Şehirlerarası yollarda bir otobüs camından seyrederken çevreyi tarifi zor bir duygu kaplardı içimi çocukluk dönemlerimde. Hele ki bir de akşamüstü maviliği kuşatmışsa küçük kasabaları, sokak lambalarının cılız ışığında yaşam belirtisi göstermeyen ıssız bir sokağı, ışıkları sönük bir evi gördüğümde hissettiğim boşluğu tarif etmek hala güç. Hiçbir yerde olmak, kimsesiz, belirsiz olmakla ilgili garip hissiyatlar.
Kendini “bir yere” ait hissetmek, kendini “evinde” hissetmek ihtiyacı, “...insanın kalbi ve ruhuyla gerçekten ait olduğu tek yer(*)...”i arayışı belki de tüm yaşamımız boyunca bilinçli bilinçsiz peşinden koştuğumuz, eksikliğini duyduğumuz şeylerin özetidir.
Ortak bir düş kurmak ve bu düşe inananlarla bir yola çıkmak, ihtiyacını duyduğumuz evi bir süreliğine sunmuş yahut sunduğunu sanmışızdır pekçoğumuz. Bu ortak düşün düşüşüyle, içimizdeki o ev-yuva arayışı da eskisinden çok daha güçlü ve hüzünlü beliriverir yeniden. Çünkü artık evimizi nerede arayacağımız sorusuna verilebilecek bir yanıtımız da mevcut değildir.
İşte Theo Angelopoulosbu sürecin; inancın, yenilginin, arayışın ve hüznün bana göre en güzel, en içli anlatıcısı olmasının yanı sıra, filmlerini alt metinlerinden habersiz olarak izlediğim ilk günden bu güne, beni sarıp sarmalayan ve hüsnü kuruntum ve belki cüretim olma olasılığını da kabul ederek hissettiğim yakınlık ve duygudaşlık nedeniyle, ölümünün 3.yılında bir kez daha anmak ve anlatmak istediğim bir güzel insan.
İlk filmi Tatbikat’tan son filmi Zamanın Tozu’na kadar her filminin bir diğerinin önsözü olduğu gibi hiçbirinin de bir son sözü olmadığını söyleyen Angelopoulos, hikayesini; Yunan Mitolojisi’nin kahramanlarından yola çıkarak tarihin kahramanlarına ve yeniklerine, kimsesiz kalmış kendi kuşağına, belki tüm bunların hepsi ve sonucu olan yersiz, yurtsuz, hayalsiz kalmış günümüz insanına yaktığı sonsuz ağıtı üzerinden anlatır.
Hemen her filminde yer eden baba figürü, düğün sahneleri, müzisyenler ve sarı yağmurluklu adamlarla, sinemasının karakteristik özellikleri diyebileceğimiz; sekans çekimi, film içinde film tutkusu, zaman içinde sıçramalar, Kitara’ya Yolculuk ile başlayıp son filmine kadar O’na eşlik eden Eleni Karaindrou’nun eşsiz müzikleri ve tüm bunların ayrılmaz parçası puslu manzaraları ile Angelopoulos sineması görsel bir şölen ve yoğun bir hüzün içerir.
Gerçek bir olaydan yola çıkarak bir cinayet öyküsünü anlattığı ilk filmi Tatbikat(1970), 1962 yılında Almanya’ya başlayan işçi göçü yanı sıra, durulmayan siyasi çatışmalar sonucuya sürgün edilen ya da cezaevinde olan muhalifler nedeniyle pek çok anlamda ıssızlaşan ülkesine yaktığı ilk ağıttır.
Tatbikat için Angelopoulos: “Benim için Tatbikat daha sonra geliştirdiğim bütün temaları içerir. Bence insan hep tekrar tekrar aynı filmi yapar(*) ” der.
Yunanistan’ın çalkantılı ve sancılı yakın dönem siyasal ve toplumsal tarihini anlattığı, yanı sıra iktidar kavramını eleştirdiği ilk üçlemesi; 36
Günleri(1972), Gezgin Oyuncular(1974/1975) ve O Megalexandros(1980) filmlerinden oluşan tarih üçlemesidir.
Başka bir dünya hayali kuran ve bu hayal uğruna mücadele edenlerin yenilgileri ve ideallerin çöküşü ile yaşadığı hayal kırıklığının en belirleyici öğe olduğu ikinci dönem filmlerini “Kitara’ya Yolculuk(1984-Tarihin Suskunluğu), Arıcı(1986-Sevginin Suskunluğu), Sisli Manzara(1988-Tanrı’nın Suskunluğu)” Sessizlik Üçlemesi diye adlandırır.
Sessizlik Üçlemesinin son filmi Sisli Manzara’da küçük çocuk ablasına “Sınırların anlamı
nedir?” diye sorar. Sonraki üç filminde bu soruya bir yanıt bulmaya çalıştığını söyleyen Angelopoulos, Leyleğin Adımı’nın(1991) ülkeleri ve insanları ayıran sınırları, Ulysses’inBakışı’nın(1995) insan vizyonunun sınırlarını ve Sonsuzluk ve Bir Gün’ün(1998) ise hayat ve ölüm arasındaki sınırı tartıştığını söyler.
Son üçlemesinin ilk filmi Ağlayan Çayır(2004), 1919 yılından 2. Dünya Savaşı’na kadarolan dönemi anlatırken, son filmi Zamanın Tozu’nda(2009) geçmişin yenik kahramanları ile günümüzün umutsuz, ütopyasız kalmış kuşağını bir araya getirir.
Zamanın Tozu “ Hiçbir şey sona ermedi, ermez” sözleri ile başlar. Filmin sonunda geçmişin hüznü ile bugünün umutsuzluğu el eledir. Yüzyılın sonunda bu bir umuda mı işaret eder bilemiyorum.
Angelopoulos’un belki de kalbi ve ruhuyla ait olduğu tek yer sineması, hüzünlü öyküleriydi. Ve dramatik bir biçimde de olsa, bitiremediği Öteki Deniz adlı sonfilminin setinde, kendi öyküsünün içinde veda etti hayata.(24 Ocak 2012)
Kitara’ya Yolculuk filmi üzerine yapılan bir söyleşide“Filminize yüklediğiniz duyguları dile dökmeniz için bir şiir yazmanız gerekse hangisini seçerdiniz?(*)”sorusuna“Seferis’in Nehir Kıyısındaki Adam’ı (*)”diye yanıt verir ThedorosAngelopoulos.
Bu şiir vesilesiyle tanıştığım Seferis’in yukarıdaki dizeleri de bana Angelopoulos’u hatırlatır.
Yanılgısının ve gerçekliğin ağırlığıyla istese de, öyle yaşamayı değiştirmeyi, tarihin hüzünlü anlatıcısı olmaktan vazgeç(e)meyen, arayışı, dolayısıyla umudu terk etmeyen Angelopoulos’a, ütopyalarımızı kaybetmememiz dileğiyle ve kendisözleriyle veda ediyorum; “Ben zamanımızın karışıklığından çıkma yolları bulabilmemiz konusunda aynı derecede karamsar ve iyimserim. Ama insanların yeniden hayal kurmayı öğrenmelerini yürekten diliyorum. Hiçbir şey hayallerimiz kadar gerçek değildir!(*)”
* Dan Fainaru,TheoAngelopoulos,Agora Kitaplığı
Not: Tarih üçlemesine kimi eleştirmenlerce Avcılar(1977) filmi de dahil edilmektedir.
Yorumlar (0)