Nadia Zouaoui’yu Cer Modern’de ağırladı. Nadia Zouaoui kendi yaşamından esinlenerek çektiği “Nadia’nın Yolculuğu” belgesel filminin gösterimine katıldı ve gösterim sonrası sorulan soruları yanıtladı. Organizasyonunu Kanada Büyükelçiliği ve Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneğinin yaptığı etkinliğe katılım hayli yüksekti.
Nadia’nın Yolculuğu film gösteriminin tanıtımı her ne kadar çocuk gelinler sorununa dikkat çekmek amacıyla yapılıyor şeklindeyse de, bunda Kanada devletinin bu alanda dünya ölçeğinde mücadele çalışmalarına desteğinin ve Uçan Süpürge’nin ülke çapında yürüttüğü kampanyanın etkili olduğunu düşünüyorum.
Film, Nadia’nın yıllar sonra Cezayir’de doğup büyüdüğü bölgeye gitmesi, burada yaşayan kadınlarla söyleşileri, çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği yerlerde kendi anılarına dönüşü, yani Nadia’nın bir çeşit iç yolculuğu şeklinde kurgulanmış. Nadia, Cezayir’de Berberi halkın yaşadığı Kabili bölgesi kırsalında doğmuş. Tazmalt kentine yakın bu bölgede ataerkil toplum yapısının kadınlar üzerindeki tüm baskılarını gelenek, örf, adet adı altında izleyebiliyoruz. Kadınların erkekler tarafından denetlenmesi, kadın bedeni üzerinden namus ve bekâret kavramı ile kadının eve hapsedilmesine şahit oluyor; kadınların bir nevi köleleştiği evlerinde, evin yeniden üretime dair; çocuk bakımı, ev işleri, yemek, temizlik ve benzeri tüm işlerinin ücretsiz ve karşılıksız omuzlarına yüklenen sorumluluklar olduğunu anlıyoruz. Erkekler evi geçindirme yükümlüğünde olduklarından çok değerliler. ”Onlar olmazsa aç kalırız.“ diyor yaşlıca bir kadın! Kadına yönelik şiddet o derece içselleşmiş ki, kadınlar bunu rahatlıkla ifade edebiliyorlar. Tek olumlu yan, geçmişe ait bir olgu gibi yani yaşlı kadınlarca ifade edilmesi. Ancak hala genç erkek çocuklarla yapılan söyleşilerde, kız
kardeşlerini denetleme hak ve sorumluluğu taşıdıklarını düşündüklerini, bu denetime aykırılık halinde şiddete başvurmalarının meşru sayıldığını fark etmek acı verici.
Film 10 yıl önce çekilmiş; Nadia 19 yaşında üniversitede okurken kendisini fotoğrafından beğenen, yüzünü
hiç görmediği, kendinden 20 yaş büyük ve Kanada’da yaşayan bir Cezayirli ile evlendirilmiş. Üniversitede okuyor olmasının da, ailesinin evlenmesi konusundaki kararına karşı çıkmasına yetmediği açık. Aslında Nadia’nın annesinde ya da annesinin kuşağında evlilik yaşı
12’ye kadar iniyor, ancak geçen zaman evlilik yaşının büyümesine neden olmuş.
Berberiler Afrika kökenli Müslüman bir halk, Müslümanlığı kendi örf ve adetlerine göre uyarlamışlar, Berberi kadınların başı açık ve kıyafetleri görece modern.
Nadia’nın Kanada’ya gitmesi yaşamında bir dönüm noktası olmuş; uzun yıllar boşanmaya cesaret edemese de sonunda bunu başarmış ve artık kadın haklarına dikkat çekmek için çalışıyor, kendi ifadesi ile artık bir feminist.
Gösterim sonrası soru cevap bölümünde, izleyenlerin filmde kendi yaşantılarından izler bulduğunu; yönetmenin 11 Eylül sonrası Amerika’da yaşayan Müslümanların hayatının ne yönde değiştiğine dair ve Kanada’da mültecilerin hayatlarını konu edinen filmler çekmekte olduğunu öğrendik.
Anlatmaya çalıştığım gibi Nadia’nın Yolculuğu’nu çocuk gelinlerden çok ataerkil, yoksul bir toplum üzerine fikir veren bir film gibi algıladım. Filmde Nadia, içinden çıktığı toplumla ilişkisinde çok Kanadalı kaldı; yani bir parça batının aydınlanmacı beyaz orta sınıf her bilgiyi tekelinde bulundurduğu ve doğunun geri kalmışlığı karşısında
oraya bir çeşit kurtarıcı misyonu ile yaklaşabileceği gibi negatif bir sonuca vardırma tehlikesi nedeniyle ihtiyatlı yaklaşma gereği duydum. Yönetmeni filmin dışında kalsa, yani hiç görünmese belki daha başarılı bir anlatım olabilirdi. Söyleşilerde Cezayir’de kalan, eşit ve özgür yaşamak için mücadele eden yol kat etmiş kadınların olması verilmek istenen mesaj için yeterli gibiydi. Daha doğal, daha sorunun içinden çözüm pratikleri...
Çocuk yaşta evlilikler olgusuna gelince; toplumsal cinsiyet sorunu olarak ortaya çıktığı ve sıklıkla az gelişmiş ülkelerde yoksullukla paralel olarak görüldüğüne ilişkin bulgular bu sorunla mücadele etmenin çok yönlü çalışmalar gerektirdiğini ortaya koyuyor. Bu tespite paralel olarak çocuk yaşta evliliklerle mücadelede özel ataerki kadar kapitalist ataerki hakkında da farkındalık yaratmak, her iki alanın dönüşümü için çalışmak gerektiği somut gerçeklik olarak ortada.
Tabii belgesel bir filmden bize hem sorunu, hem sorunun nedenlerini, hem de çözümü göstermesini beklemek, sinema sanatına da yönetmene de ve hatta sinemaseverlere de haksızlık olur. Nadia’nın Yolculuğu bize dünyanın ne kadar küçük, kadınlar için ataerkil ve yoksul bir ülkede yaşamanın ne kadar zor olduğunu ve deneyimlerin ne kadar tanıdık olduğunu göstermesi bakımından izlenmeye değer...
Yorumlar (0)