Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıktığı söylenen covid-19 tüm dünyada gündem haline gelmişken, Türkiye kendisine geç gelmesiyle övündü. Aslında birçok insan Türkiye’ye geç gelmesiyle birlikte tüm dünyada alınan önlemleri göz önünde bulundurup, ülkenin bu durumdan daha az hasar alarak çıkmasını bekliyordu. Ancak durum hiç de öyle olmadı.
Umreden gelen kafile ile birlikte gece saat üç sularında birçok öğrenci yurtlarından atıldı. Çünkü gelen kafile, içerisinde öğrencilerin olduğu yurtlarda karantinaya alınacaktı. Elbette ki bu durum birçok öğrencinin tepkisine sebep oldu. Ancak durum öğrencilerin tepkisiyle kalmadı, gelen kafile binlerce öğrencinin para vererek yıllarca kaldığı yurtları ‘’ahır’’ olarak nitelendirdi ve karantinadan kaçma teşebbüsünde bulunarak polise tükürdü.
Coronanın ülkeye gelmesiyle birlikte eleştiriler çığ gibi büyümeye devam etti. Okulların tatil edilmesi sonrası, iş yerlerinin de kapatılması bekleniyordu. Öyle de oldu. Birçok iş yeri kapattı, ancak işçiler evlerine ücretsiz izinle yollandı veya işten atıldı. Virüsün kendilerini ekonomik olarak etkilemesinden korkan fırsatçı birçok şirketse, hiç de sağlıklı olmayan ortamlarda üretime devam kararı aldı. Bu durum AKM’de devam eden inşaatta çalışan bir işçinin covid-19 şüphesiyle hastaneye kaldırılması üzerine işçilerin iş bırakması, İzmir Akar tekstilde iki işçinin corona virüs testinin pozitif çıkması üzerine iş bırakmalarına karşı patronun sopayla saldırması ve virüs sebebiyle güvencesiz, sağlıksız ortamda çalışmaya bırakılan işçiler, Antep, Muş ve daha birçok yerde aynı durumları yaşaması üzerine artık birçok insanın da gündemine oturdu. Sosyal medyada ücretli izin hakkı ve işten atılmaların yasaklanması talebi ile kampanyalar başlatıldı. Sistemin hâlâ kendisini çalışmak zorunda bırakmasına isyan eden emekçi bir tır şoförünün video yayınlamasıyla birlikte göz altına alınması üzerine, o güne dek halkın taleplerini duymayan devletin aslında duyup görmezden geldiğini ve göz dağı olarak emekçi şoförü göz altına aldığını herkes anlamış olacak ki, taleplerle beraber göz altına tepkiler sosyal medyada çığ gibi büyüdü. Sağlık personellerinin yetersiz ekipmana sahip olduklarını söylemesi ve hatta birçok sağlıkpersonelinin virüs kapması da sürecin aslında iyi yönetilmediğinin bir göstergesi. Virüsün sağlık emekçilerinin yaşamları üzerindeki ağırlığına halk her gece saat dokuzda cama çıkıp alkışlar ve ıslıklar eşliğinde teşekkür ediyorken, sağlık emekçileri bunca teşekküre minnettar olduklarını ancak yeterli sağlık ekipmanının sağlanması gerektiğini duyurmaya çalıştılar. Ve evet, yine bir sosyal medya kampanyasıyla. Ancak durum sadece sağlık personelleri ile kalmadı. Birçok emekçi hâlâ işe gitmek durumunda...
Sağlık Bakanlığının başlattığı evde kal kampanyası ile gözler hâlâ işe gitmek durumunda kalan emekçilere, hâlâ sınırda olan mültecilere ve geçtiğimiz aylarda meydana gelen depremle hâlâ hiç de sağlıklı olmayan uygunsuz koşullarla konteynır ve çadırlarda kalan depremzedelere çevrildi. Virüsten korunmak için evde kalmak kişisel bir korunma yöntemi. Ancak devletin de sahip çıktığı evde kal kampanyası için uygun koşulların sağlanmadığı ve buna niyetin de olmadığı ortada ne yazık ki.
“Bu pandemi birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de patronların fırsatçılığının önünü açtı ve binlerce emekçi ücretsiz izinlerle, işten atılmalarla açlığa mahkûm edildi.”
Sağlık Bakanlığı her gece vaka sayısını açıklarken, yaşlıların bu virüsten en çok etkilenenler arasında olduğunu belirtti, ardından İçişleri Bakanı Soylu’nun yaptığı açıklamayla 65 yaş üstü için sokağa çıkma yasağı getirildi. Bu yasak sonrası birçok trolün sokakta gördükleri yaşlı insanların videolarını çekerek onlarla alay ettiğine tanık olduk. Ancak olaya bunun sanki keyfi bir durumdan kaynaklandığı gözüyle bakılması elbette yine tepkiye sebep oldu. Birçok yaşlı -özellikle yalnız- vatandaşın kronik rahatsızlıklarından kaynaklı ya da belirli ihtiyaçlarını gidermek için dışarı çıkması gerektiği, sokağa çıkma yasağı ilan edilince gözden kaçtı. Bu ve bunun gibi birçok durumu incelerken olguların kökenine bakmak gerektiğini unutmamak gerekiyor. Sonuçta tüm dünyada pandemi ilan edilen ve tedavisi henüz bulunamayan bir virüsten bahsediyoruz. Ancak durum öyle kötü yönetiliyor ki, pandemi ile mücadele listesinde sadece dua ve yakalanmamak gibi tedbirlerden başka elimizde hiçbir şey yok.
İşten çıkarmalar ve ücretsiz izinler sebebiyle CHP’li belediyelerin kampanya başlatmasıyla ortada kalan ailelere umut verilmişti ki, Cumhurbaşkanı yaptığı açıklamayla belediyelerin yardım kampanyası yapmaya yetkilerinin olmadığını söyledi. Ardından halktan yardım istedi ve bir IBAN yayınladı. Aslına bakılırsa halk yıllardır toplanan vergilerin bugünler için olduğunu biliyor, ancak o paraların çarçur edildiğini de biliyordu. Tam bu noktada tepkiler yine çığ gibi büyüdü ve yardım talep eden halktan para istemek sosyal medyada halkın gündemine oturdu. Biri öğrenci, iki vatandaş sosyal medyadaki tepkisi nedeniyle göz altına alınıp serbest bırakıldı.
Tüm bunlar Türkiye’de olup biterken aslında dünyanın da bu pandemide sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Ancak tüm bunların sebebini kapitalist sisteme yüklemek yanlış olmaz. Virüsün getirisi olan bir diğer şey ise, sınıf ayrımlarının aslında ne kadar da kabak gibi ortada olduğu. Bir yandan işe gitmek, hayatı var etmek zorunda kalan emekçiler ve bir yandan da evde kendi kendine test yapan ve kendini izole etmesinin sonucu asla aç kalmayacak burjuvalar. İtalya, İspanya, ABD ve Çin’de olanları da göz önüne getirecek olursak, zaten yakınlaşmakta olan bir ekonomik krizin virüsle birlikte artık kapıda olduğunu söylemek mümkün. Hatırlarsanız, virüs öncesi derinleşmekte olan ve toplumsal bir patlamanın koşullarını oluşturan ekonomik kriz, birçok insanın intihar etmesine ve neredeyse her gün birçok vatandaşın geçinemediğini dile getirmesine sebep olmuştu. Kenya’da yayımlanan bir belgeselde, virüsten korunmak için ellerini 20 saniye yıkamanın bir lüks olduğunu dile getiren bir vatandaş, ABD’de virüsün Çin virüsü olduğunu dile getiren Donald Trump’ın ırkçı söylemleri sonrası Çinlilere yapılan ırkçı saldırılar, virüsten kaynaklanan ölümlerin sayısının çıtayı aşmasının önüne geçilememesi ve evsizlerin hâlâ sokakta yatması, Arjantin’de sağlık emekçilerine yeterli ekipman sağlanması talebinin susturulmaya çalışılması, İran’da artık çözüm yolu olarak askerlerin ve tankların sokağa çıkması, İtalya’da sağlık sisteminin yetersiz kalması ve emekçilerin hâlâ çalışıyor olmasından kaynaklı isyan edip çalışmayı durdurması ve yine İspanya’da sağlık sisteminin çökmesi gibi birçok ülkede aslında benzer sorunların olduğunu görebiliyoruz. Borsalara, burjuva basınına ve halkın durumuna bakacak olursak, birçok ülke pandemi ile mücadelede sınıfta kaldı. Hatta öyle ki önde gelen burjuva medyasında “Sistemi en az kazananlar ayakta tutuyor!” başlığıyla yer aldı. Hatta “Biz hayatı üreten bu insanlara hiçbir şey vermezken ya emekçiler sistemi durdurursa ya uyanırsa!” söylemleri de aslında uyanılması gereken bir süreçte olunduğunun bir göstergesi.
Türkiye'de 14 günlük kuluçka sürecinin bitmesi ile durumun bugüne dek nasıl kontrol altında tutulduğu veya tutulamadığı konusunda eleştiriler artıyor. Yaşadığımız bu teknoloji devrini ve virüsün bulaşması tehdidini de düşünecek olursak, artık halk tepkilerini sosyal medyadan dile getirmeye çalışıyor. Ancak tüm bu süreç bittikten sonra bizi toplumsal bir patlamanın beklediği aşikâr.
Yorumlar (0)