Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kayıp Su’yun İzinde

Adında hem kara hem deniz olan kent...

Kayıp Su’yun İzinde

Bozkırın sarısında, karın beyazında maviye özlem duymaktan kendini yemiş bitirmiş olan kent. Adına çapa (ankyra, ankura, anchor) denmesine sebep suları çoktan tarihe gömülmüş olan gri kent.
Devlet dairelerinin solgun yüzü, memurların hızlı adımları ve bugün her yerini konut basmış olan gri kent.
Sokakları, mahallelerinin isimlerinden ince ince akan hoş sularının kenarında kavaklar, kavakların üzerinde bülbüller öttüğü belli olan kent.
Nerede şimdi o mavili renklerin, cıvıltıların Ankara?
...
Ankara’nın 1940’lı yıllara ait haritasında İncesu deresi, Ankara Çayı ve Kavaklıdere kendilerine ait narin bir
yeşilin içinden giriyor kentin yeni planlanan ve yapılaşan fiziksel dokusuna. Biraz çekingen, biraz uzaktan olan bu yakınlaşma çok fazla değil yirmi yıl içinde grinin yeşil üzerindeki amansız hakimiyetiyle sonlanıyor. Bugün dereler cadde, çaylar sokak, sular yol olmuş, kentliyi belki de en güzel renklerden mahrum bırakıyor.
Kavaklıdere ise içindeki ağacın ve suyun varlığına inat, sadece bir mahal ismi bugün Ankara’da. Seymenler Parkı’nda menfeze alınmış olan ama yer yer fısıldayarak da olsa duyulabilen şırıltısıyla “Ben buradayım” diyor, Kuğulu Park’ta kendini göstererek eski yoluna devam ediyor.
Tek farkla, bugün derenin yatağı Tunus Caddesi olmuş durumda.

Evet, Kavaklıdere de 1960’lı yıllarda yer altına alınıyor, üzeri kapatılıyor ve yol yapılıyor. Bugün, 50 yıl sonra üzerine basan milyonlarca ayaktan ve araba lastiğinden sonra tam da unutulmuşken izini aramak gerek diyorum bu suyun. Yitip gitmedi çünkü Kavaklıdere, Ankara’nın diğer suları da. Gizlendiler ama yitip gitmediler.

1936, 1942 ve 1952 yıllarına ait hava fotoğraflarından izi algılanan dere 1966 yılı hava fotoğrafında yapılaşan çevresine yenik düşmüş görünüyor. Salt bir harita çakıştırma çalışmasıyla bugünkü yeri tekrar pekiştirilen nehir için ne yapmalı diye tekrar düşünüyorum.

Mavi kalem, mavi boya, mavi renk var aklımda, bir de suyun kıvrımlarını yakalama derdi. Kentin belleğinin
bir parçasını, geçmişinden bugününe nasıl getirmeli? Ayaklarımızın altındaki ezilmiş betonun da altında yatan canı nası hatırlatmalı insanlara?

Suyu Karalamak

Soru çok da basit aslında, biliyoruz Ankara’da deniz yok da, Ankara’nın dereleri nerede?

Sonuç, 30 metre mavi bir kumaş, Kennedy Caddesi ile Tunus Caddesi’nin kesişimindeki metruk binanın, içeriye kimse girmesin diye geçen sene hızlıca örülen duvarı. Biraz çivi, biraz ip bolca da çekiç. Sonunda suya ağıt olan basit birkaç malzeme.

Tunus Caddesi ve Bugün Olmayan Dere

Kentler gelişir, değişir, doğa değişir, yok olur, yeniden doğar. Dün dere olan yer bugün yol olabilir. Dün yol olan da bugün dere...
‘....
Ah sudur, ne yandan baksam sudur
Suyun imgesi sudur
Trenlerin kalktığı her yerde
Bavullar sudur
Bir gün Erzurum çalkantısı
Öbür gün bir Konya pası
Manisa’dan görünen İstanbul kıyıları
Çantası açık duran bir kadının anısı ve
Dudak boyası
Ardahanlı bir kartal
Kızılcahamamlı bir pirinç
Tülbentler, yazmalar, krepler
Hep sudur
Askerin son defa memleketine baktığı
Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı
Ah sudur
...’
Tamur, E. (2012), Suda Suretimiz Çıkıyor: Ankara Dereleri Üzerine Tarihi ve Güncel bilgiler, Kebikeç Yayınları, Ankara http://www.midafternoonmap.com/2014/01/amazing- ankara.html

ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Harita ve Plan Belgeleme Birimi

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış