Hastalığını bilsek de, onun enerji dolu, müzik ateşiyle yanan yüreğinin böyle ansızın duracağını kimse tahmin edemezdi. Bir gün tamamen iyileşip, hastayken bile çıktığı sahnede yerini almalıydı; ona böylesi yakışırdı. Ama onu gülümseyerek hatırlayan, ona borçlu hisseden, bilgisinden, görüşlerinden yararlanmış birçok öğrenci, müzisyen, şimdinin eğitimcisi bu kadar çok insanı ardında güzel anılarla bırakmak da galiba herkese nasip olmazdı.
İlk defa sanırım 2011 yılında Mimarlar Derneği'nde çaldığı bir konserde bir şarkı söylemek için sahneye çıkmıştım. Eline tutuşturduğum tablette şarkının notası vardı, fakat maalesef şarkı iki sayfaydı. O zamanki acemiliğimle bir piyaniste hem çalıp hem sayfa değiştirmesinin, bir de üstelik tabletle mümkün olamayacağını düşünememiştim. Bana epeyi kızmıştı sanırım ve haklıydı da. Sahnede öğrendiğim ilk şeylerden biridir bu galiba. Daha sonra Samm's Bistro'da bu kez kağıt notayla karşısındaydım... 2014 yılında Polonya'da katıldığım Pulawy Jazz Workshop'ta aynı sahnede olabilmiştim yine ve 2016 yılında da bana onunla söyleşi yapma şansı nasip olmuştu. Yine Solfasol için bir araya gelmiştik ve dolu dolu iki saat bana kendini ve Türkiye'deki serüvenini anlatmıştı.
O söyleşiden onu, onun sözleriyle anlatabilmek adına birkaç alıntı yapmak istiyorum. Kendisini en çok hangi uzmanlığı ile tanımladığını sorduğumda, "Bana göre, müziğe ilk adım attığım günden şu ana kadar ki hayatımın tamamı belli bir noktaya ulaşmak için bir yol, bir rota... Kendimi ilk olarak caz piyanisti ya da eğitmen olarak değil, piyanoda caz çalan bir müzisyen, eğitmenlik yapan bir müzisyen ya da müzikolog olan bir müzisyen olarak görüyorum. Her müzisyen eninde sonunda belli bir sanat kademesine gelebilmeli. Öncelikle müzisyen müzik yazabilme yeteneğine sahip olmak zorunda. İkinci olarak müziği sahnede sergileyebilme yeteneğine sahip olmalı.
Üçüncü olarak müzisyenin müzik teorisine hakim olması ve eğer eğitmense bunları öğrenciye aktarabilme ve diğer müzikleri kritik etme yeteneğine sahip olması lazım. Dördüncü olarak da müzisyen kesinlikle çok iyi bir müzik dinleyicisi olabilmeli... Benim müzik kariyerimde bu dört yetenek arasında doğru bir uyum var. Bazı müzisyenler sadece biri üzerine daha çok durabilirler ki bu normaldir, kişiden kişiye değişebilir, ancak ben bu dördünde de aktif olmak istiyorum.” demişti. Son ana kadar neden bu kadar aktif çalıştığını bu cümleler anlatıyor sanırım. Ve tabii ki hiç unutamayacağım zihin temizleme yöntemi: "Müziğin birçok fonksiyonu var: Eğlenmek için olabilir, film müziği olabilir, dini amaçlı olabilir, enerji verici olabilir ama aynı zamanda iyileştirici bir tarafı da vardır.
Benim kendi müzik eczanem var örneğin. Sokakta bazen kötü müziklere maruz kalmak durumunda kalıyorum ve bu yüzden hasta hissediyorum kendimi. Çünkü hiçbir zaman müzikleri sadece duymuyorum; dinliyorum, elimde olmadan. Kötü görüntülerden korunmak için gözlerinizi kapatabilirsiniz, ama duymak zorunda kaldığınız müzikler için bir şey yapmanız mümkün değil. Bu müzikleri duyduktan sonra eve geldiğimde, müzik eczaneme gidiyorum ve tüm o duyduklarımı silecek başka müzikler dinliyorum ve zihnimi temizliyorum." Ardında bıraktığı dostları için onun da söyleyecekleri vardı: "Hayatım boyunca birçok ulustan insanlarla çalışma fırsatım oldu. Benim en iyi ve en yakın arkadaşlarım Türkiye'den..." Sevgi Can Yağcı Aksel’in tanımıyla Polonyalı bir Ankaralı olan Janusz için şimdi sözü onu daha iyi tanıyan, onunla uzun süre çalışma şansına sahip olmuş çok önemli iki caz vokalist ve eğitmenine bırakmak istiyorum.
Janusz, umarım ne kadar sevildiğini bir yerlerden izliyorsundur. Huzur içinde uyu...
Yorumlar (0)