Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Nice Ankaralının bir anısı sıkışmıştır belki yıkıntının bir yerine... “Altındiş” Yıkıldı Gitti!

Ulus’ta, Mayıs ayında başlayıp, bir-kaç
hafta önce yıkımı tamamlanan, kare prizma biçimindeki kule, biz Ankaralılar için önemli miydi? Kule, en son Gümrük Müsteşarlığı olarak kullanılıyordu. Oldukça lineer biçimde dizilmiş 3 bina (en doğuda, biraz içeri çekilmiş kare prizma kule, ortada yatay Anafartalar Çarşısı ve Atatürk heykeline bakan meydanın bir kenarını oluşturan eski Spor Bakanlığı’nın, göbeği hafifi şişman kule daha... Şimdi sanırım, yıkılma sırası onda.

Nice Ankaralının bir anısı sıkışmıştır belki yıkıntının bir yerine... “Altındiş” Yıkıldı Gitti!

Kentin belleği, sürekli olarak yıkılan bazen yeri boş bırakılan, bazen de yerine yenisi inşa edilen yapılarla dolup-taşıyor. Bu doğal bir süreç. Kente yapılan her bina, sonsuza kadar orada varlığını sürdüremez elbet. Her şeyden önce bina eskir. Sonra, insanlar, insanların ihtiyaçları, talepleri ve beğenileri değişir; kentin o bölgesinin işlevleri, toplumsal/ kültürel tanımı değişir... Bu nedenle, kentin özellikle merkezi yerlerindeki binalar, bir süre sonra, yitip giderler. Eğer kentin belleğinde yer almayı gerektirecek kadar önemli bir yönleri varsa, kentin belleğinde, bir biçimde yaşarlar. Ya da en azından, bazı kentli hemşerilerin belleğinde yaşamaya devam ederler. Sonra, o da biter.

Mimari programı, nitelikleri tartışılabilir, ama daha çok, bu kulenin Ankara’nın Ulus gibi tarihi bir bölgesinde, Ulus İşhanları kompleksinin bir parçası olarak duruşu ve bunun anlamı, daha sonra da yıkımının anlamı üzerinde, başka tür bir tartışmaya ihtiyaç var.

Bir çizgi üzerindeki üç bina ve daha sonra meydandaki Ulus İşhanları ve ortası avlulu çarşılar ve Ulus İşhanlarını tam karşısındaki (tamamlanışı biraz daha geç olan) 100 Yıl Çarşısı, Ankara Ulus Meydanını 20. Yüzyıl’ın ilk ve ikinci yarısındaki “modernleşeme” çabalarının örnekleriydiler. Burada tartışılacak çok konu var elbette: Ulus’un “modernleştirilmesi” çabası, nasıl bir “modern” olacağı ve Ulus meydanını/ çarşılarını kullanan insanların “modern”le nasıl bir ilişki kurmak istedikleri vb. türü, çok fazla soru var. Ama bunları tartışmayalım şimdilik.

Ancak, eğer bu kenti önemseyen hemşeriler olmak istiyorsak, yukarıdan bir irade ile yapılan her müdahaleyi görmemiz ve bu konuları tartışmamız gerekiyor. Yıkılan sarı eloksal kule (“Altındiş”) belki, Ankara’nın modernini en iyi temsil eden binalardan biri değildi. Ama o yılların modernleştirme anlayışının bir ürünüydü ve söylemek istediği bir söz vardı. Beğenmediğimiz bir moderni/ modernleştirmeyi tartışmak için olsa bile, kulenin yerinde kalmasını savunanlar olabilir ve sözlerinin dinlenmesini hak ediyorlar(dı).

1966 yılında ODTÜ Öğrenci Birliği yönetim kurulundaydım. “Devrimci Grup” olarak seçilmiştik ve o yaz, Varto’da müthiş bir deprem oldu. Çok korkunç bir depremdi ve binlerce insan ölmüştü. ODTÜ öğrencilerinden bir grup arkadaş, hemen Varto’ya gitti ve dayanışma göstermeye çalıştı. Bu gruptaki bazı arkadaşlarımız, Varto’dan çok çarpıcı fotoğraflar çekmişlerdi. Büyük bir felaketi ve çaresizliği yansıtıyordu bu siyah-beyaz fotoğraflar.

Kentin belleği, sürekli olarak yıkılan bazen yeri boş bırakılan, bazen de yerine yenisi inşa edilen yapılarla dolup-taşıyor Fotoğrafları büyüttük ve en çarpıcı olanlardan,
bir Varto Depremi Sergisi hazırladık. Ancak bunun kampus içinde kalmasını istemiyorduk. Ankaralılara göstermek istiyorduk, felaketin korkunçluğunu. Ankara, ne de olsa Varto’ya oldukça uzak sayılır; bu depremin yarattığı felaketi tam olarak hissetmiş değildi sanki. Hafta sonu olup, okulda kimse kalmayınca, biraz konuştuk. Panoları yüklenip Ulus’a götürmeye karar verdik.

Solfasol neredeyse ilk sayılarından beri, daha çok Anafartalar Çarşısı ile ilgili olarak, tartışmalara zaman zaman yer veriyor. 

Orada bir yer bulacaktık. Baktık: Altındiş’in önündeki merdivenlerin, yokuşun aşağı kısmına doğru oluşturduğu küçük istinat duvarı, bu iş için çok uygun.

Burası L biçiminde bir duvardı ve iki bina arasındaki boşluk, sokak gibi bir geçiş oluşturuyordu. O yıllarda henüz Anafartalar İşhanı’nın spiral yangın merdivenleri yapılmamıştı. L duvarın kısa ucu, cadde üzerindeydi, uzun kenarı ise, içeriye doğru uzanıyordu. Önünden, her dakika yüzlerce insanın geçtiği bir yerdi. Bulvar üzerindeki kısa duvara, serginin ODTÜ adını ve Varto Depremi Fotoğraf Sergisi başlığını

içeren tanıtım panosunu astık. Uzun duvara da en çarpıcı 10-12 kadar, çok büyük ölçekli fotoğrafları astık. Bunun için ne kimseden izin almıştık, ne de sergiyi düzenlerken her hangi bir müdahale oldu. Öğrenciler olarak, düşündük, yaptık ve oldu.

İlk andan itibaren, sergi büyük bir ilgi gördü. Sergiyi, Ulus’taki Ankaralılara götürmekle çok iyi bir iş yapmış olduğumuzu anladık. Depremin yarattığı felaket ve yıkım, çok daha iyi ve yakından hissedilir hale gelmişti. Sergi, Ankaralıların da depremi ve Varto’daki durumu anlamalarını sağlıyordu. Pek fazla yazı yoktu. Fotoğraflar her şeyi söylüyordu zaten. Akşama kadar orada kaldık ve akşam, daha önce tanımadığımız birini orada bekçi olarak bırakıp, evlerimize döndük. Sergiye polisin ya da sağcı grupların saldırabileceğini düşünüyorduk, ama hiçbir şey olmadı. Sadece ilgi gördü.

Ancak biz ayrıldıktan biraz sonra, bıraktığımız bekçi, telefon etti ve polisin geldiğini söyledi. Biz tekrar Ulus’a gidene kadar, polis sergiyi toplayıp karakola götürmüştü. Bize sadece, Bakanlıktan (bina o zaman “Köy İşleri Bakanlığı” olarak kullanılıyordu sanırım) izin almadan onun duvarını kullanamayacağımızı söylediler. Büyük bir sorun olmadı.

O duvara asılmış olan fotoğraf sergisinin gördüğü vakur ve sakin kabul ve ilgi, insanların kendileri için yapılan bir sunuşa nasıl heyecanla yanıt verdiğini görmek, biz öğrenciler için çok öğretici olmuştu.

Altındiş’in önünden ne zaman geçsem, o duvardaki Varto Sergisini görmeye devam ettim, belleğimde. Altındiş’in yıkılması, benim için, bu dersi her defasında hatırlama fırsatını da yıkmış oldu. Artık sadece size aktardığım bu anı var.

Ama dediğim gibi, binalar ve bellek, zamanla yıkılır gider. Bu olabilir. Ne var ki, Ankaralıların belleğinde yer edecek başka fırsatlar oluşabilir. Bunu her zaman yapabiliriz.

Haber Akın Atauz

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış