Orman yangınlarıyla mücadele etmek yerine, yangın söndürme filosunu tasfiye eden bir anlayış, iklim krizini derinleştirmektedir. Sermaye sınıfı, doğal varlıkların talanı üzerinden servet biriktirirken, halkın geleceği yok edilmektedir. Orman yangınları, yalnızca ağaçların yanması değil, ekosistemin, canlıların yaşam alanlarının ve toplumun ortak hafızasının da yok olmasıdır.
Doğanın talan edilmesinin önünü açan iklim yasası ve kamu varlıklarının satışa sunulması, sistemin gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Halkın geleceği, canlı yaşamı ve ekolojik denge, bir avuç sermaye sahibinin kâr hırsına kurban ediliyor. Bu yasa, yalnızca iklimi değil, aynı zamanda emeği, hakları ve yaşamı savunan herkesin mücadelesini hedef alıyor. Doğayı talan eden bu anlayışa karşı durmak, hepimizin ortak görevi!
İklim Politikası Değil, Sermaye Politikası
Meclisten geçen ve iklimi korumayan yasalar, ekolojik yıkımı hızlandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Var olan ormanları koruyamayan, yangınlara müdahale edemeyen bir sistem, yeni yasalarla hedeflediği şey bellidir: Enerji tekellerine, inşaat şirketlerine ve tarım arazilerini talan eden büyük sermayeye yeni ayrıcalıklar sunmak. İklim krizine karşı önlem almak yerine, şirketlerin kârını garanti altına alan düzenlemeler yapılıyor.
Anadolu toprakları, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış, insanlık tarihinin en değerli hazinelerini barındıran eşsiz bir coğrafyadır. Ne var ki, son yıllarda yürütülen kontrolsüz madencilik faaliyetleri, bu kadim kültürün köklerini tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Tarihî kalıntılar, antik yerleşimler ve doğal miras alanları, kâr hırsı uğruna geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip edilmektedir.
Toprağın altından çıkarılan madenler geçici kazanç sağlasa da, yok edilen kültürel değerler asla geri getirilemez. Anadolu’nun binlerce yıllık birikimi, gelecek nesillere aktarılması gereken bir emanettir. Bu nedenle, madencilik projelerinin planlanmasında arkeolojik, ekolojik ve toplumsal değerler mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, bir ülkenin gerçek zenginliği, toprağın altındaki cevherlerde değil, üzerinde yeşeren tarihinde ve kültüründedir.
THK’nın Tasfiyesi: Kamusal Hizmetin Çöküşü
THK’nın yangın söndürme uçaklarını satışa çıkarması, kamusal hizmetlerin nasıl çürütüldüğünün somut örneğidir. Kurumun kayyum eliyle yönetilmesi, devletin toplumsal faydayı değil, siyasi-ekonomik çevrelerin çıkarlarını öncelediğini gösterir. Yangınla mücadelede zaten yetersiz olan araçların satılması, devletin doğal afetlere karşı halkı koruma sorumluluğundan vazgeçtiği anlamına gelmektedir.
Bu süreçte halk, iktidarın doğayı ve yaşam alanlarını sermayeye peşkeş çekmesine karşı mücadele etmelidir. Orman yangınlarına karşı gönüllü itfaiyecilerin, köylülerin ve ekoloji örgütlerinin direnişi, devletin ihmalkârlığına karşı bir umut ışığıdır. İklim adaleti, ancak sermayenin değil, emekçilerin ve doğanın çıkarlarını savunan bir toplumsal hareketle sağlanabilir.
İktidarın çıkardığı yasalar ve THK’nın uçaklarını satması, doğanın ve kamusal varlıkların nasıl sermayenin insafına bırakıldığını göstermektedir. Ancak halkın örgütlü mücadelesi, bu talana karşı en güçlü silahtır. İklim krizine karşı gerçek çözümün, ekolojik yıkımı durdurmak ve kamu yararını gözeten, eşit, sürdürülebilir ve adil bir yönetim anlayışının acilen hayata geçirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmaktadır.
Yorumlar (0)