Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz

Cemal Süreya

Solfasol Bisikleti

Anadolu’nun ankara’ya yakın bir şehrinden, pılımızı pırtımızı toplayıp, bir man kamyon üstünde göç ediyoruz ankara’ya. babam bizden dört sene önce gelmiş, yurt edinmiş Ankara’yı, solfasol’u. çalışmış, para biriktirmiş. hemşehrilerine yakın bir yerden arsa alıp çalışmaya devam etmiş sonra. İş yerinde yatıp, fazladan hiçbir masraf etmeden para biriktirmiş.

Solfasol Bisikleti

Bir gece kondurmuş sonra evimizi, solfasol’la baraj mahallesi’nin arasında kalan bir tepeye.

Kamyon üstünde geldik, demiştim... seksen darbesinin arefesi... o yıllarda, kamyon üstünde geliyordu eşyalar, döküle saçıla; insan da bir eşyadır sonuçta!

Ankara’ya taşınır taşınmaz köydeki kuş seslerinin yerini hemen her akşam duyduğumuz silah sesleri almıştı. askerlerle tanıştık sonra. evimizi aradılar;
silah aradılar kondu gecemizde. birinci sınıfını köyde, öğretmensiz geçirdiğim eğitim hayatım, ikinci sınıftan birdenbire başlamıştı, aynı anda hem de...

şimdiki havaalanı yoluna sınır, çubuk barajı yol ayrımında bulunan, sonradan imamlaşan, hatipleşen, yeşilöz ilkokulu’na, yürüyerek gidip geliyordum.

Ortaokullu oldum zamanla. yeşilöz ortaokulu yolun tam karşısındaydı; birkaç yüz metre boyunca ağaçlı bir yoldan yürüyüp, sağa sapınca; ankara çayı’nın hemen kenarında. Çayın karşı yakasında, futbol sahası olarak kullandığımız, büyük, dümdüz bir alan vardı. oraya gitmek için okuldan çıkıp, belki de kaçıp, okulun arkasından dolaşarak bir köprüyü geçmeniz gerekiyordu.

Bisikletçi bir amca gelirdi her gün oraya; eski model (eski olduğu fikri belki de şu an geldi aklıma!) bir anadol pikabın arkasına attığı kırık dökük birkaç bisikletle. futbol sahasının etrafında turu 5 liradan bisiklete binerdik. bazı arkadaşlar, akılları hala o bisiklette kalsa da, yok paralıktan, bisikleti daha birinci turda bisikletçi amca’ya teslim ederken, turlarına devam ederdi bazı arkadaşlarımız da. paranın satın alabileceği mutlu bir çocukluğu, ilk o zamanlar anlamaya başlamıştım.

Solfasol otobüsleri vardı bir de. saat başı, bazen bir buçuk saatte, kimi zaman da daha uzunca bibeklemeden sonra, ikisi bir arada, peş peşe gelen solfasol otobüsleri... çoğu zaman, özellikle akşam ve sabah saatlerinde, tıklım tıklım dolu olan, ayaklarınızın havada bile kalabildiği solfasol otobüsleri, baraj mahallesi otobüsleri.

“bisikletin otobüsle ilişkisi olmalı” diye düşünürdüm çocuk aklımla. hele de kırık dökük bir bisikletin bile sahibi olamıyor, kiralayarak ve sadece bir turluğuna, babama kızarak binebiliyorsam, sıkış tepiş yolcu taşıyan solfasol otobüslerinin de çocukluğumla bir ilgisi olmalıydı.

Yer verme önceliğinin yaşlı amca ve baş örtülü teyzelere, ikinci sıranınsa, baş örtülü genç kızlaraverildiği solfasol otobüsünde, analar kızlarına siper ederdi kendini. ter kokuları, yağlı ve jöleli saçlarıyla, sanayide çıraklık, kalfalık yapan gençler akşam evlerine dönerlerken, küçük işletmelerde sekreterlik yapan, bir fabrikada işçi olarak çalışan, belki okuldan dönen kızlarla, sevgili olurlardı solfasol otobüsünde. yolculuk boyunca, o kısacık zaman diliminde, birbirlerine aşık olup evlenenler, çocuklarını alıp

kır gezmelerine çıkanlar, kavga edenler, sevdiğini başka birinin bakışlarına kaptırıp ayrılanlar... hepsini görebilirdiniz solfasol otobüsünde.

Otobüsün tavanında dolaşan, birbirleriyle çarpışan bir sürü düşünce baloncuğundan anlayabilirdiniz bunu.

Tıpkı murathan mungan’ın ‘makas’ öyküsündeki, farklı yönlere giden iki ayrı trenin, iki başka penceresinden bakan ‘anlık’ sevgililerin, trenler makas değiştirmeden önce birkaç saniye göz göze gelerek yaşadıkları, sayfalar süren aşkı, bulabilirdiniz solfasol otobüsünde. beyaz gelinliklerini giyen genç kızlar, damatlıklarıyla dolaşan delikanlılar... hepsi oradaydı; bazen bir duraklık mesafe için.

Durakta oluşan uzun kuyruğa dahil olmadan, kenarda volta atan, oyalanan, sevgilisi (!) gelince gözleri parlayan ve hemen onun yanına utangaç adımlarla sıralanan delikanlılar da o otobüsteydi. otobüse binerkenki itiş kakışta, yolculuk boyunca ve inerken, kol kanat gererlerdi sevgililerine: bir kelime bile konuşmadan.

bütün varoşların, bütün kalabalık otobüsleri gibi bir otobüstü solfasol otobüsü de. Ali cengizkan’ın ‘solfasol otobüsü’ şiirinde yer alan ‘kızoğlan’ kızlar vardı çünkü solfasol otobüslerinde; 'kızoğlan’dı varoşların bütün oğlanları da. ancak o şekilde hayal kurabilirlerdi çünkü, öyle öğretilmişti onlara, öyle alıştırılmışlardı.

Gerçek aşk vardı solfasol otobüsünde; parayla pulla ilgileri olmayan insanların gerçek aşkı; statü farkı yoktu aralarında, aynı otobüse binmişlerdi ve aynı yerdeydiler sonuçta; aynı yere gidiyorlardı...

Aralarındaki tek fark, kırık dökük bir bisikletle yapılan ‘fazladan’ birkaç turdu belki; hepsi o kadar...

Yorumlar (0)

Bu içerik ile henüz yorum yazılmamış