Hepimiz gülümsüyoruz. İzleyiciyle empati kurmaya çabalayarak oyunu sorgulayan ve oyuna izleyicilerden bir şeyler katacak olan kadronun gösterim sonrası gerçekleştirdiği söyleşideki samimi tavrı bizi etkiliyor. “80’lerin melodramatik Türk filmlerinden etkilendi oyun; ama aslında günümüze dair kökensel bir ihaneti anlatıyor.“ diyor Şamil Yılmaz. Gelen soru ve yorumlar da bunu gösteriyor aslında. Hepimiz Ali’nin ihanetini sorgulamışız ve kendimizi Ali’nin ve Seher’in yerine koymuşuz, hepimiz kendimizden bir şey bulmuşuz gibi sohbet ediyoruz. Öyleyse oyun seksenlerin melodramasını da, pavyon kültürü ve dilini de, Seher ile Ali’yi de aşabilmiş olmalı diyoruz.
Yaratıcı kadroda yer alan; oyun yazarı ve yönetmeni Şamil Yılmaz, diğer yönetmenler Pelin Temur, Utku Akgün ve reji asistanı Cansu Yumuşak ile karşı karşıya olmak, onların yorumlarını dinlemek oyuna başka bir açıdan bakmamızı sağlıyor; zaman zaman bizi de hiç belli etmeden tiyatro ve kuramı tarafına geçiriveriyor:
“Biz ses ya da ışık efekti kullanmıyoruz, çok sade bir dekor kullanıyoruz; daha önceki oyunları izlemiş olanlar da bilirler, oyunculuk performansına dayalı, oyuncuya emanet oyunlar bunlar...” diyor Şamil Yılmaz.
Seher karakterindeki Sezen Keser ve Ali karakterindeki Baran Can Eraslan söyleşi sırasında daha genç yaşta bir kadın ve bir erkek gibi görünüyorlar. Bu yüzden söyleşi başlamadan hemen önce “oyuncular onlar mıydı?” diye fısıldayanlar oluyor. Sahne ve kafeterya; oyun ve günlük hayat arasındaki bu şaşırtıcı farklılık oyuncuların oyunculuk performanslarının gücünü hissettiriyor.
“Oyun içinde oyunlar vardı. Bunlar bir süre sonra bilinç değiştirmeye başlıyor.” diyor Şamil Yılmaz.
Bu oyun içinde oyunlar başlangıçta Seher ile Ali’nin kişisel
hayat hikâyelerini ve ilişkilerini anlamamıza yardımcı oluyor. Aralarındaki eğlenceli ve saf aşk bağını, Ali’nin annesini, Seher’in pavyonda çalışarak geçirdiği ve Ali’ye güvenerek arkasında bıraktığı hayatını, pavyon dünyasına ait ve belki de o dünyanın orta direği olan İhsan Baba’yı öğreniyoruz. Bir süre sonra gerilim artıyor, ihanet gün yüzüne çıkıyor ve oyun içinde oyunlar
Seher ile Ali’nin birbiriyle yer değiştirmesine dönüşüyor. Bu yer değiştirme karakterlerin birbirleriyle yüzleşmelerinden çok; kendileriyle ve kendilerini oluşturan dış dünyayla yüzleşmeleri gibi okunmaya başlanıyor.
“Tüm oyunlarda olduğu gibi bu oyunda da çatışma ve dönüşümler var.” diyor Şamil bir sorunun cevabı olarak.
Aslında çatışma ve dönüşümler sadece bir otel odasına sıkışmış iki aşık arasında geçmiyor. Oyunun görünmeyen kahramanları İhsan Baba ve Ali’nin annesi arasında da bir çatışma yaşanıyor. Seher ve Ali’nin yaşam hikâyelerindeki travmanın derinliği bu anne-baba çatışmasında izleniyor. Buna bir yanıyla Oedipus karmaşası, bir yanıyla da hegemonya ve birey arasındaki
çatışma olarak bakmak mümkün oluyor. Seksenlerin etkilendiğimiz filmleri, hegemonik yapı, o yapı üzerinden kendini tanımlamak, beden olmak, saf aşk ve ihanet birbiri içine geçiveriyor.
“Keşke daha çok arabesk müzik olsaydı.” diyor izleyiciler olarak aramızdan biri...
Arabesk bu iç içe geçmişlik duygusunun ta kendisidir belki... Pavyon dünyasıyla, hiç etmediğimiz bir küfürle, yapmadığımız bir ihanetle, yaşamadığımız bir hayal kırıklığıyla dahi yer değiştirmemizi sağlayan, kökleri derinlerde yatan, dramanın melodisi olarak bir ortak nokta...
Yorumlar (0)