Ankara’da Soma’ya gitmek için plan yaparken İstanbul’dan kalabalık bir ekiple Soma’ya gidileceğini haber aldım ve soluğu İstanbul’da aldım. Yola çıkmak için protokolün Soma’dan ayrılmasını bekledik. Protokolün olduğu her yerde soluşan o suni hava yüzünden asıl atmosferi ve yaşanan vehameti anlamanın mümkün olamayacağını biliyorduk. Bir yandan da hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Çünkü Soma madeninde yaşanan felaketin sadece öncesini değil aynı zamanda felaket sonrası arama-kurtarma faaliyetlerini ve krizin yaşandığı yerde devletin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirip-getirmediğini de raporlamamız gerekiyordu. Psikolog, mühendis, iş güvenliği uzmanı, avukat, sosyolog, gazeteci, yazar ve akademisyen aktivistlerin bulunduğu yaklaşık 50 kişilik bir grupla 15 Mayıs’ta yola çıktık.
16 Mayıs sabahı Soma’ya vardığımızda koordinasyonu ve yol haritamızı gözden geçirmek için bir çay bahçesinde toplandık. Maden ve çevresinde yapılacak incelemeler; STKlar, siyasi ve idari yöneticiler ve madenci ve madenci yakınlarıyla yapılacak görüşmeler için üç farklı gruba ayrıldık ve felaketin yaşandığı madene doğru yola çıktık. Madene yaklaşık 15 km kalmışken sağlı sollu kalabalık bir trafik vardı. Yol, madene yaklaşık 8 km kala polis ve jandarma tarafından kesilmişti. Jandarma ancak madenci yakınlarının, sahada çalışan görevlilerin ve basın kartı olanların içeri girebileceğini söyledi. Biz ise neden burada olduğumuzu izah etmeye çalışıyorduk. Ancak MAZLUMDER’in raporlama-gözlem heyeti olmamız yetmiyordu. Çünkü Balıkesir Valisi’nin (Bölge valisi) yazılı olmasa bile kesin emri vardı. Oysa taraftar grupları, bürokratlar, siyasiler ve daha nice sivil araç geçebiliyordu. Biz özellikle içeriye alınmayan tek grup olmayabilirdik ancak bağımsız bir STK’nın içeriye alınmamasının bir izahı ve yasal dayanağı yoktu. Bir yandan geri dönmemizi isteyen kolluk kuvvetlerine direnç gösterirken diğer yandan bu sorunu nasıl halledebileceğimizi düşünüyorduk.
Oturma eylemi gibi basit pasif eylemlere girişerek kararlığımızı göstermeyi düşündük ancak daha fazla zaman kaybetmemek ve asıl işimizi yapmamızın önüne engel olmasın diye bütün olumsuzlukları alttan alıp yoğun telefon görüşmeleriyle sorunu halletmeye çalıştık. Zaman geçiyordu ve hiçbir gelişme olmuyordu. Daha sonra sosyal medyada bir ‘tag’ (#mazlumdersomayalinmiyor) oluşturup bu durumu protesto ettik. Saatler geçiyordu ve hepberaber giremeyeceğimizi anlayınca basın kartı olanları ve heyetimizden bazı mühendis arkadaşlarımızı bir şekilde içeriye sokabildik.
Yoğun telefon görüşmelerimizden ve sosyal medyadaki baskılarımızdan sonra 10 kişilik ekibimizin maden alanına geçişi için izin aldık ve arama noktasından geçirdik. Bazı arkadaşlarımız ise madenci yakınlarının olduğu araçlara binerek kaçak yollardan geçti. Geriye kalan ekibimizi toparlayıp tekrar iş bölümü ve koordinasyonu sağlamamız gerekiyordu. Kaybettiğimiz onca zamandan sonra Soma ilçe merkezine geri dönüyorduk. Soma’da adı konulmamış bir ‘olağanüstü hal’ vardı ve bütün ağırlığıyla kendini gösteriyordu. Madenden Soma ilçe merkezine döndüğümüzde polis bu sefer de ilçe merkezine girişleri kapatmıştı. Tekrar bir müzakere ve ikna çabaları başladı. Aracımızın yabancı plakalı(34) olması yeterliydi. Soma dışından gelen her kişiye potansiyel suçlu muamelesi yapılıyordu ve kendinizi izah etmemiz de yetmiyordu. Çünkü önceki gün Başbakan’a karşı yapılan protestoların ardından ‘gereken hassasiyet’ gösteriliyordu.
Soma’da adı konulmamış bir ‘olağanüstü hal’ vardı ve bütün ağırlığıyla kendini gösteriyordu.
Soma madenlerinde hayatını kaybeden madencilerin ailelerine ulaşmak için merkez ilçede muhtarlar aracılığıyla bazı evleri ziyaret ettik ancak ortada ciddi bir sorun vardı çünkü ulaştığımız aileler pek konuşmuyor / konuşamıyordu. Hepsi kısa yoldan bize kapıyı gösteriyorlardı. Bu sorun ziyaret ettiğimiz evlerin ‘salt taziye evi’ olmasından kaynaklı değil gibiydi. Zira aileler üzerinde farklı bir baskı vardı ve bunu anlamlandırmak kolay değildi. Kısa zamanda bu insanlara samimiyetimizi gösterip onlarla konuşmamız gerekiyordu ve ‘çekindikleri’ her neyse onları bu korkularından uzak tutmalıydık. Farklı yollar denemeye karar verdik.
“Siz Gezici misiniz?”
Hiç planlı olmayan şekilde ve hiç kimseden önceden adres almadan, kahvehanelere oturan insanlarla konuştuk; emekli, esnaf, çocuk kimi bulduysak mülakatlar yaptık. Sürekli neden burada olduğumuzu uzun uzun izah etmek zorundaydık. Çünkü şüpheyle bakıyorlardı bize. Birçok defa ‘Siz Gezici misiniz? Nereden geldiniz? Sizi kim gönderdi? Nereden buradasınız?’ sorularına muhatap oluyorduk ve ‘eğer eylem için geldiyseniz, ne olur gidin buradan’ gibi ünlem dolu cümlelere maruz kalıyorduk. Zor da olsa anlamak mümkündü Soma insanını. Çünkü belki de hayatlarında ilk defa TOMA, bibergazı, uzun namlulu silahlar ve yüzlerce askeri üniforma görüyorlardı ve bu psikoloji gayriihtiyari ‘vatan savunması’ yapma ihtiyacı hissettiriyordu belki de… Kurumsal bir kimliğimizin olması Soma merkez için bir avantaj sağladı bize çünkü MAZLUMDER anlam dünyalarında ‘dindar-muhafazakar’ bir karşılığa denk düşüyordu ve bu sayede onlarla daha rahat iletişim kurma imkanımız oluyordu. Ağırdan dillerindeki prangaları çözüyorduk ve bazı siyasilerin ağzında adeta doğal afetmiş gibi anlatılan Soma faciasının bahsedildiği gibi beklenmedik bir durumda yaşanmış bir felaket olmadığı yönünde kanaatlerimiz güçleniyordu. Bizim grup o gece Kırkağaç’ta kaldık. Ertesi sabah Soma ilçe merkezine yaklaşık 10 km uzaklıkta benzin istasyonu girişinde arama noktasına takıldık. Polislere sil baştan niyetimizi izah ediyorduk ki, yabancı plakalı her aracın durdurup geri gönderildiğini, Soma ilçe otobüslerinin durdurulup Somalı olmayan yolcuların indirildiğini ve dışarıdan gelenlerin geldikleri yerlere yine kendi imkanlarıyla geri gönderildiklerini gördük.
‘MAZLUMDER heyeti de olsa almayacaksın!’
Aynı saatlerde ilk gece konakladığımız pansiyonun işletmecisinden telefon aldık. Bizden kaporamızı geri almamızı istedi. Çünkü polis dışarıdan gelen hiç kimseyi pansiyonda barındırmamasını söylemişti. MAZLUMDER’den olmamız da hiçbirşeyi değiştirmiyordu çünkü polis ‘MAZLUMDER heyeti de olsa almayacaksın!’ demişti! Pansiyon sorunumuzu uzun görüşmelerden sonra zor da olsa halletmiştik. Uzun telefon trafiğinden sonra tekrar sosyal medya üzerinden ‘tag’(#somadaohal) oluşturup yaşadıklarımızı paylaşıyorduk ancak sonuç alamayacağımızı anlayınca Kırkağaç ve çevresinde araştırmalarımızı sürdürmeye karar verdik ve tekrar işbölümü ve tekrar koordinasyon sağlamaya çalıştık. Neyseki Soma’da kalan raportör aktivist arkadaşlarımız hala vardı ve onlar çalışmalarını orada sürdürmeye devam ettiler.
“Sopaları hazırlamış, kahve önünde bekliyorduk!”
Kırkağaç ilçe merkezinde koordinasyon için işbölümü yaparken meraklı gözlerin üzerimizde olduğunu fark ettik ve içlerini rahatlatmak için yüksek sesle kahvehane işletmecisiyle niyetimizi anlattık, bu sayede bizden şüphe etmek yerine yardım etmeyi kabullenebilirlerdi. Aramızda bir arkadaşımızın aslen Kırkağaçlı olması ve kahvehane sahibiyle akraba çıkması muhabbetimizi seyrini değiştirdi. Kahvehane işletmecisiyle yaptığımız muhabbetten sonra bir grup kahvehaneye girdi ve bizden özür dileyerek ‘kusurumuza bakmayın sizin eylem için geldiğinizi sandık ve sopaları hazırlamış, kahve önünde bekliyorduk’ demeleriyle nasıl bir işin içinde olduğumuzu tekrar anladık. Sabah tekrar Soma’ya doğru yol aldık yine aynı noktada durdurulduk. Bu aksiliği hesap ederek Kınık’a gitmeyi düşünmüştük ancak bu sefer çevre yolunu kullanmamıza da müsaade etmiyordu kolluk kuvvetleri. İki gündür yaşadığımız aksilikler üzerine bir de kimliklerimizi tek tek toplayıp sicil taraması yapıyorlardı! Polisi ikna etmek için uğraştık ancak bir polisin ‘5 gündür uykusuzum, üstüme gelme istersen’ cümlesi ile geri adım attık. Artık o saatten sonra bir hak örgütü adına çalışmanın bu şartlar altında hiçbir karşılığı yoktu. O polise ‘seyahat etme özgürlüğü’ gibi ‘kof’ haklardan, yasal ve anayasal haklardan bahsedemezdik! Raporlama için gereken bütün hassasiyeti gösteriyorduk ve ne olursa olsun iyi bir netice alarak ayrılmak istiyorduk. Uzun uğraşlardan sonra çevre yolunu kullanmamıza izin çıktı ancak bir şartla; polis eskortuyla Soma çıkışına kadar gitmek durumundaydık.
‘Alevilerle görüşmeseniz daha iyi olur. Onlar çok siyasi konuşuyorlar’
Soma çıkışında bir grupla birleştikten sonra Kınık ve çevre köylerine dağıldık. Kınık merkezde önceden haber aldığımıza göre hayatını kaybeden onlarca madenci vardı. Ancak önceden kontak kurduğumuz imam Kınık’ta sadece iki cenazenin olduğunu söyleyince şaşırdık. Beklediğimiz cevap laf arasında geldi; ‘alevilerle görüşmeseniz daha iyi olur çünkü çok siyasi konuşuyorlar’. Bu söz üzerine yönlendirildiğimiz ailelerle görüştükten sonra bize refakat eden insanları bir şekilde atlatıp, ilk bulduğumuz kahvehaneye, esnafa, şahsa adres sorduk. Evet sadece yolumuzun üzerinde 6-7 civarında evde cenaze vardı ve maalesef çoğu da ‘siyasi konuşan Alevilerdendi”. Bu vahim durum karşısında sarsılmıştık. Nasıl olur da cenaze evleri arasında ayrım yapılırdı!? 3. günün sonuna Soma’da kalan ekiple akşam yemeği yedikten sonra Soma’dan ayrılacaktık. Kınık dönüşündeki arama noktasında polislere ‘akşam yemeğinden hemen sonra Soma’dan ayrılacağımızın sözünü verdik’ ve polis eşliğinde Soma Öğretmenevine geldik. Öğretmen evinin etrafı polislerlerle çevriliydi ve dışarı çıkışımız yasaktı. Sadece bütün bir ekip olarak ve sadece Soma’dan ayrılmak için çıkabilirdik!
İnsanlardan daha acılarını yaşayamadan, ‘vatan savunması’ yapmaları beklenmişti.
Soma’da yaşananların bir devletin ‘denetim eksikliği’ ayıbından çok daha öte tablo ortaya koyduğunu gördük. Soma halkının travmasını çabucak atması için gereken psikolojik ve fiziksel imkanlar sunulması gerekirken tam aksine ancak savaş hallerinde uygulanacak akıldışı uygulamalarla bu travma derinleştiriliyordu. İnsanlardan daha acılarını yaşayamadan Soma dışından gelen insanlara karşı deyim yerindeyse ‘vatan savunması’ yapmaları beklenmişti.
MAZLUMDER Soma raporu en kısa zamanda çıkacak diye umut ediyorum. Siz bu yazıyı okurken belki de raporumuz yayımlanmış olur. Ziyaret ettiğim üç gün için ortaya koyduğum bu tablo çok karanlık olduğunun farkındayım, Soma’dan aldığım son haberler birçok şeyin değişmekte olduğu yönünde. Bu yazının bir an önce güncelliğini tamamen yitirmesini diliyorum.
Yorumlar (0)