vadeler açısından bakıldığında, iktidarın bütün politikaları işçileri, emekçileri ve halkı gözeten, koruyan değil, yine her kriz döneminde olduğu gibi sermaye korumaya dönük adımlar atıldığını görüyoruz.

C.İ.: DİSKAR’ın yayınladığı son raporda sendikalara kayıtlı işçiler arasında Covid-19 pozitif tanısı koyulan vaka oranının Türkiye ortalamasının en az 3 katı olduğundan bahsediliyor. Bunun yanı sıra kayıtlı olmayan birçok işçi de var. Bu bilgilerle ilgili olarak da DİSK’in yaptığı herhangi bir çalışma var mı? DİSK ne yapıyor?

A.Ç.: Özellikle şunu söyleyeyim biz DİSK olarak örgütlü olduğumuz iş yerlerinde Covid-19 salgını başladığından beri bütün verileri sağlıklı bir biçimde toplamaya ve bunu kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyoruz. Çünkü Türkiye açısından önemli fikir veren ve bu anlamdaki tabloyu görmemizi sağlayan bir unsur. Rapor halinde depaylaşıyoruz bunu kamuoyuyla. En son geçtiğimiz cuma günü var olan rakamları kamuoyuyla paylaştık. DİSK üyeleri içerisinde halen çalışan arkadaşlarımız içerisindeki Covid-19 pozitif vaka oranının, Türkiye ortalamasının 3 katı olduğunu gördük. Aslında Türkiye’de de ne kadar yaygın test yapılabildiği ve gerçek vaka sayısının ne kadar saptanabildiğinin tartışmalı olduğu bir süreçte ki, Sağlık Bakanı her akşam rakamları açıklıyor ama bu gerçek tabloyu gösteriyor mu? Bu konuda çok fazla soru işaretleri var. Çünkü herkese test yapılabilmesi, daha yaygın test yapılması gerekiyor daha doğrusu ama biz en azından DİSK üyeler içerisinden bu tabloyu görüyoruz ve özellikle Covid-19 vakanın saptandığı iş yerinde, örgütlü olduğumuz için, sendikalı olduğumuz için bu iş yerlerinde üretimi durduruyoruz. Çalışmaktan kaçınma hakkımızı kullanıyoruz. 6331 sayılı iş sağlığı güvenliği yasasının 13’üncü maddesine dayanarak. Tabii şunu da görüyoruz ki bu süreçte; sendikalı, örgütlü olan iş yerlerinde bunu yapmak mümkün ama Türkiye’de çalışanların sadece yüzde 10’unun sendikalı olduğunu düşünürsek, sadece yüzde 7’sinin sahip olduğu sendikal haklarını kullanabildiği, toplu iş sözleşmelerinden yararlandığını düşünürsek, Türkiye’de sendikasızlığa mahkûm edilmiş milyonlar var. Dolayısıyla, sendikalı iş yerlerinde bile tablo buysa eğer sendikasız çalışılan iş yerlerinde, merdiven altı atölyelerde çok daha olumsuz koşullarda çalışan çok uzun çalışma saatlerinin olduğu, iş yeri koşullarının daha olumsuz olduğu iş yerlerinde bu tablonun daha da olumsuz olacağı, verilerin daha da olumsuz olacağı çok açık. Kayıt dışı çalışan düşündüğümüzde, özellikle hiçbir sosyal hakkı olmayan, tümüyle kayıt dışı çalıştırılan milyonlar var Türkiye’de. Her 3 işçiden birisi kayıt dışı çalıştırılıyor şu an. Dolayısıyla, sendikalı bir iş yerinde, DİSK’in örgütlü olduğu iş yerlerinde tablo bu ama şunu söylemek çok mümkün ki; sendikasızlığa mahkûm edilmiş, hatta kayıt dışı çalıştırılan milyonlarca işçi açısından o tablo daha da olumsuz. O nedenle burada devlete çok önemli bir görev düştüğünün altını çiziyoruz ve ilk günden itibaren bu çağrılarımızı yapıyoruz. Çünkü sendikasız iş yerlerinde işçiler tamamen korunmasız. Çünkü örgütsüz. Burada yapılması gereken devletin bütün çalışanlar, bütün işçiler, emekçiler açısından gerekli önlemleri alması ve adımları atmasıdır. O nedenle, zorunlu, acil mutlaka çalışması gereken hastaneler, belediyeler gibi iş yerleri dışındaki zorunda olmayan bütün iş yerlerinde çalışmanın durdurulması şarttır. Bir iş yerinde bir tane Covid-19 pozitif olan bir işçi arkadaşımız varsa bunu diğer işçilere bulaştırması son derece olasıdır. Çalışmaya devam ettiği sürece de bu tabloda bütün topluma yayılacaktır. Çünkü işyerlerinden ailelere oradan topluma yayılacaktır ve bu Covid-19’la mücadelenin başarı şansı olmaz. O nedenle biz ilk günden itibaren devletin bu süreçte 3 tane temel görevi vardır diyoruz. Birincisi bütün yurttaşların sağlığını korumak. İkincisi bütün yurttaşların işini korumak ve gelirini güvence altına almak. Yani işten çıkarmaların yasaklanması, zorunlu acil olmayan işler dışındaki diğer çalışmaların durdurulması ve insanların gelirinin güvence altına alınması.

Ücretsiz İzin Adı Altında İnsanlar Açlığa Mahkûm Ediliyor

C.İ.: Tam da bu üç temel görev açısından çok önemli bir konuya değindiniz. Bu toplu iş sözleşmelerinin muhacir duruma göre iş yerleri hareket ediyor mu? Hükümet bu süreçte grevleri de yasakladı. Bununla ilgili yine de işçilerde bir örgütlenme var mı? Ne gibi gelişmeler yaşanıyor?
A.Ç.:
Bütün iş yerleri açısından şöyle bir hakkın olduğunu biz ilk günden itibaren söylüyoruz. Bütün işçi arkadaşlarımıza da bunun çağrısını yapıyoruz. Biz kendi iş yerlerinde uyguladığımız, yani Covid-19 pozitif vakanın görüldüğü iş yerlerinde çalışmama hakkımızı kullanıyoruz. Bu bütün iş yerleri için var olan bir haktır. Tabii bu hakkın kullanılması bir örgütlülüğü kuşkusuz gerektirir ama bütün işçi arkadaşlarımız bilsinler ki; eğer fabrikada çok sayıda ya da bir tane bile Covid-19 pozitif arkadaşımız varsa bu hastalığın yayılması açısından herkes risk altında demektir. Orada çalışmaktan kaçınma hakkı kullanılabilir. Bununla ilgili çeşitli örnekler de var. Diğer taraftan tabii iktidar birtakım adımlar atıyor. Fakat başından itibaren, 18 Mart’ta Çankaya Köşkü’nde ekonomik zirve yapıldı biliyorsunuz. Oradan ekonomik istikrar ve kalkınma adı altında bir paket ilan edildi Cumhurbaşkanı tarafından. Oradaki alınan kararlardan, politikalardan başlayarak bugüne kadar iktidarın bütün yaklaşımları işçiyi, emekçiyi, halkı koruyan değil, sermayeyi koruyan bir dizi adımlar atıyorlar. İşten çıkarmaların yasaklanması gerektiği ilk günden itibaren DİSK olarak bizim savunduğumuz ve bütün toplumsal kesimlerde de çok ciddi karşılığı olan bir temel talep. Çünkü zaten Türkiye’de çok ciddi bir işsizlik var. Uluslararası bir çalışma örgütü mesela bir rapor yayınladı mart ayı ortalarında ve eğer hükümetler gerekli önlemleri almazlarsa bütün dünyada 25 milyon yeni işsiz olacak. Dediklerine göre bu iyimser bir rakam. Şu an Amerika’da diğer salgının yaygın olduğu ülkelerde görüyoruz işsizlik rakamlarını, bu bizim açımızdan çok daha dramatik bir süreci başlatacak. Dolayısıyla işten çıkarmaların yasaklanması adı altında bir yasal düzenleme gündeme getirildi hükümet tarafından. Bu tümüyle aslında yine sermayeyi koruyan, onların talepleri doğrultusunda bir dizi düzenleme içeriyor. Bunlardan birisi iş verenlere tek taraflı olarak ücretsiz izine çıkarma hakkı tanıması ki bu son derece olumsuz bir şey ve bu asla kabul edilemez. Ücretsiz izne çıkarılan işçilere de günlük 39 lira, aylık 1177 lira gibi bir sefalet ödeneği reva görülüyor. Dolayısıyla iktidar attığı her adımda aslında işçiyi, emekçiyi koruyan bir yaklaşımı ne yazık ki göstermiyor. 

“Eğer fabrikada çok sayıda ya da bir tane bile Covid-19 pozitif arkadaşımız varsa bu hastalığın yayılması açısından herkes risk altında demektir. Orada çalışmaktan kaçınma hakkı kullanılabilir.”

Özellikle bu süreçte yine aynı yasal düzenleme içerisinde de grev ve toplu sözleşme haklarına ilişkin sürelerin uzatılması söz konusu oldu. Bu tabi mevcut yasadaki 6356 sayılı sendikalar ve toplu iş sözleşmesi yasasında hak düşürücü sebepler var. Eğer belli süre içerisinde greve çıkmazsanız, toplu sözleşme yapmazsanız sendikalar açısından yetki düşer. Belli hak kayıpları olur ama burada iktidarın yaptığı bu süreleri uzatarak bu hakların kullanımı açısından da ciddi sorunlu bir sürecin önü açılmış oldu. Dolayısıyla tekrar altını çiziyorum iktidarın tüm adımları bu süreçte sermayeyi korumaya dönük. İşten çıkarmalar evet 3 ay boyunca iş akitleri feshedilemeyecek ama bununla birlikte ücretsiz izin hakkının verilmesi iş verenlere asla kabul edilebilir bir durum değil. Ücretsiz izin adı altında insanlar açlığa mahkûm ediliyor. Aylık 1177 lira gibi bir ücretle. Kısa çalışma ödeneği olanağı varken, işsizlik sigortası fonunun bu süreçte işçiler için, işsiz işçiler için, işini kaybedenler için ve bütün bu süreçte bütün bu çalışanlar için gelirini güvence altına almak için kullanılması mümkünken bugün
tam tersinde aylık 1177 lira gibi bir sefalet ödeneğinin işsizlik sigortası fonundan ödenmesi yasalaştırıldı. Oysa en az asgari ücret düzeyinde kısa çalışma ödeneğindeki oranlar korunarak ödeme yapılması ve bir gelir güvencesi, gelir desteği sağlanması mümkün. İşsizlik sigortası fonu kaynakları bunun için fazlasıyla yeterli ama iktidar ısrarla bunun işçiler için kullanılmasının önüne geçmeye çalışıyor ve yapılan bütün bu düzenlemeler de bunu gösteriyor ne yazık ki.

C.İ.: İşten çıkarmalar üç ay yasaklandı ama bu konu tartışılmaya başlandığından itibaren küçük ölçekli olan iş yerlerinde resmî gazetede karar açıklanmadan önce apar topar işten çıkarılmaların meydana geldiğini duyuyoruz. İşten çıkarılanlar bu konuda ne yapabilir? DİSK bu konuda herhangi bir çağrı yaptı mı?

A.Ç.: Bu yasal düzenleme 15 Mart’tan itibaren geçerli olmak üzere yasalaştırıldı. Dolayısıyla 15 Mart’tan sonra işten çıkartılmış olan ve işsizlik ödeneği alamayacak olanları da kapsayan bir düzenleme. Buradaki asıl problem şu; iş verenlere tek taraflı olarak işçiyi ücretsiz izine ayırma hakkının verilmesi ki ücretsiz izin işçinin onayına tabidir ve işçi ücretsiz izini kabul etmediği zaman tazminatını alarak iş aktini haklı bir biçimde kendisi feshedebilir.
Bu olanaklar ortadan kaldırılmış durumda. Böylesi bir süreçte de iş verenlere ücretsiz izne çıkarma açısından müthiş bir sermaye sağlanmış durumda. Dolayısıyla bizim bu konuda başından itibaren söylediğimiz; evet işten çıkarmalar yasaklanmalıdır ama bütün çalışanların geliri güvence altına alınarak bu yapılmalıdır. Kısa çalışma ödeneği, yani işsizlik sigortası fonunun bütün kaynaklarının -131 milyar lira var işsizlik sigortası fonunda- bu kaynakların bu süreçte, şimdi kullanılmayacaksa ne zaman kullanılacak bu işsizlik sigortası fonundaki para? Zaten işçiye ait olan bir paradır bu. Hükümetin değildir. Dolayısıyla hükümet yıllardır zaten işsizlik sigortası fonundaki parayı bir iş veren fonuna dönüştürmüş durumda. İş verenlere çeşitli biçimler altında kaynak olarak aktarılıyor. Teşvik olarak aktarılıyor. Bundan vazgeçilmesi lazım ve işsizlik sigortası fonundaki para bütün çalışanlara verilmesi lazım. Biz kabaca bir hesap yapmıştık. Bunları sürekli söylüyoruz ilk günden itibaren. Bütün 15 milyon işçiye örneğin, asgari ücret düzeyinde üç ay boyunca işsizlik sigortası fonundan bir ödeme yapılması mümkün. 15 milyon işçi için bu mümkün. Bütün zorunlu olmayan işleri tatil ederek, çalışmayı durdurarak yapacak bir kaynak var elimizde. Önemli olan bu kaynağın bu şekilde kullanılması yani tercihlerin değişmesi iktidar açısından. Bir taraftan iş verene ücretsiz izin hakkı veriyorsunuz. Öbür taraftan işten çıkarma evet yasaklandı, fesih yasaklandı ama bunun yaptırımı da son derece zayıf. Yani iş veren ben parası neyse veririm diyerek yine iş akdini feshedebilir. Çünkü yaptırımı her işçi için aylık bir brüt asgari ücret kadar. 2 bin 900 küsur lira. Dolayısıyla son derece zayıf yaptırımı olan bir yasak getirilmiş durumda. Bizim söylediğimiz bu konuda iktidara da çağrımız kamuoyuyla da paylaştığımız gerçek bir işten çıkarma yasağına ihtiyaç var. Yaptırımı olan ve gerçekten hiçbir iş verenin hiçbir işçiyi bu süreçte işten çıkartamayacağı gerçek bir işten çıkarma yasağı ama bununla birlikte bütün çalışanların ücretinin güvence altına alındığı, hiç kimsenin gelir kaybına uğramadığı bir politikaya ihtiyaç var. Bu söylediklerimiz aynı zamanda kayıt dışı çalışanlar için de geçerli olmak zorunda. Çünkü kayıt dışı çalışan tekrar söylüyorum Türkiye’de her 3 işçiden biri. Özellikle ekonomik kriz ile birlikte kayıt dışı çalışanların yüzdesi, yüzde 36’lara kadar yükselmiş durumda.

C.İ.: Covid-19 salgınıyla birlikte çalışanlara yönelik birtakım önlemler alınıyor ancak işçilerin çalışma koşulları iş verenler tarafından gerçekten iyileştiriliyor mu? Yoksa bu durum da bizim televizyonda izlediğimiz bir illüzyondan öteye geçmiyor mu?

“Çarklar dönecek anlayışı daha fazla işçinin, emekçinin hasta olmasına ve bu anlayış daha fazla işçinin hayatını kaybetmesine yol açıyor.”
A.Ç.:
Ne kadar önlem alınırsa alınsın ne kadar üst düzey önlem alındığı iddia edilirse edilsin bu zaten mümkün değil. Toplu taşıma araçlarını bu kadar insan kullanmaya devam ederse ne servislerde ne de çalıştığımız fabrikalarda çok kurumsal olanlarda belki. Yıllardır sendikanın olduğu iş yerlerinde belki ama ne kadar önlem alınırsa alınsın, bilim ne diyor? Bilim kurulu veya bütün dünyada bilimsel yaklaşım, akıl, bilim ne diyor? Evde kalın diyor. Değil mi? Yani o zaman zorunlu olan işçiler dışındaki işlerin devam etmesinin hiçbir mantığı yok. Akla, mantığa, vicdana sığan bir tarafı yok. Çok mu gereklidir şuan dört bir tarafımızda gördüğümüz inşaatlarda çalışmanın devam etmesi? Çok mu şarttır? Biz bir inşaat işçisi arkadaşımızı kaybettik. Hasan arkadaşımızı. Galata Port’ta çalışıyordu ve Galata Port şantiyesi büyük bir şantiye. Orada 3 Nisan günü, 3 tane pozitif vaka tespit edildi. Bütün çağrılarımıza rağmen şantiye durdurulmadı. Bundan dört gün sonra Hasan arkadaşımızı kalp krizi ve Covid-19 teşhisiyle hastaneye yatırdık ve kaybettik. Bizim açıklamalarımız sonrasında Galata Port şantiyesinde çalışmalar 4 Mayıs’a kadar durduruldu. Çok mu gerekli Galata Port’ta çalışmanın devam etmesi? Çok mu gerekli inşaatların devam etmesi? Çok mu gerekli birçok metal çelik vs. fabrikalarının devam etmesi? Tekstil fabrikalarının devam etmesi. Yani bunların hiçbirinin şu an, şu salgın sürecinde bir gerekliliği yok. Tabii ki hastaneler çalışacak. Tabii ki belediyeler, temizlik işçileri çalışacak. Ulaşım çalışacak. Tabii ki gıda sektörü kısmen çalışacak. Bunlar hayatın devam etmesi için salgınla mücadele için zorunlu olan alanlar. Bunun dışındaki bütün çalışmaların en az 14 gün süreyle durdurulması gerektiğinin, salgınla mücadele için şart olduğunu bilim söylüyor zaten. O nedenle istediğiniz kadar en iyi önlemleri alın. Teker teker oturtun otobüslerde veya fabrikalarda mesafe koyuyorum deyin. Sonuçta işçiler her gün o işlere gidiyor, geliyor. O yemekhanelerde birlikte yemek yiyor. O zaman hayatı niye durduruyorsunuz? Neden ‘evde kal’ çağrısı yapıyorsunuz? Neden izolasyon diyoruz? Neden karantina diyoruz? Eğer bunu söylüyorsak bunun karşılığı zorunlu çalışılması gereken iş yerlerinde azami tedbir, hastaneler başta olmak üzere -ki oralardaki vaka sayılarını da biliyoruz. Ona rağmen sağlık çalışanları arasında hastalık çok yaygın. Çünkü orada ne kadar önlem alırsanız alın yine bir risk taşıyor ama sonuçta devam etmek zorunda. Diğerlerini durdurmak dışında bir çözüm yok. Eğer gerçekten bu ülkeyi yönetenler, salgınla gerçek anlamda mücadele etmek ve Türkiye’de artık altıncı haftasına girmiş bu süreci bir başarıya dönüştürmek yavaş yavaş salgının hızının azaldığını görmek istiyorsa bu adımları atması şart. Yoksa çarklar dönecek anlayışı daha fazla işçinin, emekçinin hasta olmasına ve bu anlayış daha fazla işçinin hayatını kaybetmesine yol açıyor. Bu çok net bir biçimde görünüyor. Ölen ölsün kalan sağlar bizimdir mantığıyla hareket etmeyeceksek eğer gerçekten bilimsel bir akılla mücadele edeceksek bu salgın sürecinde olması gereken zorunlu işler dışındaki diğer işlerde çalışmanın en az 14 gün süreyle durdurulması, bütün işçilerin ücretli izinde sayılması ve hiç kimsenin gelir kaybına uğramaksızın gelirinin devlet tarafından güvence altına alınması ve bütün bunların iş verenin insafına asla bırakılmaması gerekiyor.

C.İ.: Son olarak DİSK’in bu süreç devam ettiği müddetçe işçi sınıfına dair öngörüsü nedir? A.Ç.: Şimdi biz ilk günden itibaren bu süreçte çalışanlar, işçiler, işçi sınıfı açısından olası bütün olumsuzlukları engelleyecek bir politika ve yaklaşım üretiyoruz. Bunu başta iktidar olmak üzere bütün kamuoyuyla paylaşıyoruz. 17 Mart’ta bu salgın ilk ortaya çıktığında yaptığımız açıklamada ve bütün çağrılarımızda, o günden bugüne işten çıkarılmaların yasaklanması, zorunlu olmayan işlerin durdurulması, gelir güvencesi, ücretli izin bunlar bizim temel, olmazsa olmaz politika önerilerimiz. Biz bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz. İktidarın bu konudaki politikalarının gerçekten Türkiye’nin geleceği açısından çok ciddi riskler oluşturduğunu hem sağlığımız, canımız açısından, toplum sağlığı ve mücadelesi açısından hem de bu salgının işsizlik başta olmak üzere yaratacağı toplumsal tahribatlar açısından çok ciddi bir olumsuz tablonun önü açılıyor. Bugün iktidarın politikaları ısrarla ve ısrarla önümüzdeki 1 Mayıs da dahil olmak üzere bu konudaki çağrılarımızı, yapılması gerekenleri anlatmaya, iktidarı bu konuda çağrı yapmaya ve işçi sınıfı başta olmak üzere bütün toplumsal kesimlerle bir toplumsal kuvveti örgütlemeye devam edeceğiz. Bütün bu zorluklara rağmen sokağa çıkılamadı, sosyal mesafenin, fiziki mesafenin korunmaya çalışıldığı koşullara rağmen yaratıcı eylem biçimleriyle ve gerektiğinde sokakta olmak üzere, -örneğin bu çağrılarımızı gittik İstanbul’da İş-kur’un önünde yaptık. Bir basın toplantısıyla, sınırlı sayıda arkadaşımızla- bu kuvveti hep birlikte örgütleyeceğiz ve omuz omuza mücadele edeceğiz. Çünkü bugünümüz için mücadele ediyoruz. Hem de kendimizin, toplumun ve bu ülkenin geleceği için mücadele ediyoruz. Bu Covid-19 süreci gerçekten bütün dünyada da Türkiye’de de yaşanan bütün adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, bu sistemin, neo-liberalizmin iflasının çok net bir biçimde ortaya çıkardı. Artık emeğin ve bilimin merkezinde olduğu bir toplumsal düzene olan ihtiyaç daha net ortaya çıkmış durumda. O nedenle Türkiye’de de işçi sınıfının insanca yaşayabilmesi için bu ülkenin tüm değerlerini oluşturan işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin insanca yaşayabileceği bir emeğin Türkiye mücadelesidir bu. Bu zorlu koşullarda da dün olduğu gibi bugün ve tabii ki bundan sonra da bu mücadeleyi omuz omuza büyütmek kararlılığındayız.

C.İ.: Çok teşekkür ederiz Arzu Çerkezoğlu. Sağlıklı günler diliyoruz...
A.Ç.:
Ben de çok teşekkür ediyorum. Herkese sağlıklı günler diliyorum. Ortak akılla ve dayanışmayla bu zorlu günleri hep birlikte aşacağımıza inanıyorum.

Yazar Ceren İskit

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış