Uğur Kavas’ın kitabı daha doğrusu fotoğraf albümü, bu adı taşıyor. Gözümüz ışığı ve kırıldığında içindeki renkleri (altı veya yedi farklı rengi) görebiliyor. Ancak doğadaki bütün ışıklar, bizim görebildiklerimizden ibaret değil. Kızılötesi ve morötesi gibi başka ışıklar da var ve gözümüz bunları ayırt edemiyor. Ancak bunları gören makineler, aletler var ve bunları gören fotoğraf makineleri de var. Kitap, Uğur Kavas’ın kullandığı kızılötesi ışınları kaydeden bir kamera ile çekilmiş 51 fotoğrafın, siyah-beyaz baskısından oluşan bir albüm.
Fotoğraflar, Kavas’ın 2014’de Cermodern’de açtığı bir sergini fotoğrafları ve gerçekte, sergiye eşlik etmesi düşünülen bir kataloğun, geç de olsa, ayrı bir kitap olarak yayınlanmış hali. Kitapta Kavas’ın bir önsözü veOzan Sağdıç’ın yazdığı bir giriş yazısı var. Sağdıç, bu fotoğraf tekniğinin gelişmesini ve özelliklerini anlatıyor bu yazıda.
Kızılötesi ışığa duyarlı film ve kamera ile çekilen fotoğrafların özelliği, Sağdıç’ın da söylediği gibi, bu fotoğraflarda “...kimi renk tonları yok ediliyor. Gökler kararıyor ve yeşillikler bembeyaz oluyor. Özellikle yeşilliği bol kırsal, orman, park gibi alanlar karlı bir manzara görünümü kazanıyor.” Böylece diyor Sağdıç, “konuyu bir kez daha doğanın doğallıktan uzaklaşma olanağı şeklinde görmekteyiz artık, soyutlamaya doğru atılmış bir adım daha...”
Fotoğraflar genellikle Ulus civarındaki tarihsel yapıları/ anıtları ve Ankara’nın çeşitli yerlerindeki parkları kapsıyor. Bu “görünmeyen ışıkta” çekilmiş Ankara resimleri, Ankara hakkında farklı bir duygu uyandırıyor. Bilmediğiniz bir Ankara’ya, tanımadığınız bir kente bakar gibi oluyorsunuz. Fotoğraflar sizde, tuhaf bir rüya görüyor olduğunuz izlenimini uyandırıyor.
Çok tuhaf bir şey olmuş, günün birinde Ankara’ya olağanüstü çok kar yağmış ve sokaklarda, meydanlarda, parklarda hiç kimse kalmamış. Aslında hava açık ve parlak, ama hiçbir yerde in-cin yok. Büyük bir ıssızlık var. Hatta duyumsuyorsunuz ki, büyük bir sessizlik var. Kar bütün sesleri bastırmış. İnsan da yok ortada. Zaten genellikle parklardan çekilmiş fotoğraflar olduğu için otomobil vb gibi taşıt araçlarının hiç biri yok. Aslında, genellikle makineler yok. Ayrıca pek fazla bina da yok. Her yer, sadece kar altındaki dallarıyla, çeşitli türlerdeki ağaçlarla dolu.
Sağdıç, giriş yazısında, kızılötesi fotoğrafçılık teknolojisinin gelişimini anlatırken, bir aşamada “... ancak durağan konularda ve nerdeyse üçayaksız çekim yapılamıyordu” diyor. Ancak sonra teknoloji gelişmiş. Bununla birlikte, Kavas’ın fotoğraflarında yakın planda hiç insan olmaması, olanların da çok uzakta ve sanki hareketsizmiş gibi durması, bu fotoğraflara, tam bir “uyuyan güzel” dünyası, bir masal kenti havası veriyor. Karlar altında sessiz ve nerdeyse insansız bir kent.
Issız ve insansız bir kent denilince biraz ürkütücü gibi geliyor, ama fotoğraflardan yansıyan Ankara, hiç de öyle değil.
Bu tanım, aslında Ankara’ya yakışır. Ankara’yla ilgili “kimlik” tartışmalarında hep ön plana çıkan, kentin o soğuk, uzak, insansız ve masalsı denebilecek kadar monokromatik imgesi (buna daha çok “gri” diyorlar ama bunu atlayalım şimdilik). Bu fotoğraflar, tam olarak, dışarıdan bakanların söylediği gibi bir Ankara anlatıyor. Issız ve insansız bir kent denilince biraz ürkütücü gibi geliyor, ama fotoğraflardan yansıyan Ankara, hiç de öyle değil. O kadar güzel ki, bembeyaz kar yığınları, ağacın, dalın, yaprağın formunu en ince ayrıntılarına kadar almış ve parlak bir ışık yansıtıyor. Bu yerlerin (zaten park olduklarını biliyorsunuz) insan eliyle yapılmış olduğu belli. Ancak kalabalık değil.
Her yer çok sakin ve tenha. Bir masal ülkesinin, kar altındaki yolları gibi. Prensesin eline o çıkrığın iğnesi batmış ve o anda bütün kent olanca güzelliğiyle, bembeyaz tertemizliği ile uykuya dalmış. Bağıran- çağıran yok. Otomobil homurtusu ve trafik gürültüsü kar altında boğulmuş. Belki bu masal Ankara’sında hiç olmamış da olabilir? Sakin akan sular ve fıskiyeler var. Arada, arkalarda birkaç kule, ev gibi yapılar da görüyorsunuz, ama onlar da sakin ve zararsız duruyorlar. Üstünüze basmıyorlar.
Bu kitabı gördükten sonra, anladım ki, eğer Ankara için bir ütopya olacaksa, umudumuz kızılötesi ışıklarda...
Yorumlar (0)