Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

İçimdeki Uzağa Yolculuk*

Daha önceki sayılarda Şentepe’deki kentsel dönüşüm üzerine fotoğraf ve yazılarım yayımlanmıştı. Üç yıldır o bölgede fotoğraflar çekiyorum. Yok yok!.. Bu sefer de kentsel dönüşümden bahsetmeyeceğim sizlere, “Görmemişin bir projesi olmuş” dedirtmeyeceğim.

 İçimdeki Uzağa Yolculuk*

Her ne kadar bu bölgedeki fotoğraf macerama bir proje olarak başlamış olsam da beni oraya çeken başka bir şey(ler) var. Kimi günler insanların yaşadıkları zorlukları ve yaşam şartlarını görüp kendimden utansam da oradan ayrılırken şu sorular tuhaf bir şekilde kafamda dönüp durur: “Beni bu mahallelerde fotoğraf çekmeye iten şey nedir? Buralarda daha mı huzurluyum? Buralar beni mutlu mu ediyor? Buralarda zaman geçirmenin nesi iyi geliyor bana?" Kendimce cevaplar bulmaya çalışırım (çalışırdım) ve bulduğum cevaplar beni bir türlü tatmin etmez (etmezdi).

Günlerdir çocuklar kadar büyüklerin de (kendimden biliyorum) beklediği kar yağıp okulları tatil ettirince, sabah o tipide büyük bir heyecanla Şentepe yollarına düştüm. Zar zor da olsa, hatta bir ara sağa sola
kayan arabaların arasında “sanırım bu yokuşu çıkamayacak otobüs” endişesine kapılsam da Şentepe’ye ulaştım. Bıçakla kesilmiş bir hat gibi apartmanların hemen ardından başlayan gecekonduların arasına dalmak rahatlatıyor beni.

İlk girdiğim sokakta sonu görünmeyen merdivenler ve onun hemen karşısında kuru bir ağaca bağlanmış bir at dikkatimi çekti. Hemen hemen bir saatimi o atın çevresinde, yakınlarında geçirdim. Bir yandan fotoğraf çekerken bir yandan da bu atın yağan karın altında neden tutulduğunu anlamaya çalıştım. Bunun cevabı sanırım hayatın buradaki kurgusunda aranmalı.

Şentepe’de yaklaşık üç saat zaman geçirdim.
Aaa!.. Bu ağaçlıklı yol köyümün sokaklarını ne kadar da andırıyor.

Telefon direğine çemberden pota yapan çocuk... Birlikte yapmamış mıydık biz onu?

Hey gençler! Siz benim toy hallerime ne kadar da benziyorsunuz!

Tavuklarını koynuna basıp öpen, çayı gibi gülümsemesi de sıcacık Kamile Teyze... Biliyor musun? Bizim de tam 150 tane tavuğumuz vardı ve ben hiç sevmezdim yumurta yemeyi.

Güvercin besleyen Metin... Küçücük kümesimde beslediğim güvercinlerime ne kadar da benziyor güvercinleriniz. Üstelik oğlunla aynı yaştaydım.

Kendisi de zorlukla geçimini sağladığı halde “bir hayır duası alsam yeter” diyerek, traktörüyle sağdan soldan topladığı tahta ve odun parçalarını Irak göçmeni komşularına veren Hasan Amca... Yoksa komşumuz muydun sen bizim?

Kapısına kartopu atarak arkadaşını çağıran çocuk... Acaba ben de yapmış mıydım bunu bir zamanlar?

Halamın lahana sarması (ben lahana sarmasından iğrenirdim) verdiği yoksul komşu çocuğunun sarmaları birer ikişer ağzına tıkıştırmasıyla, beni ilk kez orada çarpan, ey yoksulluk!.. Daha da mı arttın sen?

Kartopu oynayan, naylon poşetlerle kayan mahalleli çocuklar... Ne de çabuk aranıza alıverdiniz beni.

Kendisi de Solfasol tayfasından olan Şebnem, fotoğrafları görüp de şu satırları paylaşmasa ne ben bu yazıyı yazabilirdim, ne de kafamdaki soruların cevabını bulabilirdim.

“İçimdeki uzağa yolculuk olsun bu yazının başlığı. Issız bir çocukluktur kış. Kimden kaldığı bilinmeyen kolsuz bebek, belki de kırık tekerli kamyon. Çok güzel, bir o kadarsa eksik. Belki devamını gazeteye yazarsınız... İçimizdeki uzaklar yakın olur.”

*Teşekkürler A. Şebnem Soysal

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış