Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

“Dünya üzerinde oyun oynamadan yaşamak beni kesmiyor” Ahmet Melih Yılmaz, 2015, Ankara

Ahmet Melih Yılmaz ile söyleşi için Mek’an Sahne’ye gittiğimde; sürdürülebilir tiyatronun organik sahne sanatçısı ile karşılaşmayı bekliyordum. Oysa o karanlık kuytuda, yorgun ve üşümüş bir oyuncu ile karşılaştım. Bu söyleşiden önce oyuncuların karakterleri bir elbise gibi giyindiklerini sanırdım; meğer Ahmet gibiler kendilerinden damıtıp içiyorlarmış. O sahnedeyken, seyirciyi büyüleyen sırrın bu kıvamlı iksir olduğunu, siz sevgili Solfasol okurları için keşfettim. Buyrunuz!

“Dünya üzerinde oyun oynamadan yaşamak beni kesmiyor” Ahmet Melih Yılmaz, 2015, Ankara

Özgür Ceren Can: Ahmet, Mek’an Sahneye ortaksın; burada “Kadınlar Aşklar Şarkılar”, “Tevafuk”, “Bernarda Alba’nın Evi” ve “Artık Hiçbi’ Şii Eskisi Gibi Olmayacak! Sil Gözyaşlarını!” oyunlarında oynuyorsun. Şimdi Tatbikat Sahne’deki Woyzeck Masalı ile birlikte bu sezon beş oyunun olacak. Köşeyi döndün mü?

Ahmet Melih Yılmaz: Haydaaa! Ceren: Bu kadar çalışmaya paraya para demiyor olman lazım.

Ahmet: Beş oyuna köşe döndürmüyorlar maalesef. Mek’an Sahne’nin geliri gideri o kadar ucu ucuna ki, buradan zaten kimse herhangi bir gelir elde etmiyor açıldığından beri.

Ceren: Yeni mezun olmuşsun. Mezuniyet sonrasında Devlet Tiyatroları’na girip memur olmak ya da İstanbul’a gidip dizilerde meşhur olmak gibi kariyer planları yapmadın mı?

Ahmet: Yapmadım yok, oraları başkalarına bıraktım. Popüler şeylere mesafeliyim. Ama bu “kendimi tiyatroya adadım, bu çok kutsal bir meslek” kafası da değil. İşim bu, yapıyorum. Yazın da gidiyorum Eskiyeni’de garsonluk yapıyorum; tiyatro olmadığı zaman ya da provalardan çıkınca.

Ceren: Mek’an Sahne’yi açmak çok cesaret isteyen bir şey değil mi?

Ahmet: Öyle ama birilerinin bir şeyleri başlatması gerekiyordu. Burayı açtık, tek

kişilik oyunlar yapmaya başladık. Daha önce Eskiyeni’de oynuyorduk her hafta. Ankara’da tiyatro ile ilgilenen herkes bir şeyler yapıldığını farketti. ŞuanAnkara’da-duyulmuşyada duyulmamış olabilir - bir sürü grup var ve iki kişilik, tek kişilik, anlatı ya da dramatik tiyatro yapıyor; çalışıyorlar.

Ceren: Kapalı kapılar ardında...

Ahmet: Şu an için öyle olabilir. Şimdilik... Ama yapıyorlar, gidiyoruz, geliyorlar ve bir şekilde iletişim halindeyiz. Bu Ankara için çok güzel bir şey.

Ceren: Bu işe girişirken bir desteğiniz oldu mu? 

Ahmet: Her şey “Kadınlar Aşklar Şarkılar” oyunu ile başladı. O oyun bize çok güç verdi. İstanbul oyunları olsun, İzmir, İzmit, Eskişehir, Bursa oyunları olsun. Gerçekten bir şeyler yaptığımızı ve insanların bunu çok doğru bir şekilde aldığını görünce paramız olmasa da dik durabildik.

Ceren: Seyirci destek oldu yani...

Ahmet: Aynen öyle... Mekânımız yoktu, Eskiyeni bizden para almıyordu o dönem. Turnelere çıkıyor ve epey para kazanıyorduk. “ Biz bu paraları biriktirelim ve bir mekân açalım.”dedik. Destek veren hocalarımız oldu, bağış yapanlar oldu. Yakın çevremiz, arkadaşlarımız destek oldu, ışık verdiler. Erdal Hoca (Beşikçioğlu) Dip Sahne’den kalan sandalyeleri verdi. Makine derneği boyaları halletti. Duvarlarımızı Volkan Ustaboyadı.

Ceren: Elbirliğiyle Mek’an açmışsınız. Ahmet: Bize babaannemizden dedemizden ev, arsa falan kalmadı ya da annemin altınlarını falan bozdurmadım. Kolektif bir biçimde hallettik.

Ceren: Çok yoğun bir etkinlik halindesin şu sıra. Gerçi “kutsal değil” dedin abartmıyorsun ama bir sahne iştahı var sende galiba?

Ahmet: ...

Ceren: İtiraf et.

Ahmet: Kabul ediyorum, var. Birden fazla kişi olabilmek kısmı çok cazip... Bu çok güçlü bir motivasyon ve beni harekete geçiriyor. Dünya üzerinde oyun oynamadan yaşamak beni kesmiyor. Bu akşam Bernarda Alba’nın Evi var, beş kadın var orada, yarın Tevafuk var, ertesi gün Woyzeck provası var, sonraki gün Kadınlar Aşklar Şarkılar var; onlar olabileceğim.

 

Ceren: Her biri apayrı karakterler. İnsan bedeni de gözenekli bir yapı... Bu karakterler senin içine sızmıyor mu?

Ahmet: Zaten bende olan şeyleri ortaya çıkarıyorum. Bernarda Alba’nın Evi’ndeki Martirio’nun ruh hali benim iki yıl önceki ruh halime çok benziyor. Onun kamburu benim kamburum. Maria’nın o muzip tavrı benim arkadaş ortamlarımdaki esprili halim. Bunlar benim anlarımın mercek altına tutulup büyütülmesi.

Ceren: Bir söyleşide “ ‘Kadınlar Aşklar Şarkılar’ oyunu için herhangi bir trans izlemedim.” demişsin.

Ahmet: İçimdeki transı çıkardım. Sokak çocuğunu da oynayacaksam birilerini gözlemlememe gerek yoktu. Sokak çocuğu

tavrı çok yüzeysel ama Avzer’in içindeki duygusu önemli. Herkesin Gezi olaylarından sonra evine çekilmesi ve Avrez’in ya da onun gibilerin tek başına sokaklarda kalması. Bunu anlamak için sokak çocuğu olmaya gerek yok. Küçükken bayramlarda, aile toplanmalarında ev dolup taşardı. Sonra insanlar giderdi ve evin bütün dağınıklığı içinde tek başıma - Pazar akşamları olurdu bu – “Yarın okula gideceğim” diye kalakalırdım. Bu duyguya çok benziyor.

Ceren: Bir tiyatro metni okuduğunda ne dürtüyor seni ve “Ben bunu oynarım.” diyorsun?

Ahmet: Biz bir mahalle tiyatrosuyuz. Mevzular hep aynı. Sokak çocuğu, faşist anne, dışarı çıkmak isteyen kızlar, trans kadınlar hep bizim güncelimiz zaten. Woyzeck de öyle; aldatılıyor ve karısını öldürüyor, bize çok uzak değil. Ta ne zaman Almanya’da ve bu gün bu ülkede. Nefret her yerde...

Ceren: Ötekiler hep... Peki, tek kişilik oyunları ve biraradalıkları aynı süreçte deneyimliyor olmak hakkında ne söyleyebilirsin?

Ahmet: Tek kişilik oynamaya iki yıldır o kadar alışmışım ki, yalnızım ve her şeyi kendi üzerimden yapıyorum. Ama Tevafuk başlayınca - dramatik bir metin, anlatı değil, seyirci ile bir alakası yok, dördüncü duvarını örüp partnerinle konuşacaksın - bunu özlediğimi fark ettim. İyi geldi. Anlatı olsaydı bulaşmayacaktım.

Ceren: Sıkıldın mı?

Ahmet: Sıkılmak pek mümkün değil.

Anlatılarda işin güzel kısmı seyirci merkezli olduğu için oyunlar her akşam yeniden çıkıyor. Seyirci ile büyüyerek ilerleyen bir şey haline geliyor. Yolculuk burada saat sekizden sonra başlıyor.

Ceren: Ama anlıyorum ki, başka bir oyuncu ile etkileşimde olmak da ayrı bir tat.

Ahmet: Partnerin olduğu vakit, karşında gerçek bir şey var ve karşındakinin de farkında olman gerekiyor. Daha zor. Woyzeck Masalı’nda durum bambaşka; on beş tane insan, bir de müzisyenler... Orada bir topluluk havası var.

 

Ceren: Ama seyirci olarak bize, tek kişilik oyun bir mertebe gibi geliyor.

 

Ahmet: Evet. Bilmiyorum, belki alıştığım için. Çünkü iki yıl gibi kısa bir zamanda çok oynadım.

Ceren: Tatbikat Sahne’de ustalar var, teşkilat var, düzen var. Burada ite dürte giden bir hayat var. Oradan çıkıp buraya gelmek nasıl bir his?

Ahmet: Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’si... Orası kocaman bir yapım ve 

o yapma biçimini de öğrenmem; burada yaptığımız şeye alışmamam gerekiyor.

Ceren: İstanbul’a da gidiyorsun turneye.

Ahmet: Oranın nabzını da tutmak gerekiyor. Kendi kendimize Ankara’da takılmak bize yetmiyor. İstanbul’da bizim gibi bir sürü grup var. Her boşlukta oyun izliyoruz.

Ceren: Ahmet, adettendir; biraz İstanbul ile Ankara’yı kıyaslayalım.

Ahmet: Ankara seyircisi daha değerli; tam bizim nokta atışı yaptığımız yerlerde karşılık veriyor. İstanbul seyircisi bizar daha dağınık; olur olmaz yerlerde gülebiliyor mesela. O seyirciyi tavlamak için yapılan oyunlar var İstanbul’da. Nitelik düşüyor. Belki de biz o nedenle başka geliyoruz. Son gittiğimizde çok kar yağışı vardı, buna rağmen salon doldu.

Ceren: Tiyatro seyircisi oyunculuğunu çok övüyor ve artık senden bir beklentisi var.

Sen ise çok yoğun bir şekilde sahnedesin. Kendini tüketmekten korkmuyor musun? Nasıl yeniliyorsun kendini?

Ahmet: Akşam saat sekizde oyun var ama akşama kadar hayat devam ediyor. Kapım çalınıyor, mesaj atıyorum, biriyle yüz yüze geliyorum, birine çarpıp geçiyorum. Hayatın içindeyim. Tiyatro da hayatı transpoze ederek sahneye taşıyor. Bu dava hiç bitmez ki! Kendimi bir konservenin içine kapatmıyorum, boş bulduğum her an sokaktayım.

Ceren: Cesur birisin, yeteneklisin, çalışmayı seviyorsun ve mezun olur olmaz tüm enerjinle sahaya atlamışsın. Herhangi bir hayal kırıklığın oldu mu?

Ahmet: Bir oyun da oynasan otuz beş oyun da oynasan bir şeyler değişmiyor. Bunun çok net farkındayım... Bundan sonraki on yılda tiyatro yapacak mıyım? Bilmiyorum... Her an bırakabilecek olma ihtimalini saklı tutuyorum.

Ceren: Bırakabileceğini hiç sanmıyorum. Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim, tüm Solfasol ekibi adına...

Ahmet: Ben teşekkür ederim.

Söyleşi Özgür Ceren Can

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış