Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kalanlara Işık Olanlar

Kültürün hızla değişmesi, bilginin niteliğini değiştiriyor. Önceleri herhangi bir şey için “bilmiyorum” demek utanç kaynağıydı, sessizce gider eve ansiklopedi, sözlük karıştırır hatta abla, abi, teyze, amca sorardık. Şimdi “bilmiyorum” demek bir özgüven meselesi haline dönüştü; internetin, Tanrı Google’ın varlığına rağmen... Google’a dahi soru sormak için anahtar sözcüklere ihtiyacımız vardır, pek çoğumuzun yitirdiği de bu anahtar sözcükler oldu, sanırım, son süratte... Soru sorabilmek için asgari bilgi gereklidir, ne de olsa... Ondandır ki rol modelleri kaybolan kuşaklar için sıklıkla anmalı, hatırlamalı kişileri, olayları... Ocak ayı ne yazık ki politik cinayetlerle Hrant Dink, Onat Kutlar, Metin Göktepe, Uğur Mumcu gibi birçok değerimizin aramızdan koparıldığı bir ay. Merak edenlere Solfasol'un 2015 Ocak sayısına bakmalarını öneririm.

Kalanlara Işık Olanlar

Didem Madak’ın “Ahlar Ağacı”nda söylediği dizeleri hatırlattı Gülriz Sururi’nin gidişi...

"Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta.”

Öyle sessiz, öyle sade ayrıldı aramızdan. Kimi tabii ki biliyor Gülriz Sururi’yi, kimi için sadece “aa bu şey değil miydi, şey, A la luna Teyze” (ki o programın konukları arasında Aziz Nesin vardır, bilen bilir), kimileri içinse o bile değil... Toplumsal hafıza da genetik kodla işlenseydi keşke... O zaman her şey farklı olabilir, yaşanan pek çok şey ders niteliği taşıyabilirdi. Ama maalesef öyle olmuyor.

Ankara için söyleyebilirim ki, önceleri bir sokak kültürü vardı ve orada öğrenirdi pek çok genç kimlerin, nelerin hafıza taşları olduğunu. Şimdilerde bu tam bir kara delik... Bu kara deliği şöyle özetleyebiliriz: 90’larda Ankara’da doğup büyüyenler için Ankara Melih Gökçek’le bir bütündü, ta ki geçen seneye kadar. Öncesini yaşayanlar için bile hayal meyal hatırlanan Karayalçın’ı şimdi kim, ne kadar hatırlar? Z Kuşağının derdine ise diyecek yok... Bir dönem Demirel için söylenen başa geldi, sadece onu bilin...

Kültürün hızla değişmesi, bilginin de niteliğini değiştiriyor. Önceleri herhangi bir şey için “Bilmiyorum” demek utanç kaynağıydı, sessizce gider eve ansiklopedi, sözlük karıştırır hatta abla, abi, teyze, amca sorardık. Şimdi “Bilmiyorum” demek bir özgüven meselesi haline dönüştü; internetin, Tanrı Google’ın varlığına rağmen... Google’a dahi soru sormak için anahtar sözcüklere ihtiyacımız vardır, pek çoğumuzun yitirdiği de bu

Ahmet Adnan Saygun (6 Ocak 1991)

anahtar sözcükler oldu sanırım son süratte... Soru sorabilmek için asgari bilgi gereklidir ne de olsa... Ondandır ki rol modelleri kaybolan kuşaklar için sıklıkla anmalı, hatırlamalı kişileri, olayları...

Lafı uzatmadan bir dönemin hafıza taşlarından, Ocak ayında göçen aydınları, sanatçıları analım Gülriz Sururi’nin açtığı aralıktan. Biz haberini 1 Ocak günü duysak da 31 Aralık’ta sessizce gitmişti Sururi, eşi Engin Cezzar da ondan bir sene önce 28 Ocak’ta gözlerini yummuştu hayata. Kurdukları tiyatroyu bir ekole dönüştürmeyi başarmışlardı bu ikili. Bunun yanı sıra zamanında Kenan Evren cuntasının sansürlerine karşı çıkmış, ilk iş olarak TRT’den ayrılmıştı Gülriz Sururi. Sahneden atılmak istenen kadın tiyatrocuların yanında olmuş, son olarak da Afrin operasyonuna karşı “Savaşı Durdurun!” bildirisine imza atarak, direnmenin bir yaşam biçimi olduğunu göstermiştir.

Çoğumuza rakı içmeyi öğreten tonton adam Aydın Boysan (5 Ocak 2018) ise esasen mimardır ve İTÜ’de dersler vermiştir zamanında. Bir de gazetecilik yapıp pek çok da kitap yazmıştır.
Aynı gün kaybettiğimiz Yeşilçam’ın olmazsa olmazı Münir Özkul yıllarca çıkan “Münir Özkul’u kaybettik” haberlerinden olsa gerek gayet sessizce geçti gitti bu dünyadan.

“Türk Beşleri” olarak anılan ekibin içinden Cemal Reşit Rey’den sonra sanırım en çok anılan besteci ve etno-müzikologdur Ahmet Adnan Saygun
(6 Ocak 1991). En bilinen eseri “Yunus Emre Oratoryosu”dur.

Google’a “İkinci Yeni” yazınca karşımıza ikinci el araba satan bir site çıksa da İkinci Yenicilerden Cemal Süreya’yı duymayan yoktur sanırım. O da 9 Ocak 1990’da veda etmiş.

Ders kitaplarından bildiğimiz Halide Edib Adıvar (9 Ocak 1964) sadece bir edebiyatçı değildir, zamanında Mustafa Kemal ile beraber idamla yargılanan kişiler arasındadır ve milletvekili olmuştur.

Gelmiş geçmiş en büyük sarhoşlardan diye anılsa da Neyzen Tevfik (10 Ocak 1953) adı üstünde bir neyzendir, bir besteci ve hiciv ustasıdır.

Ressam Nurullah Berk (10 Ocak 1982) Türkiye’nin ilk çağdaş sanat hareketlerinden olan “d grubu”nun ressamlarındandır, grubun isim babasıdır, bir dönem de grubun sözcülüğünü yapmıştır. Geçen sene Ocak-Mart aylarında CerModern’de “d Grubu... Yeniden” sergisinde bu grubun eserleri sergilenmişti.

Türkiye sineması ile ilgilenenler “Susuz Yaz”, “Boş Beşik” ve “Ay Büyürken Uyuyamam” filmlerini duymuştur muhtemelen. İşte Necati Cumalı
(10 Ocak 2001) bunların ve daha pek çok eserin yazarıdır.

Ankara’da ve edebiyatla ilgilenenlerin bildiği biriydi sevgili Adnan Azar (10 Ocak 2014). Onu en iyi betimleyecek kelimelerden biridir naif.

Kimilerinin “Leyla ile Mecnun” dizisinden adını duyduğu Fuzûlî, 11 Ocak 1556’da göçüp gitmiş bu dünyadan. Evet, Leyla ile Mecnun dizisi adını Fuzûlî’nin mesnevisinden aldı.

Eyüboğlu soyadı aşina gelebilir zira üç kardeşin üçü de dönemin ses getiren aydınları arasındadır. Sabahattin Eyüboğlu (13 Ocak 1973) yazar, çevirmen, akademisyendir. 12 Mart Cuntasınca tutuklanmıştır. Kardeşi Mualla Eyüboğlu ilk kadın mimarlardandır ve Bedri Rahmi Eyüboğlu ise yazar, şair ve ressamdır.

O çok sevilen “tutunamayanlar” formatına uyan yazarlardan Nahit Sırrı Örik (18 Ocak 1960), öyle ki Zeki Demirkubuz, “Kıskanmak” filmini onun eserinden uyarlamıştır.

Son dönemde adı çokça geçse de Ahmet Hamdi Tanpınar’ı (24 Ocak 1962) ve “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü bir kez daha hatırlamakta fayda var.

Bir kuşağın adını Feridun Düzağaç’ın “Lavinia” şarkısıyla duymuş olan Özdemir Asaf (28 Ocak 1981) için denecek yegane şey: onu okuyunuz.

400’ün üstünde filmde rol almış, birçoğumuzun tonton amcası Nubar Terziyan (14 Ocak 1994) da Ocak ayında göçüp gidenlerden. Ayhan Işık’ın ardından yayımlattığı “Oğlum Ayhan ve Amcan: Nubar Terziyan” taziye notunun, Işık’ın ailesi tarafından kendileriyle ilişkisi olmadığını belirten bir ilanla karşılanması, Ermenilerin Türkiye’de yaşadığı ayırımcılığa acı bir örnektir.

Çocukluğum Mustafa Kemal ve Safiye Ayla (14 Ocak 1998) dedikoduları ile geçse de fasıla giden herkes muhakkak onun seslendirdiği bir parçayı duymuştur. Sesi için ne söylenebilir? Şimdi yaşasa bir Amy Winehouse olurdu herhalde.

Yavuz Turgul’un bir döneme damga vuran filmi “Eşkıya” ile adını öğrendiğimiz Kazancı Bedih (19 Ocak 2004) sıra gecelerini bir kuşağa tanıtmış, öğretmiş bir gazelhandır ve ne yazık ki eşi ile beraber sobadan sızan gazdan zehirlenerek ölmüştür.

Edebiyat öğretmeni ve yazar olan İsmet Kür (21 Ocak 2013) aynı zamanda yine yazar olan Pınar Kür’ün annesidir.

Yazar, akademisyen ve çevirmen olan Tahsin Yücel (22 Ocak 2016), Barthes, Sartre ve Camus çevirileriyle bilinir.

Lakabı “Cesaret Ana” olan aktivist Ayşe Nur Zarakolu (26 Ocak 2001) “Dünyanın 50 Cesur Kadını” arasında anılır. İHD’nin kurucularından olan Ayşe Nur Zarakolu ömrünü adadığı hak ve özgürlük mücadelesine cenazesinde de devam etti: Kadınların omzunda toprağa verilerek belki de bir ilke imza attı.

“Aa, Aşk-ı Memnu’nun kitabı çıkmış” dedi diye alaya alınan bir kuşağın Gezi’de hemen herkese direnmenin güleç yüzünü öğreten bir kuşağa dönüşmesini de hiç unutmamak gerek. Ondandır ki bu yazı karınca kararınca geçmişe ilişkin bir liste olarak kalsın isterim.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış