Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Leylekler okyanusları aşıp geldi işte...


Her yıl bahar ve yaz aylarını geçirmek için çok uzak yollardan ülkemize göç eden leyleklerin kalbimde hep ayrı bir yeri vardır.

Leylekler okyanusları aşıp geldi işte...


Çocukluğuma dair en güzel anı, en güzel sestir belki de leylekler. Karşıki evin bacasına gelip de yuvalarını yapmaya koyuldular mı içim içime sığmazdı, hemen öncesinde leylekleri ilk olarak havada yakalamaya çalışır; kısacık kesilen saçlarım hemen uzasın ister, biraz da yaz tatili boyunca gezebilmeyi düşlerdim. Turuncudan kırmızıya çalan büyük gagalarıyla, uzun ve zarif bacaklarıyla, kocaman siyah beyaz kanatlarıyla ama havada, ama bacada gözükmeye başlarlardı bahar aylarında. Belki de bir telefonla onları çekme telaşına düşmediğimden, böyle şeyler henüz hayatımızda hiç olmadığından, taşıdığı bir dalın ağzından yere düşüş anını bile dün gibi hatırlıyorum. Gözümü kırpmadan bakardım. Yuva gün be gün tamamlanırdı. Kısa sürede yumurtadan çıkmaya başlayan yavrularıyla beraber yakın plandan seyretme şansı bulduğum leylek ailesi izlediğim en güzel canlı belgeseldi.

Sanırım 10’lu yaşlarıma geldiğimde biz o evden taşındık. Yeni evimizin karşısında bir yuva görmüyordum artık ama babamın leyleklerle ilgili anlattıklarına biraz daha aklım basmaya başlamıştı ve leyleklere olan hayranlığım artıyordu. Her sene dönüp dolaşıp, çok uzun yollardan gelip aynı bacaya konup yuva yapıyorlardı ve birbirine benzeyen binlercesi arasından tek eşli yaşıyorlardı. Dişi ve erkek leylekler kuluçkaya da nöbetleşe yatarak hayat nasıl adil olarak paylaşılır sessizce anlatıyorlardı belki de. Coşkulu anlarında gagalarını birbirine vurarak ses çıkardıklarına bakmayın, onlar her şeyi sessizce anlatırlar aslında; ses telleri yeterince gelişmediğinden hayatları boyunca hemen hemen hiç ses çıkaramazlar. Tüm bu sükûnet içinde genç olanlar yaşlı ve sakat olanlara yardımcı olmaya çalışır, birbirlerinin halinden en iyi şekilde anlarlar.

Bugün, yaklaşık bir leyleğin ömrü kadar uzun bir zaman diliminin sonunda, yaklaşık 30 sene sonra, Sabiha Gökçen Hava Limanı’na yakın bir yerlerde oturuyorum. Önümde piste doğru uzanan küçük bir koru var. Bu sene o korunun üzerinde bir hafta boyunca yüzlerce leylek gördüm sanıyorum. Korona virüs yüzünden havalanamayan o demir kanatlara inat, muhteşem güzellikleriyle semalarda süzüldüler, birkaç gün de koruda konakladılar. Çoğumuzun konum almadan iki adım ötesine gidemediği şu teknoloji çağında leyleklerin okyanusları aşan yolculukları, biz evlerimize hapsolmuşken onların yalnızca içlerindeki pusulayla istedikleri yerlere kanat çırpmaları beni bir kez daha büyülüyor. Çocukluğumdaki gibi içim heyecanla dolu, başım semada izliyorum onları.

Leyleklerin, Roma ve Yunan mitolojilerinde yaşlandıkları vakit ölmedikleri ve bir adaya göç edip insan şekline büründükleri anlatılır. Ben de onların her ne şekilde olursa olsun sakin bir adada çoşkuyla, sonsuza dek birbirleriyle lak lak ettiklerine inanıyorum. Çok yaşasın leylekler!

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış