Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Kürd’ün Hayaleti Peşimizi Bırakmayacak

Tolga Karaçelik’in Sarmaşık filminde Cenk karakteri tarafından suya atılarak öldürülen Kürd karakterinden söz ediyorum, evet.

Kürd’ün Hayaleti Peşimizi Bırakmayacak

Filmin o karesinden sonra, adı sorulduğunda 'Kürd' diyen gemiciyi arayıp dururlar gemide. Ve Kürd, üstünden sular damlatarak, geceleri geminin o korkunç koridorlarında kocaman ve ıslak ayak izleri bırakarak dolaşmaya başlar. Hayalet dedik ama hayaletle baş etmek dramatik teknik ve odak açısından her zaman sıkıntılıdır. Macbeth’in ünlü ziyafet sahnesinde mesela, Macbeth, kanına girdiği dostu ve silah arkadaşı Banquo’nun hayaletini görür. Shakespeare’in metninde sahnenin lezzeti, Banquo cinayetine katılmamış konukların görmediği hayaleti sadece katil Macbeth’in görmesinde saklıdır. Diğerlerinin şaşkın bakışları arasında Macbeth kanlı canlı gördüğü hayaletle konuşur, ona haykırır. Çünkü her hayalet kime görüneceğini bilir ve bu sahnenin rejisini yaparken, yönetmen bir karar vermek zorundadır; seyirciyi (üstelik hayaletlere inanmayan modern seyirciyi) Macbeth’in mi, diğer konukların mı bakış açısına yerleştireceğini, yani Banquo’nun hayaletini seyirciye göstererek onu Macbeth’in suç ortağı mı, görmeyenlerin yanına katıp Macbeth’in rahatsız vicdanının şahidi mi yapacağını seçmek durumundadır. Karaçelik seçim hakkını, seyirciyi Cenk’in suç ortağı yapmaktan yana kullanıyor. Hayalet bize de görünüyor. Hayaletler kime görüneceklerini iyi bilirler.

Biraz da sanki nihayet bütün kadınların öldürüldüğü bir distopyada hayatın neye benzeyeceğini de gösteren Sarmaşık filmi, çok sevildi. Film kuvvetli oyunculuklarının ve titiz kastının yanı sıra , öyküsünün üstüne asıldığı psikolojik yüksek gerilim hattıyla da önemsendi. Geminin bir Türkiye metaforu olduğu pek çok yerde yazılıp çizildi. Bana kalırsa da doğrudur, zira devlet, Platon’un kendinden önceki tragedya yazarlarının izini sürerek metaforlaştırdığı günden bu yana bir gemidir:“Devlet Gemisi”. Filmin hikâyesini, neredeyse, aslında devletin ülke yönetiminde filozofları neden yararsız bulduğunu anlattığı bölüm ile, Platon’dan dinleyebiliriz öyleyse : Bir filoda, ya da bir gemide şöyle bir şey düşün: Bütün gemicilerden daha güçlü kuvvetli bir kaptan var: ama kulağı iyi işitmiyor, gözü de iyi görmüyor, denizcilikten de pek o kadar anlamıyor. Gemicilere gelince, onlar da gemiyi sen daha iyi kullanırsın, ben daha iyi kullanırım diye birbirlerine girmişler, ama hiç biri kaptanlığın ne olduğunu bilmez, bu sanatı ne zaman, kimden öğrendiğini söyleyemez. Üstelik bu sanatın öğrenilecek bir yanı olmadığını, vardır diyen olursa, ağzını burnunu dağıtacağını söyleyecek kadar ileri gider. Bu gemiciler kaptanın etrafını alıyorlar, yalvarıp yakarıyorlar, dümeni bana ver diye... (...) Kaptan geminin kumandasını kime verecek olsa, ötekiler onu öldürmeye, ya da gemiden sürmeye kalkıyorlar.

Adamotuyla, içkiyle daha başka şeylerle geminin kaptanını uyuşturup gemiyi ellerine geçiriyorlar, ne var ne yok aşırıyorlar, bol bol yiyip kafaları çekiyorlar; gemiyi de böylesi gemiciler nasıl yürütürse öyle yürütüyorlar. (Devlet VI. Kitap 488 a-e)

Kuşkusuz devlet gemisi, bu metafora konu olurken iyi ya da kötü seyir halindedir. Oysa Karaçelik’in filmindeki gemi bir bakıma çoktan karaya oturmuştur. Uluslararası gemicilik kuralları gereği iskeleye yanaştırılmayan gemi, içinde gerektiği zaman gemiyi yürütebilecek kadar mürettebat bırakılarak açığa demirlenmiş ve kaçmalarına engel olmak için de mürettebatın pasaportlarına el konulmuştur. Kabaca, hiçbir yere gitmeyen bir gemi, içinden çıkmanın olanaksız olduğu demirden bir hapishaneye dönüşmüş, gemidekiler de birbirini boğazlarken, aslında neyin içinde yaşadıklarını, neyle savaşmaları gerektiğini hepten unutmuştur. Birbirlerine sardırdıkça gemideki zehirli sarmaşık büyüyecektir. İflasını açıklamış armatör, devletin iflasıdır, bütün kıyılardan kovulmuş, şimdilik belirsiz bir süre boyunca içindeki insanlarla birlikte çürümeye bırakılmıştır. (Bir zamanlar Har romanında Türkiye’yi Netamiye diye adlandıran Murat Uyurkulak’ın kalemi çınlasın)

İyi yapıt her zaman sanatçısından fazlasını “bilir”.

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış