- Günlerdir bu bomboş sayfaya bakıyorum... ellerimden, aklımdan tek kelime dökülmüyor. “şiddet” her yerde ama tariflemesi, hatta bazen duyumsaması o kadar zor ki! Fiziksel ve sistemin bize dayattığı psikolojik olan... Oğlan merak ediyor; kıza dokunuyor ama o kadar primitif ki elleri havada asılı kalıyor, onun için ifade olunanla kız için olan arasında hiç bir ilişki yok; dolayısıyla farklı tesirler çıkıyor otaya. Biz buna kısaca taciz diyoruz. O kadar kısaltıyoruz ki olağan bir hale geliyor! İşte bu noktada zorlaşıyor duymak... Kulaklarımız bize ait değil, içimiz ise sadece kendini korumak istiyor. Hiç kimse ve herkes için... Aradığın dokunuşlar artık bir çuval dolusu mercimeğin boşluklarında saklı artık! Ellerini çuvala doğru uzatıyorsun ve o boşluklarda arıyorsun duyumsamak istediğin her şeyi... aynı ilişkiyi kocaman ağaçların kabuğunda arıyorsun. Dokunuyorsun bütün kıvrımlarını hissetmeye çalışıyorsun ama izin vermiyor insanoğlu! Ağaçlara zımbalarla ve raptiyelerle astıkları ilanlardan geriye kalan bir metal yığınıyla karşılaşıyorsun! İşe yaradı mı o saçma ilanlar acaba diye merak bile etmiyorsun, çünkü orada önemsediğin şey ağacın tam da kendisi. Canı yanıyor olmalı diye düşünüyorsun... Sonra kafanı bir kaldırıyorsun kocaman dübellerle vidalanmış yapay yeşil ışıkları görüyorsun; bir canlı daha ne kadar böylesi bir şiddete dayanabilir ki? Ben dayanamıyorum! Acımı tariflemem çok zor, yapabildiğim tek şey metallerin arasından öpebilmek, sert ama bir o kadar yumuşak olan o kabuğu; dokunmak, sevmek...
- Kitsch binalar yapabilmek için ağaçları kesiyoruz... sonra da yeşillendirmeye çalışıyoruz etrafı ama olmuyor ağacın o kocaman güçlü ağaç haline gelmesi yıllar - yüzyıllar alıyor. Ama sanırım en kötüsü “gölge yapmasın”, “girişi kapatıyor”, “otopark lazım” diyerek kesilen ağaçlar. Bu durum bir insanı öldürmekten, hatta işkence ederek öldürmekten farksız ve ağaçlar da bu acıyı içlerinde yaşıyorlar... Yeryüzündeki tek canlı insanmış gibi davranıyoruz ya bazen çok şaşırıyorum! Ona bile sevgimiz yokken diğer canlılar için böyle bir şeyi beklemek de tuhaf tabii... Ankara’nın belli yerlerinde çok sevdiğim ağaçlar vardı, okuduğum okulun girişindeki söğüt, havagazı fabrikası ile birlikte yok edilen bir diğer arkadaşım – söğüt - !
Kuğulu Parkın önünde dizi halinde duran muhteşem kavaklar!
Herhangi bir mezarlıktan geçerken canım bu kadar yanmıyor çünkü sevdiklerimdi onlar... iletişmiştik, dokunmuştum herbirine, onlar da bana... Bir ağacın sizi içine alması çok kolay olmuyor; kedi gibiler anlıyorlar ne kadar samimi olduğunuzu. Şiddet olmadan sevemiyor muyuz? Neden sürekli bir yıkım halindeyiz? Neden? Neden? Neden? Kuğulu Park’ın önünde bulunan ama artık olmayan kavak serisi... Sonra Seğmenler’in bir bölümünü yok edip “kitch” bile diyemeyeceğim bir bina yapıyoruz! Biz yapıyoruz evet! Çünkü engel olamıyoruz... Sokaklarda yürüyememenin şiddeti yaşadığımız! Eski Havagazı Fabrikası yıkılmadan önce orada bütün güzelliğiyle duran bir söğüt...
Aynı ilişkiyi kocaman ağaçların kabuğunda arıyorsun. Dokunuyorsun, bütün kıvrımlarını hissetmeye çalışıyorsun ama izin vermiyor insanoğlu! Ağaçlara zımbalarla ve raptiyelerle astıkları ilanlardan geriye kalan bir metal yığınıyla karşılaşıyorsun! Bir şeyleri insanca yaşamak bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorsun! Şiddet, öfke, nefret ... Mutsuzluğumuz ve içimizde oluşan angst kentin bizim üzerimizde oluşturduğu bu gerginlikten kaynaklanıyor...
III. Viyana’ya ilk gittiğimde, karşıdan karşıya geçmek isterken bir araba beni geçene kadar beklemişti; ben alışık olmadığım için ve içime işlemiş bir trafik terörü olduğu için çok uzunca bir süre onun geçmesini beklemiştim; sonradan onun da beni beklediğini fark ettim ve çok şaşırdım... O zamana kadar hayatımda hiç bir sürücü beni beklememişti yol hep onlarındı; Melih Gökçek’in yaptığı trafik akışıyla yaşadığım şehirdeki şiddet iyice artmıştı. Ankara’ya 92 yılında taşınmıştık ve o zamanlar insanlar yayalara yol verirdi ya da birazcık özenli davranırdı; karşıdan karşıya geçmek bu kadar zor değildi, ama çok sevgili belediye başkanımız bu durumu o kadar değiştirdi ki bütün yolları tek yön haline getirerek; artık insanlar yaya diye bir şeyin farkında değil yol hep arabaların; ölüm var caddelerde! Öyle ki kaldırımlar bile onların; park yeri bulamadıklarında kaldırımları işgal etmek onların en doğal hakkı! Kaç tane arabanın sileceğini kaldırdım bu yüzden bilmiyorum; işe yaradı mı? Hiç sanmıyorum. İnsanların içindeki canavarlar kolay ehlileşmiyor. Evrimleşmek, dönüşmek ise bir çeşit ütopya konusu...
Yorumlar (0)