Şapolyo, 1920’ler Ankarasında yaşayanların nerelerde buluştuklarını, bir araya gelerek söyleştiklerini de anlatır. Rizeli Matrakçıoğullarından Ali Rıza Bey’in 1923 yılında açtığı İstanbul Pastahanesinin, Ankara’nın ilk pasta salonu olduğu için pek rağbet gördüğünü, kendisinin de salon yıkılına değin sürekli müşterisi olduğunu, pastahanenin bir ‘aydınlar kulübü’ olduğunu bildirir:
“Burası münevverler kulübü idi. Öğretmenler, gazeteciler, ressamlar, memurlar ve mebusların salonu idi. Grup grup masalar vardı. Bizim masanın daimî olarak halkasını Sadri Etem,(18) Şevket Rado,(19) Samet Ağaoğlu,(20) Nahit Sırrı,(21) Ertuğrul Şevket,(22) Mekki Sait,(23) İzzettin Şadan,(24)Namidan Rahmi,(25) Feridun Nafiz Uzluk,(26) Profesör Şükrü, Refik Fenmen,(27) ressam Saip,(28) musikişinas Ahmet Yekta,(29) Muslih ve ben teşkil etmekte idi.
Saip Tuna’nın fırçasından “Mustafa Kemal’in Ankara’da Karşılanışı”
Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Yahya Kemal Beyatlı’nın da sık sık gittiği İstanbul Pastahanesi 1 Mayıs 1955 günü yerini Yeni Han’a bırakır.
“1923 yılında bu pastahanenin aşağısı arsa idi. Bir açıkgöz zat gelerek bu arsaya Taflan adıyla bir yazlık kahve açtı,
çok rağbet gördü. Fakat sonradan bu yere Kızılırmak kahvehanesi açıldı. Bunun hizasına sıra ile dükkânlar yapıldı. Şimdi hepsi yıkıldı.”(s.60)
Cumhuriyetin ilân edildiği 1923 yılında, Ulus
Meydanına parke döşenir. Meydan temizlenir. Yeni Gün gazetesinin sahibi Yunus Nadi, meydana Kurtuluş Savaşı kahramanlarının anısına bir anıt dikilmesi için bağış kampanyası açar. Uluslararası bir yarışma açılır. Yarışmada birinci olan Avusturyalı sanatçı Heinrich Krippel’e 1925 yılında sipariş edilen yonut 1927 yılında düzenlenen törenle meydandaki yerini alır.
“Bu heykelin etrafında, İstiklâl Mahkemesinin kararıyla ‘Tarikatı Selâhiyeciler’(30) asıldı. Gene bu meydanda şapka aleyhinde bulunan Atıf Hoca(31) ve ayrıca Kasap Osman(32) asılmıştı.” (s.60)
Taşhan’dan Anafartalar Caddesine doğru ahşap dükkânlar ve hanlar sıralanır. Alt katında dükkânlar, üst katında odalar bulunan Taşhan’a bitişik iki katlı yapının sahibi Ankaralı Şakir Beydir. Sahibinin adıyla, -- Şakir Bey Hanı(33) olarak anılan bu yapıda “Bursa Yurdu”, “İzmir Yurdu” ve “Trakya Paşaeli Yurdu” bulunmaktadır.
Bu binanın alt katındaki dükkânlardan birinde açılan Zeybekler kahvehanesinde “Yozgat ve Beypazarı isyanlarını
bastırmağa gelen Sarı Edip(34) ile Çerkes Etem” otururlar. Sarı Edip’in bir köpeği vardır. Sonradan bu kahve “Yeni Sinema”nın girişi olur.
(Yukarıdan aşağıya) Atatürk’ün yanında Çerkez Ethem; Rize milletvekili Ziya Hurşit(solda); Sarı Edip İstiklâl Mahkemesine girerken; (Önde ortada) Kara Fatma
Zeybekler kahvehanesinin yanındaki kahvehanede ise Giresun muhafızları(35)otururlar. “Siyah lâz elbiseli bu delikanlılar, kemençelerini çalarak Karadeniz oyunları oynarlar. Bunların arasında Kara Fatma(36) da bir erkek tavrıyla iskemlede oturur, bu oyunları seyrederdi.” (s.61)
Şakir Bey hanının yanındaki bir başka handa Turkuvaz Bar açılır. Daha sonra Kayseri han ve bir sıra dükkânlar yer alır. Hepsi eski yapılardır.
Kentin en kalabalık caddesinden hükümet konağına gidilir. Cadde üzerinde Hürriyet Oteli, altında Jak’ın berber dükkânı, bir de silah deposu olarak kullanılan hamamdan sonra jandarma dairesinin kemerli kapısından hükümet meydanına çıkılır.
“Hükümet konağı meydanlığı da toz toprak içinde idi. Bir
iki ağaç vardı. Sağ tarafta ahşap iki katlı bina vardı. Burası Yirminci Kolordu Kumandanlığı iken Dahiliye Vekâleti olarak kullanıldı. Hariciye Vekâleti olarak da Kızılbey türbesinin yanında İnhisar dairesi kullanıldı. Bu iki katlı kâgir bina Başvekâlet olarak da bir müddet kullanıldı. Bu binanın yerine Merkez Bankası yapıldı. Burada bulunan ve mimari tarzı da güzel olan Kızılbey türbesi ve medresesi yıkıldı. Yanındaki
boş arsaya da, Türk mimarisinin bir şaheseri olan Ziraat Bankası yapıldı.” (s.61)
Dahiliye Vekâleti (İçişleri Bakanlığı) olarak kullanılan yapının yanında memurların ucuza yemek yediği Merkez Lokantası varmış. Oradan geçen bir sokağın sonrasında Ankara Cezaevi ve yanında Jandarma Komutanlığı yer alıyormuş. Hükümet Konağının solunda Postahane yapısı bulunuyormuş.
Önce “Telgrafhane”, sonra “Mekteb-i Hukuk” yapısı
1920’li yılların başlangıcından söz ediliyorsa, “postahane” değil “Telgrafhane” yapısı demek gerek. Çünkü
Ankara’nın 1925 yılına değin dünya ile bağlantısını sağlayan yapı “Telgrafhane” imiş. Büyük Postahane yapısı tamamlandıktan sonra Telgrafhane, Mekteb-i Hukuk’a özgülenmiş ve birçok ünlü hukukçu ve siyasetçi bu yapıda öğrenim görmüş.
“O zamanlar Maliye Vekâleti binası yoktu. Burada Bizanslılardan kalma Julien sütunu vardı. Onun yanında ise Umum Teçhizat Ambarı binası vardı. Ahşap bir bina idi. Bu binanın yerine İş Bankası binası yapıldı. Onun karşısındaki hanın bir katında Hâkimiyeti Milliye gazetesi binası bulunmakta idi. (...)
Ulus Meydanının Anafartalara çıkan sağ tarafında sonradan yapılmış bir katlı dükkânlar devam etmekte idi. (...) Bu dükkânlardan biraz ötede mühendis hanı vardı. Bu hanın
bir odasında Arif Oruç(37)Yeni Dünya gazetesini çıkarmakta idi. Bu iki dükkândan sonra bir sokak gelirdi. Bunun köşesindeki iki katlı binayı Hacı Bektaş Dergâhının son Babası Niyazi Baba(38) tutarak otel olarak işletmişti. Sonra da Arnavutluğa kaçtı. Bunun karşısında karşı köşeye gelen dükkânda da Selanikli Talât ve Hüseyin Beyler, Ankara’nın
ilk muhallebici dükkânını açtılar. Bu bizim için bir yenilik olmuştu. Hatta bir iki defa muhallebi yemek üzere Mustafa Kemal Paşa da gelmişti. Daha yukarıda Sebat otelinin olduğu bina Merkez Kumandanlığı idi. Kumandanları Fuat Bulca ve sonra da Rize Mebusu olan Rauf Beydi. Bunun üstündeki bir dükkân köfteci idi. (...) yanında Ankaralı Ahmet Ağanın eski usul berber dükkânı vardı. Bundan
sonra Hayim adında bir Yahudi’nin kunduracı dükkânı bulunmakta idi. Ankaralılar buna ‘Tat Yahudi’(39) derlerdi. Ismarlama kundura ve çizme yapardı. Dükkânın önünde bir akasya ağacı vardı. Ankara Caddesinde görülen tek ağaç bu idi. (...)Bu dükkândan sonra çetelerin oturduğu bir kahvehane vardı. Buradan geçen sokak Tahtakale’ye giderdi. Matbuat Umum Müdürlüğü de burada bir ahşap binada idi. Bütün bu binalar ve arkasına düşen evler 13 Eylül 1956 tarihinde tamamen yıkıldı. Buraya büyük hanlar yapıldı.” (s.62-63) Şapolyo, şimdi müze olan ilk Meclis yapısının çevresinde, o sıralar başka yapı bulunmadığını, boş bir arazide kurulmuş olduğunu ve yapının karşısında Şehir Bahçesinin bulunduğunu anlatır. Yeşillik görmek için, ziraatçi Muhittin Beyin diktiği sıra sıra akasya ağaçlarının yer aldığı bu bahçeye gidilirmiş. Bahçenin ortasında bir de havuz bulunurmuş. Daha sonra burada içkili ve sazlı bir gazino açılmış.
İstasyona inen yol üzerinde ne ikinci Büyük Millet Meclis, Divanı Muhasebat (Sayıştay) ne Ankara Palas yapıları,
ne de Stadyum ve Gençlik Parkı varmış. Yol boyuncaistasyona değin uzanan, sıtma yuvası bataklıkmış kentin bu kesimi. Bataklığın ortasından İncesu geçiyormuş. Kıyısındaki söğüt ağaçları kesilip tren yakıtı olarak kullanılmış.
“Yalnız Büyük Millet Meclisinin bulunduğu yerde bir askerî cephanelik vardı. Bu araziye mebuslara mahfel(40)olmak üzere bir bina (yapılmaya) başlandı. Mimarı da Davut Beydi. (41) Sonradan bu bina(nın), Meclis binası olarak inşasına devam edildi. Bu bina bitince ikinci Meclis, ikinci devrenin ikinci senesinde 1 Mart 1924 tarihinde bu yeni binaya nakletti.” (s.64)
(devamı, Kasım Solfasol’unda)
NOTLAR
18 Sabri Ertem (1903-1943): Öykü ve romanlarıyla tanınan yazar ve siyasetçi.
19 Şevket Rado (1913-1988): Gazeteci, yazar, lise toplumbilim ve edebiyat öğretmeni.
20 Samet Ağaoğlu (1919-1982): Avukat, yazar, Manisa milletvekili; Çalışma, Sanayi ve Devlet Bakanlıkları yapmıştır.
21 Nahit Sırrı Örik (1895-1960) öykü, roman ve oyun yazarı. 22 Ertuğrul Şevket Avaroğlu (?) Gazeteci ve öykü yazarı.
23 Mekki Sait Esen (1903-1970) Edebiyatçı, gazeteci, siyasetçi. Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yaptı.
24 İzzettin Şadan (?) psikiyatrist
25 Namidan Rahmi (1897-1976): Şair, yazar, çevirmen.
26 Feridun Nafiz Uzluk (1902-1974) Hekim, Türk tıp tarihinin öncülerinden, yazar, çevirmen.
27 Refik Fenmen, Prof.Dr. (1882-1951): Yüksek Mühendis Okulu, Lozan Fen Fakültesi, Liege Teknik Fakültesi mezunu, Kocaeli milletvekili, Fen Âlemi dergisi yayıncısı.
28 Saip Tuna(904-1974): Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919 Günü Ankara’ya Gelişinde Karşılanışını betimleyen resimlerin sanatçısı.
29 Ahmet Yekta Madran (1885-1950): Müzisyen, besteci, CSO Şefi.
30 “... 16 Kasım 1922’de İngilizlere sığınarak Türkiye’den firar eden Padişah Vahdettin, İtalya’da San Remo’da yaşadığı günlerde de “Türkiye karşıtlığına” devam etmiştir.
‘Yurt dışında aç ve sefil halde öldü!’ diye kaçak padişaha ağıtlar yakanların, yurt dışında Vahdettin’in servetini tüketen en temel etkenlerden birinin Padişahın, bazı maceracıların aklına uyarak ‘Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk’e karşı
bazı hıyanet projelerine paraca destek olması’ olduğunu bilmedikleri açıktır!
Bu maceracılar, San Remo’da kaldıkları sürece onların bütün masraflarını Vahdettin karşılamıştır.
San Ramo’ya gelerek Vahdettin’i ziyaret eden Vehip Paşa, Gümülcineli İsmail, eski İç İşleri Bakanlarından Mehmet
Ali Bey ‘Atatürk’ün hakkından gelmek için’ Vahdettin’den para istemişler, Vahdettin de bu hainlere 2000 İngiliz lirası vermiştir.
Ayrıca, bir Yunan albayıyla birlikte Vahdettin’i ziyaret etmeye gelen ‘Atatürk düşmanı’ Mevlanzade Rıfat, Yunanistan’la birlikte Ankara’ya karşı bir anlaşma yapmak istediğini bildirerek Vahdettin’den para sızdırmıştır.
Hatta San Remo’da Vahdettin’e bağlı Türkiye karşıtı Tarikat-ı Selahiye adlı bir örgüt kurulmuştur. Bu örgütün, Vahdettin’le yurt dışına gitmekten pişman olan ve Türkiye’ye dönmek isteyen Dr. Reşat Paşa’yı öldürdüğü iddia edilmiştir.” (Sinan Meydan: “Bizim Dinciler Nasıl Halkçı Oldu?”, Odatv.com, 15 Temmuz 2010)
“...O davada Tarikatı Selahiye üyesi oldukları iddia edilen 11 kişi, 15 Ağustos 1925’te idama mahkum edildi,
Ertesi gün 11’i de Ankara’da Taşhan’ın önündeki meydanda asıldılar,
Ancak asılanlar arasında Lütfi Fikri yoktu,
Çünkü Lütfi Fikri o davadan beraat etmişti,
Gazi Mustafa Kemal, bir anlamda yargıya müdahale etmişti
ve İstiklal Mahkemesi Başkanlığı’na İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri için bir mektup yazmıştı,
Mustafa Kemal Atatürk o mektubunda, Lütfi Bey’in izlenen politikaya ve kendisine karşı olmasının bir iddia öne sürülmesi için yeterli olmayacağını belirtmiş ve başka bir suçtan ötürü tutuklu değilse, mahkemenin Lütfi Fikri’ye müsamaha göstermesini istemişti,
Yani Atatürk, ‘Bana muhalif görüşlere sahip olmak suç değildir’ demişti,
Acaba bugün Atatürk’ün o günkü gücüne sahip olup da bunu diyebilecek kaç siyasetçi var?
NOT: Bu konuyu merak edenler, Ergün Aybars’ın İstiklal Mahkemeleri adlı kitabını okuyabilirler” (Fatih Altaylı köşe yazıları, fatihaltayli.com.tr)
31 İskilipli Atıf Hoca.“1922’de Dolmabahçe Sarayında Huzur dersleri verir. Bu dönemde özellikle batılılaşma karşıtı yazılar yazar. Tesettür-ü Şer’i, Din-i İslam’da Men-i Müskirat (İslam dininde İçki Yasağı), Frenk Mukallitliği ve Şapka kitaplarını kaleme alır.
Şapka hakkında ki kitabını yazdıktan 1,5 yıl sonra Şapka devrimine muhalefet etmek suçundan tutuklanır. Şevket Süreyya Aydemir, Tahirül Mevlevi, Hasan Tahmilci, kızı Melahat Hanım Atıf Hoca’nın Şapkaya muhalefet etmekten tutuklandığını belirtmişlerdir.
İskilipli Atıf Hoca 4 Şubat 1926 Perşembe günü sabaha karşı Eski Meclis binasının yakınındaki çarşıda asılarak idam edilmiştir.” (Esat Çağlar: “İskilipli Atıf Hoca kimdir”, dunyabulteni.net)
32 “Miralay Kasap Osman. Kurtuluş Savaşı komutanlarından. 1899’da Harp Okulu’nu bitirdi ve Kurtuluş Savaşı’nda albaylığa kadar yükseldi. Savaştan sonra Mustafa Kemal ve yönetimi (inkilapları) aleyhinde bir tutum takınır, konuşma ve davranışlarıyla tepki uyandırır. Tutuklanarak Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne gönderilir, mahkemece idama mahkûm edilir.” (yakintarihimiz.org)
33 “Şakir Bey Hanı: Taşhan’dan Karaoğlan Caddesi’ni takip ederek Hürriyet Meydanı’na doğru ilerlediğinizde, soldan ilk binada Şakir Bey’e ait bir han bulunuyordu. Yapım yılı bilinmemekle birlikte, 1902 yılı sonrası yapılan bekar odası (yurt) tarzında bir han olduğu düşünülmektedir. Hanın
alt katı, Milli Mücadele yıllarında “Zeybekler Kahvesi”
olarak kullanılan mekanlardan biriydi. Çerkez Ethem’in, Topal Osman’ın çeteleriyle gelip oturduğu bu kahvenin
üst katında İzmir Yurdu, Bursa Yurdu ve Trakya Paşaeli
Yurdu bulunuyordu. Cumhuriyet’in ilk yılarında bu binada “Turkuvaz Bar” isimli bir bar açılmıştı. Sonrasında bina 1928 yılında müteahhit Erzurumlu Nafiz Bey’in (Kotan) çalışması sonrası “Yeni Sinema” adıyla sinemaya dönüştürüldü. Binası, Ulus genelinde çevre düzenlemesi yapılırken 1956 yılında yıkılarak tarihe karıştı.” (Yavuz İşcen: “Osmanlı Devleti Döneminde Ankara Hanları ve Otelleri”,yavuziscenblogspot. com.tr)
34 Sarı Efe lakabıyla anılan ve eski bir jandarma subayı
ve ittihat fedaisi olan Edip, Rize milletvekili Ziya Hurşit’in planladığı ve tarihe İzmir Suikasti diye geçen olaya karışmış kişilerden biridir.
35 Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı koruyan, komutanları Hacı Topal Osman Ağa (1183-1923) olan Giresunlu gönüllüler. Trabzon milletvekili Ali Şükrü Beyi öldürdüğü iddiasıyla hakkında yakalama emri çıkınca Topal Osman güvenlik güçleriyle giriştiği silahlı çatışmada öldürülmüş, 1925 yılında Giresun Kalesinin en yüksek noktasına yapılan bir anıt mezara gömülmüştür. Mezarın yaptırım giderlerinin Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılandığı söylenir.
36 Erzurumlu Fatma Seher Hanım, ya da Kara Fatma (1888- 1955), Kurtuluş Savaşı’nın simge kadınlarından biridir. İstiklal Madalyası sahibidir. Üsteğmen rütbesine değin yükselmiştir.
37 Arif Oruç (1893-1956), gazeteci, yazar, tarihçi. 1920 yılında Mustafa Nuri ile birlikte “Seyyare-i Yeni Dünya” gazetesini kurmuştur. “İslami Bolşevik gazetesi” tanımıyla yayımlanan gazeteyi Çerkez Ethem akçalar. Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine gazete Eskişehir’den Ankara’ya taşınır ve 83. Sayısında itibaren adı “Yeni Dünya” olur. Arif Oruç, daha sonra “Yarın” adlı gazetesiyle Serbest Fırka’yı destekler. İsmet İnönü muhalifidir.
38 Sivas kongresinde M. Kemal’i en çok destekleyenler Bektaşiler olmuştur. Hacı Bektaş tekkesi Mustafa Kemal’e yardım ve desteğini bu kongrede (Sivas Kongresi) tam anlamı ile göstermiştir. Mustafa Kemal bu kongreden sonra buradaki desteklerinden çok memnun kalarak Hacı Bektaş tekkesi postnişini Salih Niyazi Dede Baba’ya tel göndererek memnuniyetini bildirmiştir. Mustafa Kemal bu telyazısında şunları belirtmiştir:
‘Salih Niyazi Baba Hazretlerine,
Sevgili vatanımızın kurtarılması ve mutluluğu uğrunda soylu ulusumuzun Tanrı’nın izniyle giriştiği kutsal savaşta üstün görevimizi övgüyle karşılamanıza, yüksek değerlendirmenize teşekkürlerimizi sunarız. Temiz ulusumuzun yükselme ve kurtarılmasına dönük hayırlı iz ve yol göstericiliğinizin devamını üstün saygıyla dileriz. Temsil Kurulu üyesinden Erzincanlı Şeyh Hacı Fevzi Efendi hazretleri sevgi ve saygılar eyler efendim.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına Mustafa Kemal’” (mehmethekim.com)
Salih Niyâzi Dedebaba, Cumhuriyet Hükümetince çıkarılan “Tekke ve zaviyelerin İlgası”na dair yasa uyarınca, 1927 yılında yurtdışına sürgün edilir. 1927 tarihi ile başlayan süreçte, biri Arnavutluk da, biri Mısır’da ve biri de Türkiye’de olmak üzere üç Dedebaba’lık kurumu oluşur.“...bugün dahi dünya Bektâşîleri arasında tartışılmakta olan
Salih Niyâzi Dedebaba’nın şüpheli ölümünden... birkaç cümleyle bahsetmek istiyorum. Arnavutluk 1942 yılına kadar Mussolini İtalya’sının ve 1943 yılına kadar Hitler Almanya’sının işgali altında kalmıştır. 1943 yılından sonra kendisi de bir Bektâşî çocuğu olan Enver Hocanın Emek Partisi öncülüğünde örgütlenen Sosyalistler 1945 yılında Sosyalistler Arnavutluk devletini kurmuşlardır. Bu savaşta bazı Arnavut Bektâşîler, Enver Hocanın partizan örgütünün saflarında yer almalarına karşılık, bazı Bektâşîlerse
karşı milliyetçi kral Zogo’nun taraf olduğu cephede yer almışlardır. Salih Niyâzi Dedebaba’ böyle bir ortamda, Tiran’daki dergâhında, Dervişi olan Aziz Niyâzi Triandafil derviş ile birlikte 28 Kasım 1941 tarihinde kurşunlanarak öldürülmüş olarak bulunmuştur. Salih Niyâzi Dedebaba’nın öldürülme anına şehit olan bir tek fert bulunmamıştır. Ölümü üzerindeki sis perdesi hala kaldırılamamıştır.
Klasik Arnavut söylemine göre, faşist İtalyan birlikleri tarafından öldürüldüğüdür. Öte yandan yakın zamanda bulunabilen İtalyan belgelerinde Arnavut Partizan birlikleri tarafından katledildiğine dair bilgiler bulunmaktadır.” (Şevki Koca:“Cumhuriyet Tarihi Sürecinde Bektâşî Kültüründe Dedebaba’lar (Ülkemizde Ve Dünyada)*, cemvakfi.org.tr)
39 Azerbaycan’ın kuzeydoğusu ile Dağıstan’ın güneyi arasındaki İran halkına Tatlar deniyor. Bu halkı oluşturan kimi nüfus toplulukları Dağ Yahudileri olarak anılıyor.
Tat halkıyla Dağ Yahudilerinin aynı kökten geldiğini savunan kuramlar var. “İsrail, kuruluşundan beri eski Sovyet coğrafyasından Yahudi göçmeni almıştır. Rusya’da kalan Yahudiler’in bir kısmı ise “Tat” olarak anılıyor. Vikipedi’de yer alan bilgilere göre ‘Tatların bir kısmı “Dağ Yahudileri” diye anılmaktadırlar. İlk Asur işgal ve kolonizasyonu sırasında İsrail’den çıkartılan Yahudi göçmenlerin, müttefikleri İran tarafından Dağıstan’a yerleştirilmeleri ve daha sonra da Mitraizm, Zerdüştizm gibi inanışların etkisi ve Dağıstan’ı elinde tutan İranlı asker-soylularla karışmaları sonucunda oluştukları bilinmektedir. Çoğunluğu İslâm inancını benimsemişlerdir. Ancak Yahudi inancını koruyanlar Dağıstan’da ve Azerbaycan’da hâlâ yaşamaktalar. Dağıstan’ın Derbent ve Mahaçkala kentlerinde sinagogları açık bulunmaktadır.” (Arslan Bulut: “’Dağ Yahudileri’nin yönettiği ülke hangisi?”, Yeni Çağ, 17 Kasım 2014)
40 Mahfil: Toplantı yeri.
41 Kültür Bakanlığı web sitesinde verilen bilgi: “1923 yılında mimar Vedat Tek (1873-1942) tarafından Cumhuriyet
Halk Fırkası Mahfeli olarak tasarlanan ve inşa edilen bu bina işlevi değiştirilerek meclis olarak kullanılmıştır. (...)
I. Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının yetersiz olması
ve gelişen Cumhuriyet Türkiye’si meclisinin ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeni ile bina bir takım değişiklikler geçirmiş, sonra da II. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açılmıştır.” (kultur.gov.tr)
Yorumlar (0)