Yeni bir yere gidince siz ne yaparsınız bilmiyorum ama ben önce haritasını inceliyorum. Bunda artık her çeşit haritayı internette bulmanın da etkisi var sanırım. Ankara’da 10 sene yaşadıktan sonra, 2013’ün başında, ABD’nin Philadelphia şehrine ilk geldiğimde de aynı şeyi yaptım. Uzun uzun haritaya bakıp, parkları, sokakları tanımaya çalıştım. İsimlerden şehre dair bir şeyler öğrenmeyi denedim. işte böyle bir seferde, banliyö tren istasyonlarından birinin adının Angora olduğunu görünce de pek heyecanlandım.
Yine de, şehrin diğer yerlerini keşfetmekten, Angora’nın hikâyesine ancak sıra geldi. Philadelphia’daki Angora, şehir sınırlarının hemen içinde kalan bir mahallenin iki kısmından birisi. 1863’te henüz Philadelphia dünyanın önde gelen endüstri merkezlerinden biri iken, Robert ve George Callaghan diye iki girişimci kardeş, Ankara’dan buraya tiftik keçisi getirip, bir tekstil fabrikası açmışlar. Adını da Angora Tekstil Fabrikası koymuşlar. Fabrikanın etrafındaki mahallenin adı da Angora olmuş. Basit bir internet araştırması ile ulaşabildiğim bu bilgilerden sonra biraz daha araştırınca, haritada bir de Angora Parkı olduğunu gördüm.
Tabii hemen gözümün önüne parkta otlayan keçi heykelleri geldi. Fabrika binasının çoktan kapandığını tahmin edebiliyordum, sonuçta artık Philadelphia bir endüstri merkezi değildi, tekstil fabrikası da belki Çin’e taşınmıştı.
Ama yine de, belki artık bir apartmana dönüştürülmüş olan fabrika binasını görüp tarihçesini öğrenebilirdim. Bu yüzden fırsat bulduğum ilk zamanda Philadelphia’daki Angora’ya gittim. Önce parkı, tam da haritada gösterilen yerinde buldum; fakat ne keçiler
ne de Angora ile ilgili bir şey vardı. Sonra fabrikanın olması gereken yerde, hiç de fabrika binasına benzemeyen ve adı da farklı olan bir konut görünce, acaba Ankara’yı çok özledim de hayal mi görmeye başladım diye düşündüm.
En sonunda, önceden fabrika binasının olduğu köşenin iki sokak arkasında Angora Terrace diye bir sokak ve biraz daha ilerisinde de, ilk başta haritada gördüğüm, Angora tren istasyonunu buldum. Ama istasyon binasının yerinde de yeller esiyordu. Geriye sadece bir tabela kalmıştı. Bunların fotoğraflarını çektikten sonra, değişik bir mahalleye geldim, bari
biraz bakınayım diye, sokaklarda amaçsızca yürümeye başladım. Keçiler belki de Ankara’ya dönmüştü...
Sonra Philadelphia’nın en güzel özelliklerinden biri olan ve tüm şehir içinde 61 tane şubesi olan Free Library of Philadelphia’nın – (Hür Philadelphia Kütüphanesi) şubesini görüp, daha çok da serinlemek için buraya girdim.
Beni karşılayan kütüphaneciye “bu mahallenin adı Angora mı, burada bir tekstil fabrikası
var mıydı?” diye sordum. Önce bilmiyorum cevabını aldım, ama adam iki dakika sonra kütüphanenin ve dolayısıyla mahallenin tarihçesi ile gelince, her şey biraz aydınlandı.
Bir kere gerçekten bir Angora Tekstil Fabrika’sı varmış. Yani bizim keçiler buraya gelmiş. Fabrika 1865’te açılmış ve hem işçiler hem de ustalar için etrafında bir mahalle kurulmuş. Fakat okuduklarımdan anladığım kadarıyla mahalle sadece fabrika ve etrafı ile sınırlı kalmış. Muhtemelen Philadelphia’nın nüfusu arttıkça şehir merkezine çok da uzak olmayan, hele de Pensilvanya Üniversitesi’ne birkaç kilometre mesafede olan mahalleye insanların ilgisi artmış. 1912’de ise, -tam bilinememekle birlikte- muhtemelen şehrin endüstriyel bölgesi olan Kuzey Philadelphia’ya uzak olması ve etrafın konutlarla çevrilmesi yüzünden fabrika yıkılmış. Fabrikanın dışında, adı Angora Okulu olan hem kız hem de erkeklere hizmet veren oldukça büyük bir yetimhane varmış. Ne var ki bu bina da 1930’lar civarında şapeli hariç tamamen yıkılmış. Birkaç sene sonra şapeli de satılıp yıkılmış. 1925’te, kütüphanenin açıldığı yıl, kayıtlara göre mahalle, birkaç dükkân dışında tamamen konutlardan oluşuyormuş. Yine bu yıllarda yapılan tramvay hattı, mahallenin popülerliğini daha da arttırmış
ve gelir seviyesi oldukça yükselmiş. O kadar ki kütüphanenin okuma saatlerine gelen çocuklar, bakıcıları ile geliyormuş. Müstakil evlerden oluşan mahallenin nüfusunun yüzde 75’i Yahudi, geri kalanı ise İrlandalı göçmenlerden oluşuyormuş. Aynı kütüphane belgesine göre, Ermeniler ve Yunanlılar
da kütüphanenin düzenli okuyucuları arasındaymış. Fakat 1940’lardan itibaren bu insanlar mahalleden, daha zengin, temiz ve mutena banliyölere taşınmaya başlamışlar. 1957’de kütüphanenin ilk yenilemesi yapıldığında, okuyucuların büyük çoğunluğu artık Afrikalı Amerikalılardan oluşuyormuş. Şehre yeni gelen bu insanları kütüphaneye alıştırabilmek ve kütüphaneyi çocuklu ailelerin de kullanımına açmak için hikâye saatleri ve okuma salonları yeniden düzenlenmiş. Kütüphanecinin benim için bulduğu belgenin tarihi 1963 olduğu için, bu yıldan sonrası için detaylı bir bilgiye ulaşamadım. Fakat özellikle 1970’ler ve 1980’ler, Angora gibi şehir merkezine yakın, banliyö olmayan mahallelerin büyük bir yoksullukla yüzleştiği, zaman zaman çete savaşları ve ırkçılığın sebep olduğu ayrımcılıkla şiddetlenen gösterilerin meydana geldiği zamanlar. Angora’yı içine alan bölge de tüm bunlardan payını almış.
Şimdi ise çoğunlukla Pensilvanya Üniversitesi’nin öğrencilerinin sebep olduğu soylulaştırma dalgasının kıyısında duruyor. Buna rağmen, yollarında çok olmayan çukurlardan, sayısı oldukça az olan boş evlerinden anladığım kadarıyla Philadelphia standartlarında orta alt sınıf sayılabilecek
bir mahalle. Mahallede, 1960’lardaki gibi Afrikalı Amerikalılar çoğunlukta. Ama evlerini üniversite öğrencilerine o kadar kolay da bırakacak gibi görünmüyorlar. O yüzden bizim keçileri Afrikalı Amerikalıların evlat edindiğini söyleyebiliriz. İyi baksınlar keçilerimize, bize yeter. Eğer sizin de yolunuz Philadelphia’ya düşerse ve birden, aniden Ankara’yı çok özleyiverirseniz, şehir merkezinden geçen 15 numaralı tramvay hattına binip, son durakta inin: Ankara’ya hiç benzemeyen bir Ankara’ya geldiniz!
Yorumlar (0)