Gazeteyi istemeye istemeye önce ikiye sonra dörde katladım. Aslında pazar sabahları kahvaltıdan sonra bütün
aile gazete okuduğumuz için başlamıştım gazete okumayı sevmeye...O zaman oturma odasının bütün zemini iki sayfa halinde açık gazetelerle kaplanırdı, çünkü ablam ve ben yerde gazete okurduk. Bir gazeteyi okuyup bitirmenin mutluluğuyla çayları tazelemeye giderken annemin çoktan bulmaca çözmeye geçmiş olduğunu görüp gülümserdim. Evde sadece bulmaca çözmeye özel olarak kullanılan ve pazar günleri aniden ortaya çıkan tükenmez kalemler vardı. Metroda, ayakta ve çoktan bitirdiğim çeyrek sayfada bunları düşünürken kalakalmıştım ki gazetemin arkasındaki kadını farkettim. Hafif eğilmiş kendi göz hakkına düşen öteki çeyrek sayfayı bitirmek üzereydi. Ona baktığımı görünce doğruldu, gülümsedi, “pardon”dedi, “hayır, lütfen” dedim, gazeteyi uzattım, “bende de var ama daha açıp bakamadım”dedi, durağının geldiğini ve ineceğini işaret etti, “hoşçakalın” dedim, tekrar gülümsedi ve gitti.
Gazete okuma eyleminin tüm katmanlarını, bilhassa gazetenin mülkiyet duygusu olmadan kente ait oluşu nedeniyle metrodaki gibi paylaşılışını seviyoruz.1 Ancak sevmenin de ötesinde bir durumu yakın zamanda yeniden keşfettim. Bu keşif gündelik hayat eylemleri ve bu eylemlerin evrilmesi ile ilgili. İki kolumuzla gazeteyi açışımız, sayfaları çevirişimiz, bu sırada sayfalar ve bizim dışımızda kalan mekânın hareketlerimize göre değişmesi, metrodaki gibi sıkışıp rahatlaması, gazeteyi katlayıp koltuk altında oradan oraya taşıyışımız, sakladığımız bir gazete parçası annemizin kızartma tavasının kapağı oluyorsa sinirlenişimiz. Tüm bu bedensel eylemler artık kayboluyor. Bunu modernizmle, dijital çağa geçişle, geleneğin yitirilişi ile tarihsel ve kültürel anlamda açıklamaya girişebiliriz. Peki, eylemlere dair alışkanlıkların değişmesindeki bu sürekli akışkanlığa karşıdurup basılı gazete okumayı arzu edişimiz ne ile ilgili?
Bir şaman dansçısı olan İida Shigemi , “yapmak (eylemek,
İng: acting) bilmekten daha iyidir”şeklinde kurduğu eyleme ve bilme arasındaki ilişkiyle ilgili olarak, bedenle temas etmek ve bu temas üzerinden anlam oluşturmak mevcut bilgi ile anlamlandırmaktan daha üstündür,
"Yapmak (eylemek) bilmekten daha iyidir." İida Shigemi
gibi bir çıkarım yapmıştık.3 Bilmeyi ve eylemeyi üstünlük sırasına dizmek yerine birlikte ele aldığımızda ise başka bir fikirle karşılaştık. Marx’ın ontolojik olarak ve beden bağlamındaki ideoloji kavrayışını tartışan Žižek, İdeolojinin Yüce Nesnesi 4 isimli kitabında şöyle diyordu:
“Marx’ın tanımladığı ideoloji bilginin maskelenmesidir. İnsanlar neyi bildiklerini bilmezler. Ancak bugün semptom bilgide değil, eylemdedir. Bu yeni bilinçsiz durum fetişist illüzyon ya da fantezi olarak tanımlanabilir.”
Žižek, kapitalizmin kendi koşullarının yeniden ve yeniden üretilebilmesi için ideolojilerin bilgiyi maskelemelerinden, bu genişt anımlamadan, insana ve bedene iniyor ve bu sayede kavramlar fantezi ve arzuya doğru evriliyordu... Yazının bu parçasının bizi daha da ilgilendiren kısmı dikkati eylemlere çekmesiydi: Žižek, insanların artık bilgi üzerindeki maskenin farkında olduklarını, yani neyi bilmediklerini bildiklerini, ancak eylemlerinin farkında olmadıklarını söylüyordu. Ne yaptığımızı / eylediğimizi bilmiyor muyuz?
Sorunun yanıtını ararken günlük hareketlerimizin nasıl olduklarını düşündüğümüzde canımız biraz sıkılabilir. Afrika’da hala aniden dans etmeye başlayan topluluklar ya da Anadolu’da bazı köylerde devam eden orta oyunlarını hatırlayabiliriz. Yaşantımızda artık uzun uzun bekleyiş veya hızla bir yerden geçiş gibi hareketlerin olduğunu5, artık günlük hayatta ritüel ve jestlere yer olmadığını düşünebiliriz. Ritüel ve jestler geleneksel toplumlara aitler, biz bugünün geleneksel tanımının
ne olduğunu henüz bilemiyoruz ve bu yüzden ritüelin artık olmadığı günlük hayatın kendisine yoğunlaşıyoruz. Öyleyse herhangi bir eylem6 —durmak, yürümek, koşmak, susmak, konuşmak, bakmak— bedenlerimizin oldukça ayrıcalıklı bir uzantısı haline gelebilir mi?
Eylemin gücüne dair 68 öğrenci hareketlerini, Beat ve Hippi akımlarını, Gezi Direnişi’ni örnek olarak verebilir; tarihin heyecanlı kıvrımlarını açarak eylemin ve eyleyebilirliğin bir potansiyeli olduğunu ve bu potansiyelin neler doğurabileceğini tahmin bile edemeyeceğimizi iddia edebiliriz. Öyleki, eylemin sonucunun tahmin edilemezliğinin, eylemi tasarlarken farkında değilizdir. Örneğin Gezi Direnişi sırasında gerçekleştirilen Duran Adam’ın duruşu bir farkındalık yaratma isteği olarak düşünülebilir. Burada farkındalık, herhangi bir eylemin gerçekleşmesi mümkün olmayan koşullarda gerçekleştirilmesiyle yaratılmaya çalışılır. Performansın söylemi 7 eylemin kendisi üzerinden bir çabadır ve sadece durma eylemi söylemini aşmış, pek çok insan için başka söylemlere dönüşen ayrıcalıklı bir hareket halini almıştır.
Gazete okuma eylemini yeniden irdelediğimizde ve tıklandıkça reklâm gelirini arttıran internet sitelerini düşündüğümüzde basılı gazetenin çok temel bir özelliğini yakalayabiliriz: Yavaş okumaya teşvik etme, çokluk içerisinden sürekli seçme halini durdurma ya da azaltma, kağıt kokusu ve tutuşu ile başka bir duyumsama olanağı yaratma. Okumanın zamanla ve mekânla ilişkileri olarak tanımlanabilecek ve çoğaltılabilecek bu haller, algıların bedensellik sayesinde—bir siber okumaya kıyasla— daha açık olması olarak nitelendirilebilir mi?
Tüm bu sorularımıza aradığımız olası cevaplarla,
farkındalık yaratma ve algıları bedensel eylemlerle uyanık tutma olarak gazete okumanın, eylemsel anlamda yeni günlük alışkanlıkların dışındaki duruşuyla bir direniş alanı uzantısı olabileceğini düşünebiliriz. Şimdi Solfasol Gazetesi’nin içeriğinin üretilmesi, üretimin gazeteye dönüşmesi, gazetenin katlanması ve postalanması, pek çok gazetenin kente güvercin dışkıları gibi dağıtılması8 haricinde sadece ve sadece gazete okuma eylemini düşünelim. Belki de gazete okuma eylemini sürdürmek ve bunu sürdürmek için yeni üretim biçimleri tasarlamak salt nostaljik bir serzeniş değildir, direnişin ta kendisidir.
Yorumlar (0)