1994’ten 2017’ye kadar başımıza gelenlere baktığımızda yitirdiklerimizin ve yerlerine peyda olanların eşleşen listesi çıkar karşımıza. Son 23 yılda elden gidenin AOÇ, yerine gelenin Ankapark ucubesi olduğunu; gidenin hukuk devleti, gelenin Kaçaksayar olduğunu; gidenin ODTÜ ormanı, gelenin sekiz şeritli yol olduğunu; elden gidenin Ankara’nın vadileri, yükselenin onlarca katlı kuleler olduğunu; gidenin parsel parsel Ankara, gelenin fütursuzca dağıtılan rant olduğunu; yok sayılanın kamu yararı, insan hakları, yitip gidenin insanların yaşamı olduğunu; yükselenin duyarsızlık, adaletsizlik, zulüm ve hoyratlık olduğunu hep birlikte yaşadık, gördük. Gökçek’in, uyduruk bir çaydanlıkla başlayan, on milyonlarca dolarlık gayrimenkul projelerine uzanan yolculuğu boyunca tarzı hiç değişmedi.
Bugün kentlerimizin belası, düşük gelirlilerin ellerinden evlerini almanın resmi yolu olan “kentsel dönüşüm” uygulamalarının atası 2005’te Kuzey Ankara Projesi için çıkarılan bir yasa olarak dikildi karşımıza. Sonrası bütün ülke için çorap söküğü gibi geldi. Mimarların, rant temelli parsel bazlı dönüşüme karşı, kamu yararı temelli büyük ölçekli plan ve projelere özlemle dile getirdiği “kentsel dönüşüm” talebinin Gökçek gibi birinin elinde nasıl bir kabusa dönüşebileceğini Dikmen’de, Mamak’ta, Kuzey Ankara’da yaşayarak gördük. Bu büyük kötülük, bugün kentleri ve yaşamları yıkıma uğratan kentsel dönüşüm illeti tüm ülkeye, kanser gibi, Ankara’dan yayıldı.
Küçük ve orta ölçekli Anadolu kentlerinin bir çoğu Gökçek menşeli alt-üst geçitlere, kavşaklara ve otoban ölçekli kent içi yol uygulamalarına bizzat Ankara’dan görevli müteahitlerce maruz bırakıldılar.
3 Kasım 2003’te metro çarşısını ihya etmek için Kızılay meydanını yaya trafiğine kapatma kararına ve yaya geçitlerini beton bariyerlerle kapatma uygulamasına karşı üç günde 35.000 imza toplayan meslek odalarına karşı bulabildiği tek çözüm uydurulmuş bir referandum oldu. Ankaralıları Ankaralılarla karşı karşıya getirmeyi ve Belediyenin yardımına muhtaç Ankaralıları sığ siyaseti için hoyratça kullanmayı ilk olarak bu uyduruk referandumla öğrendi. Sonraları da çokça kullandı.
Gökçek’in elimizden aldıkları parsel parsel kent parçalarından ibaret değil, ne yazık ki. 23 yılda çok daha fazlasını yitirdik.. Birlikte bir şehir olmayı yitirdik, en başta. Saldırı altında kendimizin, kendimize benzeyenlerin derdine düşüp kentte bize benzemeyenlerle, ya da bir sebeple uzak düştüklerimizle insan onuru temelinde dayanışmayı yitirdik.
Bu kentte 23 Haziran 2012 günü, 37 yaşındaki sıva ustası Kadir Sevim’in sabah işine giderken çöken kaldırımla birlikte kaybolan bedeni 16,5 saat sonra 3 km ileride, Kızılay’dan çıktığında yer yerinden oynamadı.
14 Nisan 2016’da İmrahor’da evlerinin yakınında oyun oynayan, 8 yaşındaki Serdar Kandemir içine düştüğü yağmur kanalında kaybolup, cansız bedeni 10 gün
sonra 25 km ötede, kentin öte ucundan, Etimesgut’tan çıktığında bu kentin altını üstüne getirmedik.
Kentsel dönüşüm bahanesiyle evinden, evinin bahçesindeki çınar ağacından, eline doğan köpeğinden koparılan Bayram dede, on yıl beklediği yeni evine kavuşamadan, Dikmen’in arka mahallelerinden birinde, bir apartmanın ikinci bodrum katında, penceresiz tek göz bir odada öldüğünde bizim de bir tarafımız öldü. Altı ölüm, üstü zulüm oldu şehrimizin. Ölen öldüğüyle kaldı, olan bir yandan da bize oldu, insanlığımız elimizden gitti.
1994’ten bugüne Gökçek Ankara’yı ve kentsel siyaseti, içindeki bizlerle birlikte ayağımıza bağlanmış bir taş gibi aşağı doğru çekti. Ve Gökçek tam da bu noktada, “23 yılda geldiğimiz yerden daha aşağısı yok” diye düşündüğümüz bir anda gitti, gitmek zorunda bırakıldı. Gökçek’in bizi getirip batırdığı siyaset bataklığınca yutulduğunu gördük, bundan on gün önce. Geçtiğimiz yıllar içinde AKP siyasetinin bilezaman zaman içine sindirmekte zorlandığı Gökçek’in aynı siyasetçe sindirilip atıldığını ve üzerine sifonun çekildiğini gördük. Gıkını bile çıkaramadı. Çıkaramazdı da... Zira kendisini hedefe oturtan siyaseti yönetenlerin neler yapabileceklerini ondan daha iyi bilen yoktu.
Kimilerinin, Gökçek’ten kurtulmanın dayanılmaz hafifliğine kapılıp sevinçle karşıladıkları bu olay ne yazık ki, iki nedenle hiçbirimiz için iyi haber değil.
Birincisi, işlediği kent suçları ve kamu yararına karşı uygulamaları sebebiyle demokratik yollarla hesap vermesinin önü bu yolla kapatılmış oldu. Gökçek’i biz göndermeliydik. Ankaralılar göndermeliydi. Emir demiri kesti ve hesap sorma hakkımız bir gecede elimizden alındı. Bunu yapamamış olmak bizim için hep bir eksiklik olarak kalacak.
İkincisi ise, sadece bizim için değil ülkenin kalanı için de kötü haber. Gökçek’in tam da kendisine yakışan bir şekilde gönderilmiş olması, Gökçek tarzı siyasetin tüm ülkeye hakim olduğunun göstergesidir. AKP siyaseti yıllar içinde tam da Gökçek’in uyguladığı, istediği, özlediği seviyeye indiği için ilk giden Gökçek oldu. Gökçek tarzı siyaset artık Türkiye siyasetinin marjinali değil normali haline geldi. Gökçek artık her yerde.
Haziran 2015’ten bu yana yerel yönetimlerin üstündeki yıkıcı baskının, HDP’li ve DBP’li belediyeler için kayyum ve hapis olarak ortaya çıkan uygulamanın AKP’li belediyelerde tehdit yoluyla istifaya zorlama olarak gerçekleştiğini gördük. Pratikte farklı gibi görünse ve öyle gösterilmeye çalışılsa da Ankara’ya da Diyarbakır’a atandığı gibi kayyum atandığını söylemeyelim mi? Açık ki tek fark, görevden alınan Gültan Kışanak haksız yere tutuklanmasına ve hapsedilmesine karşın, Gökçek’in istifası karşılığı yargılanmaktan kurtarılarak ayrıcalık tanınmış olması. Gökçek gidişiyle, siyasette onun bizi getirdiği yerden daha alt kotların da olduğunu gösterdi. Çok daha karanlık, izbe, havasız. İşte bu sebeple giden Gökçek olsa da gelenin bir dikta rejiminin ayak sesleri olduğunu görmezden gelmemeliyiz. Elbette Gökçek için değil, ama kendimiz için üzülmeliyiz.
Üzerimize doğru gelenle baş edebilmek için ise, tek tek her birimizin ve birlikte hepimizin olan için, kamu yararı için heykeldeki su perileri gibi bir arada durmaktan ve hepimizin hakları için birlikte mücadele etmekten başka yol yok. 1924’ten bu yana Kızılay'dan başlayarak Ankara’nın dört bir yanını gezen, Gökçek döneminde yerini uyduruk bir çaydanlığa kaptıran ve bir süredir Cer Modern’in bahçesinde yeni yerini bekler gibi duran, Ankara gibi, başına gelmedik kalmayan Su Perileri’nin ahına kulak verip, sırf başımıza geleni unutmamak için Su Perileri’ni Kızılay’ın göbeğine, Ankara'daki ilk yerine, getirip dikmek için çalışmalıyız. Çünkü, bugünden geriye doğru baktığımızda öyle görünüyor ki, her şey o gün, Su Perileri’nin yerine uyduruk bir çaydanlık peyda olduğu gün başladı.
Yorumlar (0)