Yakın zamanda Londra’daki sinema eğitimini tamamlayıp Yunanistan’a dönen Jacqueline soru sormamı beklemeden kendisi giriyor sohbete...
Burada herkes ümitsiz. Yönetmen Constantine Giannaris’i biliyor musun?
Şimdi onun uzun metrajlı son filmi için çalışıyorum. Filmde oyuncu olmayan, sokaktan insanlar rol alacak. Ben de kastinge yardım ediyorum. Bunun için sokaklarda 16-18 yaş arası rastgele gençler ile konuşuyorum. Bu gençler okumuyorlar, okula gitmek istemiyorlar. Bir hayalleri olmasına izin verilmemiş. Arkadaşlarıyla takılmaktan başka hiçbir şeyi anlamlı görmüyorlar, hiçbir şeye değer vermiyorlar. Her şeyin kötü ve anlamsız olduğunu düşünüyorlar. Çıkış yolları yok, ümitleri yok. Her yerde yolsuzluk var, çok yaygın. Hep böyleydi ama bir şekilde idare edilebiliyordu. Artık birikti, taştı, idare edilemeyecek noktaya geldi. Herkes bunu biliyor, artık her şey ortada ama kimsede bir şeyin değişebileceğine dair umut yok. Ana akım medyadan olanı biteni takip etmek mümkün değil. Medya tam bir kurgu. Objektif kaynaklar bulmak çok zor. Demokrasiye inanmıyorum. Diktatörlüğe kılıf olmaktan başka bir şey değil. İnsanlar olanları çok çabuk unutuyorlar. Bunda da bir yerde haklılar. Bir şeyi değiştirme ümidin yoksa unutmaya eğilimli olursun. Bu bir savunma mekanizması.
Peki bu durumdan nasıl kurtulacağız? Sen çıkışı nerede görüyorsun?
Hiç çıkış göremiyorum. Lanet bir durumdayız. Oy kullanarak bir şey değişmeyecek. Bize verilen araçlarla bir şey değişmeyecek. Tek ümit yaratıcı üretimde yatıyor, ancak karnımızı doyuramazken nasıl insanların yaratıcı olmalarını bekleyebiliriz? Uçan Süpürge’de gösterilen kısa filmin 13 Yaş Hüznü (Thirteen Blue), ergenliğe adım atan ve ilk defa varoluşsal kaygıları ile yüzleşen bir kızın dünyasında geçiyor. Bu karmaşık iç dünyayı çok başarılı ortaya koyuyorsun. Ellie çoğunlukla yalnız vakit geçiren bir tek çocuk. Hızla büyüyor ve değişiyor. Dünyası artık ona dar geliyor ve ailesi, annesi, anneannesi bunu fark etmiyor. Eskiden içinde oynadığı, onu serinleten, rahatlatan havuz ona artık dar geliyor. Kızın annesine öfkelendiği bir anda bu havuzu parçalaması mesela bunun sembolik anlatımı. Kendi içinde bu hareketin küçük bir devrim olduğunu düşünüyor ama ailesi bunu fark etmiyor, üzerinde durmuyor bile. Film 90’larda geçiyor. Bu atmosferi dijital ile veremeyeceğim için 16 mm olarak çektim. Bütçenin büyük kısmı buna gitti. Filminde tüm ana karakterler; kız, annesi, büyükannesi ve yakın arkadaşları hep kadın.
Karakterler erkek olsaydı ne farklı olurdu sence?
Her şey değişirdi. En belirleyici, önemli ilişki anne ile çocuğun ilişkisi. Bunu sadece Freudian açıdan söylemiyorum. Bu ilişki insanın hissettiği ilk bağ. Bu bakımdan filmim bir kadın filminden çok evrensel bir film. Eğer karakterler erkek olsaydı bu evrenselliği veremezdim, daha çok erkek ilişkilerini anlatan bir film olurdu. Öte yandan erkek karakterlerim de var. Sıradaki kısa filmim babasının yokluğunda onun yerini almak isteyen 17 yaşındaki bir erkek çocuğun etrafında geçiyor. Daha karanlık bir film. Ellie sonunda evi terk ediyor ve kendi yoluna çıkıyor.
İleride eğer olursa sence o nasıl bir anne olacak?
Olursa bence iyi bir anne olur. Ama hiç anne olmaması, aile kurmaması da çok olası. Bunun çok tanıdığın bir alan olduğu belli. Sen de mi tek çocuksun? Evet. Çocukken hiçbir zaman kardeş istediğimi söylemedim. Çünkü o zaman bu eksikliği fark edemiyorsun. Ancak büyüdüğünde bu boşluğu hissediyorsun. Bu sevgi görmemek gibi değil, ailen seni seviyor ama yalnızsın. Tek çocuk da oyun oynar, ailesi de görüp mutlu olduğunu zanneder. Ama çocuk yalnızdır. Bu da hayatındaki en belirleyici dinamiktir. Bu sene içinde çekmeyi umduğum uzun metrajlı filmim de yine tek çocuk olan, bu sefer yaşça biraz daha büyük bir genç kız ile ilgili. Kurgu ve karakterler olarak değilse de ruh hali olarak devamı gibi görülebilir.
Festival seçkisinde hem konu hem teknik olarak güzel bir çeşitlilik vardı. Bu Yunan sinemasındaki çeşitliliği yansıtıyor mu?
Evet, büyük bir çeşitlilik var. Kriz nedeniyle sosyal konular öncelik buluyor ama bu konulara eğilen çoğu sanatçının kişisel olarak durumdan faydalandığını düşünüyorum. Sinema bir sanattır. Çok kişiseldir. Ancak iyi bildiğin, içselleştirdiğin konuları iyi ifade edebilirsin. Yoksa herkesin her konu ile ilgili bir fikri var. Ben de örneğin Franco ile ilgili bir film çekip festival festival dünyayı gezebilirim. Ama ben kendimle doğrudan ilgili olmayan, derinden hissetmediğim bir şeyin filmini yapamam. Bu sektörde bir çokları yapmak yerine konuşmayı tercih ediyor. Ben de festivallerle birçok ülkeye gittim. Sonra işimin bu olmadığını, bununla çok vakit kaybettiğimi fark ettim. Benim işim film çekmek. Bir yerde sabit durup bunu yapmam gerekiyor. Bu yer şu anda bulunduğun Atina mı? Londra kısmı okulla birlikte şimdilik bitti. İşim için iyi bir ortam oluşursa dönebilirim. Orada insanlar tutunabilmek için çok emek harcıyorlar. Getirilerinin yanında çok da yorucu bir şehir. Öte yandan Yunanistan’da film yapmak da zor. Bütçeyi düşük tutmak zorundayım mesela.
O yüzden bu sefer dijital çekmek durumundayım. Yine de Yunanistan’da yapmayı tercih ediyorum. Milliyetçi bir duyguyla değil, en iyi bildiğim yer olduğu ve ana dilimde kendimi daha iyi ifade edebileceğim için. Yoksa işlediğim konular coğrafyadan bağımsız, daha çok içsel, kişisel konular. Bunun ötesinde çok ev hissi taşıyan birisi değilim. Çocukluğum hep yer değiştirerek geçti. Atina’dan Selanik’e taşındık, sonra tekrar Atina’ya. Atina’dakiler Selaniklisin dedi, Selanik’tekiler de Atinalısın. Hiçbir yerde evde hissetmedim. Bu bir boşluk ama sinemacı olmama yardımı oldu. Yalnızlığımı sinema ekiplerinin içinde unuttum. Sinema benim evim, bilinçli olarak seçtiğim ailem. Sabahın 4’ünde mutlu bir şekilde uyanıp sete koşuyorum.
Bir kadın sinemacı olarak ayrımcılıkla karşılaşıyor musun?
Sürekli. Erkeklerin domine ettiği bir sektör. Filmlerimi gönderdiğim erkek sinemacılardan sıklıkla “bu konuyu akşam yemeğinde konuşalım” cevabı alıyorum. Beni bir meslektaşları olarak görmüyor, bir şey yapabileceğime inanmıyorlar. İşimle değil kadınlığımla değerlendirme eğilimindeler. Neredeyse bildiğim tüm kadınlar da bunu yaşıyor. Bu İngiltere’de de hissediliyordu ama Yunanistan’da çok daha fazla var.
Uçan Süpürge’de nasıl yer aldın?
Uçan Süpürge bildiğim köklü bir organizasyon. Takip ediyordum. Seçildiğim ve filmim Türkiye’de gösterildiği için çok mutluyum.
Biz de senin filmini ve diğer Yunanistan filmlerini gördüğümüz için mutluyuz. Teşekkürler.
Yorumlar (0)